Ege Üniversitesi Sosyal Psikoloji anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Melek Göregenli, Kürt sorunun artık daha çok ve daha açık konuşabildiğimizi, faşist, milliyetçi, bu ülkenin yurttaşları arasında düşmanlığı besleyen söylemlerin en azından eskisi kadar etkili olmaması için pek çok neden olduğunu söylüyor.
Türkiye Barış Meclisi'nin kuruluşundaki çağrıcılardan biri olan Göregenli, bianet'in Kürt sorununda CHP ve MHP'nin tutumu, toplumun çözüm sürecine hazırlanmasıyla ilgili sorularını yanıtladı.
Bahçeli'nin tepkisinin üslup ve söylem olarak ayırt edici nitelikleri neler?
Bahçeli'nin söylemiyle MHP'nin medyada yer bulan, daha entelektüel söylemleri arasında farklar olduğunu düşünüyorum. MHP adına medyada dile getirilen ve sakin bir ses tonuna sahip söylemin içeriğine baktığımızda, Kürtlere yönelik ayrımcılığı, hak ihlalini, ekonomik hatta kültürel eşitsizliğin tarihsel olarak varlığını kabul eden bir içerik söz konusu. Bu dil, çözüme de işaret ediyor: Kürtlere yönelik eşitsizlikler, "bireysel haklar" temelinde ele alınmalıdır.
Bu söylemin içeriğine göre, iyi bildiğimiz ve CHP sözcüleri tarafından da -daha yeni Türkçe sözcüklerle- ama aynı içerikle dile getirilen, "'Türk' üst kimliğinde ifadesini bulan 'Türklük' bir etnik kökeni değil, bir yurttaşlık üst kimliğini ifade etmektedir" ve bütün ulus devletleşme süreçlerinde olup biten de budur.
Türkiye'nin geleceğinin kardeşlik ve eşitlik temelinde gerçekleşeceğini ve bu sürecin bir demokratikleşme süreciyle başarılabileceğini vurgulayan bu yaklaşımın, lafzına bakıldığında çok umut verici olduğu düşünülebilir fakat milliyetçiliğin esas niteliği olan, bir etnik kimliğin diğerleri adına ve diğerleri için "iyi"nin ne olduğunu, diğerlerinden daha iyi bildiği ve bu sorunun çözümünde Kürtlerin kolektif kimlikleriyle yer alamayacakları fikrine dayandığı görülebilir.
Oysa teorik olarak etnik ve kültürel kimlikler, kolektif kimliklerdir, topluluğa aittirler ve Kürtlerin hakları tek tek bireysel haklar olarak değil, Kürt olmaları bakımından, sadece Kürt oldukları için kolektif olarak ihlal edilmiştir.
Bahçeli'nin söylemiyse bütünüyle seçmene yönelik kurgulanmış görünüyor. Uzun yıllardır savaşın şiddet, kan ve acı dolu sonuçlarıyla, yoksullukla, yabancılaşmayla beslenen milliyetçiliğin damarlarından hiç değilse birinin tıkanma ihtimali bile Bahçeli'nin ses tonunu etkilemektedir.
Bölünme ve yüce divan korkusu salmaya çalışma, vatan hainliği suçlamaları, artık 12 adam'a kadar belirginleştirilmiş günah keçilerini işaret etme, memleketi tek ve en çok seven "yalnız kurt", bütün bunlar tipik faşist söylemlerin belirleyicileridir.
Toplumsal ihtilafların çözümü süreçlerine bu tür tepkilerin etkisi nasıl oluyor?
Kürt sorunu bir toplumsal ihtilaf sorunu değildir. Toplumun en azından bazı temel haklar bakımından eşit farklı grupları arasında yaşanan bir ihtilaftan söz etmiyoruz. Devletin asimilasyoncu, ayrımcı, her bakımdan tek tipçi, eşitsiz ve adaletsiz politikalarının, yurttaşların bir bölümüne, sadece kimlikleri bakımından aynı oldukları için her türlü baskı ve zulmü yıllarca yasal ve yasadışı yöntemlerle uygulanmasıyla oluşan bir sonuçtan söz ediyoruz.
Bu devlet politikasının hayata geçirilmesi için, Kürtlerin varlığının, taleplerinin hatta zaman zaman Kürt olmanın kendisinin gayrı meşru hale getirilmesi gerekiyordu. Bir ülkede iktidarların, aslında birbirine pek çok bakımdan çok benzeyen yurttaşlarını, birbirlerini öldürmeleri için bu kadar hevesli hale getirebilmesinin başka bir yolu yoktur.
Ben, artık bu politikaların yaygın bir etkisinin olabileceğini düşünmüyorum. Öldürmek ve ölmekle geçen bunca yıl sonucunda bu sorunun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini silahlı ve silahsız herkes görmektedir; en azından böyle olduğunu umut etmek için şimdi daha çok nedenimiz var. Faşist, milliyetçi, bu ülkenin yurttaşları arasında düşmanlığı besleyen söylemlerin en azından eskisi kadar etkili olmaması için pek çok neden var. Daha çok ve daha açık konuşabiliyoruz.
Fakat şu ana kadar bu konuşmanın fazla yukarıda ve iç konuşmalar gibi yapıldığını düşünüyorum. Bu sürecin, gerçek anlamda siyasi ve hepimizin yurttaşlar olarak katkıda bulunabileceğimiz bir biçime dönüştürülmesi gerekiyor.
Çözüm sürecine MHP'nin katılımı ne kadar kritik? Bu durumda sürece katılabilmeleri ya da engel olmamaları için MHP'lilere ve Bahçeli'ye ne demeli?
MHP ve CHP, politik olarak varlık nedenlerine, doğalarına uygun davranmaktalar; farklı statüko kaynaklarını ve mevzilerini savunuyorlar; bu savaşçı dile siyasi olarak ihtiyaçları var.
Süreç içinde çözüme katkıda bulunmasalar da engel olamayacakları bir noktaya gelmeleri kuşkusuz hayırlı olur. Ama daha önce de söylediğim gibi bu sorun, devletin yanlış politikalarının sonucunda ortaya çıkmıştır ve ancak siyasi bir iradeyle çözülebilir. Kürtlere, Kürtlükleri geri verilmelidir. Ancak o zaman bu ülkede Kürt olmanın da Türk olmanın da siyasal olarak rant sağlayamayacağı, bireysel ve gerçek bir yurttaşlığın bizleri eşitleyeceği bir noktaya gelebiliriz ve hep beraber başka ortak sorunlarımızla uğraşabiliriz.
Bazı konularda bütün partilerin söz birliğine ihtiyaç yoktur. Sorunun bu hale gelmesinde suç ortaklıkları olsa da çözüm için şimdi asıl sorumluluk siyasal iktidara düşmektedir. İhtiyacımız olan şey, savaşın meşrulaştırılması için uzun yıllardır sürdürülen iktidar dilinin yeni bir toplumsal mutabakatı oluşturma yönünde değişmesidir ve gereken siyasal kararlılığın gösterilmesidir.
Bu ayrımcı, şiddet ve acıdan beslenen dilin gramerini iktidarlar ördü ama o dile zenginliğini veren, başta medya olmak üzere, hepimiziz. Gerçek bir kardeşliği oluşturabilmek için herkes artık başka türlü konuşmaya ve davranmaya başlamalı.
Çözüm sürecine toplumun hazırlanması, ikna ve güvenin sağlanması ne derecede önemli? Bu nasıl, hangi enstrümanlarla ve söylemle sağlanabilir?
Ben, toplumun büyük çoğunluğunun şiddetsiz bir çözümden yana olduğunu gözlemliyorum. Bu bir politik tercihten çok, şu ana kadar uygulanan politikaların yarattığı acı dolu sonuçların yarattığı bıkkınlıkla ilgili biraz da.
Hükümetin Kürt sorununu çözme niyetini beyan ettiğinden bu yana geçen süreç içinde, seçkinci ve toplumun farklı kesimlerini siyasal iradelerini kullanmaya pek de teşvik etmeyen bir yol izlediği söylenebilir.
Oysa şu anda bulunduğumuz bence çok olumlu nokta sadece bir başlangıç noktası ve bu uzun sürecin asıl aktörleri sıradan insanlar olarak bizleriz. Çünkü düşmanlığı hayata geçiren ve bütün acı sonuçlarının izleriyle zihinleri, bedenleri, mahalleleri, şehirleri biçimlenmiş olanlar bizleriz. Bütün siyasal aktörlerin, sivil toplum örgütlerinin, akademik birikimin kendisini ifade edebileceği bir açık siyasal ortam yaratılmalı. (TK)