"Gidersen oxır ola,
Daş qele yolın ola,
Benden başka seversen
İki gözın kor ola…"
Bir şarkıdan kalanlar
"Gitmek"ten kavramsal olarak, ya da "fiil" olarak söz etmek gerekirse; bugünlerin pek de geçer akçe kavramı, "Ya sev, ya terk et" sloganında varlık bulan ve tek başına, terk edip bir yerlere gitmeye düşmeden aşkı uğruna her bir şeyi göze alıp "sınırları ihlal" eden sınırlara sınır tanımadan vuran bir gidişten, yani "gitmek"ten söz etmek galiba en sanatsalı ve en doğru olanı…
"Bütün bunlar benim başıma mı geldi"
80’li yılların sonunda faili meçhul cinayetlerin ve Kürt coğrafyasının binlerce köyünün hızla tahliye edildiği bir zaman diliminde Diyarbekr’in Lice ilçesinin köylerinden biri, daha boşaltılır. O köyden bir "köylü" Diyarbekr’de bu işlerle uğraşan avukatlardan birine gider. Ve durumunu ayrıntılı olarak anlatır. Bir dilekçe yazmasını ister. Avukat oturur, vatandaşın dilekçesini yazar. Sonra da bir eksiği, gediği kalmış mı, onaylıyor mu, diye sorarak, yazdıklarını okur. Dilekçenin avukat tarafından okunması bittikten sonra, avukat köylü vatandaşın ağladığını görür. "Neden ağlıyorsun" diye sorar avukat. "Ağlamayıp da ne yapayım avukat bey! Sen okudukça şaşırdım. Bütün bunlar benim başıma mı geldi!" diye…
Elbette bütünüyle bu ülkenin son otuz yılında, hatta daha da fazlası, katmerlisi, Kürtlerin başına geldi. Yazılanları, henüz yazılmayanları, paylaşılanları, henüz paylaşılmayanları, konuşulan konuşulmayanları bilcümle Kürdün başına geldi.
O sebeple bir buçuk saatlik bir filmografi içinde Gitmek filminde, filmle ilgili o çokça kullanılan "Türk Kızı" manasında bütün yaşananlar "Bir Kürde gönül veren" bir "Türk Kızı"nın başından geçenler…
Hüseyin Karabey
Hüseyin Karabey’i on yıla yakındır tanırım. İnsan Hakları Derneği, MazlumDer ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın birkaç yıl üst üste düzenlediği bir İnsan Hakları Sempozyumu'nun Antalya’daki bir toplantısında tanı(ş)mıştım. İşkence, işkencenin travmaları ve sonrası üzerine hazırladığı bir belgeseli de orada izleme fırsatım olmuştu. O gün bugündür Hüseyin Karabey’in yaptığı her işi, haberim oldukça izlerim.
Gitmek
Yönetmen Karabey bu kez kendisi açısından bir ilkle, bir sinema filmiyle karşımızda. Filmi Diyarbekr galasında kendisinin ve bazı oyuncuların katılımıyla izledim. İtiraf edeyim ki belgesel tadında bir sinema filmi olmuş Gitmek. Görselliği, mekan seçimleri, abartıya kaçmayan karakterleri, ince ayrıntılardaki "vurgular". Bütün bunlar sinema dili açısından bu denli "kirlenmenin" yaşandığı bir ortamda çok anlamlı.
"Feministleri" belki de kızdıracak kadar bir erkek sahiplenmesi ve ilgisiyle, uzak ama yakın bir aşkın kadın gözüyle, kadın bakış açısıyla hem de vurgulu bir üslupla sahnelenişi Gitmek. Kararlı ve neyin peşinde olduğunu ve nereye varmak istediğini bilen bir kadın var karşımızda Gitmek’te. Çok sevdiği mesleği tiyatroculuğa adapte olmakta zorlanan, "aşkının" yaşadığı coğrafya nedeniyle o yaralı coğrafyada olan biten her bir şeyi yakından izleyen, yüreği "orada" atan bir kadın bakışı. Aşkının halkının konuştuğu dili (Kürtçe'yi), öğrenmeye azimli bir kadın perspektifi var filmde.
Bu ülkede yapılan filmlerin büyük çoğunluğu gerçeğin kenarından köşesinden dolanır. Gerçeği, genellikle sulandırır. Tatsızlaştırır. İçinden çıkılmaz ve (melo)dramatik aşklara dönüştürerek, kimi kez da feodal öç almalara vardırarak işi bağlar. Ya da "işi" sloganlaştırarak izleyiciye vereceği mesajı (sanki mesaj vermek zorundaymış gibi!) ulaştırabileceğini sanır.
İfade etmeliyim ki, Gitmek bütün bu yanlışlara düşmemiş. Yönetmenin "belgeselcilik" yanının ağır basması bu sağlam ve kararlı duruşa altyapı oluşturmuş. Filmin görselliğini alabildiğine canlı tutmuş. Bir başka yönüyle de derdini, slogana kaçmadan sloganlarla beslenmeden paylaşmak istemenin engel ve hudut tanımayan görselliği olmuş. Kurmaca ile belgesel iç içe geçmiş. Farklı tatta, seyirlik ve güzel görsellikte bir işe sebep olmuş Gitmek…
O çok bilinen ve kimi etnik aklıevvellere de ders olabilecek nitelikte! Bir Türk kızı, bir Kürt oğlanına aşık olabilir mi? Aşık olursa ne olur? Dünya mı yıkılır! Bal gibi de aşık olunabileceğini izleyenlere bir kez daha gösteriyor Gitmek.
Defalarca, değişik yerlerde yazdım. "Kardeşlik" hikayelerine iki halkın da karnı tok! İhtiyaç; dostlukta, arkadaş olmakta, insan gibi sevebilmekte, aşkta, sevgide... Bütün bu duygusal alt üst oluşları içselleştirmekte... İşte kanımca Gitmek bunu becermiş.
Aşkı, bütün diğer siyasal ve öteki kavgalı, çatışmalı kavramların en üstüne oturtarak sinemanın o çok kullanılan aşk hikayatını bir kez daha kimi "tabuların" üstüne üstüne yürüyerek ezip geçmiş... Filmin başarısını bu noktada aramak gerek.
"Kürt oğlanının Türk kızına" göre daha pasif bir konumda olması, aşkı için yeterince gayret göstermiyor gibi bir algıya sebep olması manasında da; yönetmen de, senaryo ekibi de oyuncular da düşündüklerini becermişler.
İstedikleri kadar "gidin" desinler...
Gitmek filminden yola çıkarak demeliyim ki, sinemanın, tiyatronun, edebiyatın ezcümle kültürün ve sanatın diliyle, inadına önyargılar kırılıyor. İstedikleri kadar "gidin", ya da sevmiyorsanız "terk edin" deseler de! Sevdiğimizi sevdiklerimize de sevmediklerimize de dilimiz döndüğünce, dilimizden anladıkları kadarıyla anlatmak ve paylaşmak gerek. Ve gitmekten anladığımız her neyse; Gitmek gibi filmlere gidebilmek olduğunu anlatacağız ve paylaşacağız. Yoksa sevsek de sevmesek de, bu topraklar ezelden ve ebetten bu yana bizim. Kendimize yeni "yurtlar" aramanın da defterimizde kayıtlı olmadığını en iyi sanatın diliyle "Gitmek"e giderek göstereceğiz elbette... (ŞD/TK)
* Önümüzdeki haftalarda Sonbahar ve Bahoz üzerine de iki yazı yazacağım.