Genç bir kadın… Habur sınır kapısına 10 kilometre kadar uzaktaki Silopi’de, kapıyla aynı adı taşıyan otelde, Habur Otel’de, sevdiği adama ulaşıp ulaşamayacağını düşünerek televizyon seyrediyor. Televizyonda muhabir Amerika’nın Irak operasyonunun başladığını haber veriyor, Türkiye’nin yüreği ağzında, savaşın bir parçası olmayacağı 1 Mart tezkeresi ile kesinleşmiş olsa da, dibimizdeki komşumuz, akrabamız, kardeşimiz ateş altında. Genç kadın sadece komşuluktan değil, akrabalıktan değil, aşktan endişeli…
2003 yılı Mart ayı. Ayça Damgacı'nın Iraklı Kürt sevgilisi Hama Ali’ye ulaşmak için sınırı geçmeyi beklerken kaldığı Habur Otel’de benim de bir odam vardı. Muhabirlik yapıyordum, dibimizde bombalar yağarken, memleketin, bu toprakların ve bu coğrafyanın önümüzdeki zamanlarda nasıl bir yer olacağını çözmeye çalışıyordum. Ayça ile o zaman tanışmadık, karşılaşmadık ama son zamanların en çarpıcı filmlerinden “Gitmek/ My Marlon and Brando”yu izlerken anladım ki, karşılaşmış olmamız çok olasıymış oralarda…
Aradan beş yıl geçmiş. Bu beş yıl hem Ayça Damgacı’nın hem de benim kişisel hayatlarımız için elbette birçok “yeni”yi barındırıyor. Ama memlekete ve bölgeye baktığımızda aynı şeyi söylemek kolay değil. Bir atlıkarınca misali, her şey dönüyor, dolaşıyor aynı yere geliyor…
Damgacı’nın paylaşım cesareti…
İyi belgeselci Hüseyin Karabey ilk uzun metrajında o aynı yere gelen toprakları, tam da gereken bir zamanda bir daha, yeniden, yenileyerek anımsatıyor.
Gitmek’i ilk olarak Kars’ta, tıklım tıklım dolu bir sinema salonunda, Gezici Festival kapsamında izledim. Salon Karslılarla, Diyarbakırlılarla, Batman ve Mardinlilerle, Ankaralılarla, Karadenizlilerle, İstanbullu ve İzmirlilerle doluydu, hadi uzatmayayım lafı, Kürtlerle, Türklerle, Çerkeslerle, Lazlarla doluydu. Ülkenin dört bir yanından film izlemeye gelmiş yüzlerce insanın çok büyük bir bölümünün yüzünde, filmden çıkarken aynı soru ifadesi vardı. “on yıllardır çekilen bu eziyet niye?”.
Aradan birkaç hafta geçti, filmi bu kez de Diyarbakır’da, Diyarbakır Sanat Merkezi tarafından düzenlenen bir özel gösterimde Salı akşamı izledim. Salonun herhalde birkaç kişi hariç tamamı Kürt’tü, filmin bittiği andaki soru ifadesi Kars ile aynıydı bence, “on yıllardır çekilen bu eziyet niye?”.
“Gitmek” Ayça Damgacı’nın kişisel hikayesinden yola çıkıyor, aşık olduğu adama ulaşmak için yola çıkan bir kadının “yol”unu anlatıyor. Bütün bu yol aynı zamanda bir Türkiye, Kürt meselesi, kadın, Amerika, savaş ve komşuluğu barındırıyor, dil, paylaşım, birbirine değme insanı yerinden zıplatıyor. Ayça Damgacı şimdiye kadar Türkiye sinemasında gördüğüm en cesur işi yapıyor, kendi yolculuğunu bütün içtenliği ve açıklığıyla izleyiciyle paylaşıyor.
Karabey kadın yönetmenlerin yanına…
Ve film bence aslen bir kadın filmi. Türkiye sinemasının son yıllarda Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi çok ileri anlatım diline sahip ama kadına bakışları sıkıntılı yaratıcılarının, Serdar Akar gibi tamamen erkek dilli yönetmenlerinin arasından Hüseyin Karabey bir kadının öyküsünü müthiş bir kadın diliyle anlatarak açık ara sıyrılıyor.
Karabey, elbette gerçek öyküsünden yola çıktığı Ayça Damgacı’nın etkisinde, bu tartışılamaz. Kadına bakışı bir kadın olarak gayet yerinde olan Damgacı’nın “dili” filmde kendini net olarak hissettiriyor. Karabey, Damgacı’nın da yardımıyla bir kadın dili oluşturmayı başarıyor. Türkiye sinemasının erkeklerden kurulu düzeninde, Handan İpekçi ve Yeşim Ustaoğlu gibi mücadeleye devam eden birkaç kadın yaratıcının yanına Karabey’in adını da rahatlıkla ekleyebilirim artık…
Gitmek, bir kadının aşkına yolculuğunun öyküsü gibi okunabileceği gibi, orta sınıf, batılı bir küçük burjuva kadının kendine yolculuğu olarak da okunabilir, ki ben bunu çok içten tercih ediyorum. Karabey ve Damgacı hemen hemen hiç klişeye düşmeden, ezber bozan bir sinema diliyle, bize olmazı olduran bir öykü anlatıyorlar. Diyarbakır Sinema Kulübünden Kemal Yıldızhan’ın yorumuyla bir anti-kahramanın tersine yolculuğunu “garipseme” yaşatmadan veren müthiş samimi bir anlatım gücü. Bir erkeğin bir kadına değil, bir kadının bir erkeğe gidişi, doğudan batıya değil, batıdan doğuya yolculuk, güzellik değil, sıradanlık üzerinden bir aşk hikâyesi, fonda savaş, ümitsizlik ve ümit var…
Gitmek, bu senenin tartışmasız en kıymetli işlerinden, hele ki şu ortamda…(ÇM/EÜ)