vererek kazanılır kavga
Bizim güzelliğimiz kibirli ve müstehzi hayatı vuruşumuzdadır
Biz vuralı beri…” Veysel Öngören, Remtelebe.
70’li yılların sonunda Kürt gençlerinin siyasal talepkârlığı manasında adlarını duyurmaları ve bölgede onlara halk arasında “Telebeler” denmesi, o günlerin kavramsallığı çerçevesinde bugün Kürt coğrafyasında ne kadar konuşulur ya da ne kadar anımsanır, bilemem.
Ama ben unutmam. Çünkü nenem benim en baş tarih öğretmenimdi. Tehditkâr ve uyarıcı bir öğretmendi. Her fırsatta ben dâhil üniversite gençliğini hedefleyerek derdi ki; “Oğul, aklınızı başınıza alın. Şeyh Said Efendi ki, âlim bir zattı. Uğruna, ‘öl’ dese anında ölecek onbinlerce adamı, silahı vardı. İşte o Şeyh Said Efendi devletin tankıyla, topuyla, tüfengiyle, askeriyle, velhasıl bir de oyunlarıyla baş edemedi. Siz altı üstü, telebelersiz. Ne silahız var, ne de tecrübez. Baş edemezsiz. Oturun oturduğuz yerde mektebinizi bitirmeye bakın.”
Nenemi ben de, arada bir eve gelen arkadaşlarım da dinler, ‘yaşlı bir piri faninin’ sözleri, kulak asmamak gerek, deyip güler geçerdik.
Sonra o “telebeler” Kürt Siyasal Hareketi adı altında yola çıkarak bugün Kürtlük adına gelinen noktaya işi getirdiler. Ve işi bir “talebe talepkarlığı” ve örgütlenmesi olmaktan çıkardılar. Adı, sanı, kimliği, kültürü, dili; özetle herbirşeyi kaba bir inkârla imlenen Kürt Halkının sesi soluğu ve çığlığı oldular…
Bunları ve bu girizgâhı daha da uzatarak paylaşmak mümkün! Ama ben uzatmayacağım. Yaşanmışlıkları, Kâzım Öz’ün 2008’in sonuna doğru Türkiye gündemine düşen “Fırtına-Bahoz” filmini izledikten sonra anımsayarak paylaşmakla yetineceğim.
Kâzım Öz’ün doğum tarihine baktığımda (1973, Dersim) fark ediyorum ki, anılan yetmişli yılların sonunda daha ilkokula yeni başlamış sayılır. O “telebe hareketinin” talebelikten kaynaklı adını anımsamasa da, sonraki yıllardaki mücadele tarihinin yazılı kaynaklarından geçmişi kavramış olması kuvvetle muhtemel.
Birkaç yıl evvel Kâzım Öz’ün “Fotoğraf” filmini izlemiştim. Bir yol arkadaşlığında başlayan ve hedefleri aynı coğrafya olan, biri dağa gerillaya katılmaya, diğeriyse asker olmaya giden önceden tanışmayan iki gencin bir otobüs yolculuğu süresince fotoğrafını çekmişti Kâzım.
Bu kez bir daha “coğrafyanın yırtılan” yerinden, metropolün üniversitesinden, yüzünü kanamalı coğrafyasına çevirmiş 90’lı yılların başının İstanbul’undaki Kürt gençlerinin “davayla” ilk tanışmalarının ve metropol sokaklarının serencamına kamerayı tutmuş Kâzım Öz.
İtiraf edeyim ki; o yıllar hepimiz için acı verici yıllardı. Gün geçmiyordu ki; Özgür Gündem gazetesinin (ya da farklı adlarla da çıkmak zorunda kalan gazetenin) sayfalarında İstanbul’un seçkin fakültelerinin çeşitli sınıflarından okulu bırakıp dağa giden gençlerin “şehit” haberlerini okumayalım. İşte tam da gazete haberlerine, ya da ilan sayfalarına bir isim, bazen bulunabilmişse bir fotoğraf ve kısa bir cümlecik anma duyurusunun iliştirildiği yaşanmış bir dönem filmi olmuş Fırtına…
2008’in iz bırakan üç “bizim” diyebileceğim filminin (diğerleri Gitmek ve Sonbahar), yönetmenlerinde sıkı bir araştırmacı ve belgeselci damar var. Bu, kanımca unutkan toplumlar için bellek tazeleme, aynı zamanda siyasal sinemadan beklentileri olanlar için ise kıymete değen bir durum. Kâzım Öz ve Mezopotamya Kültür Merkezi Sinema Kolektifi, nerelerden gelindiğini unutmamak adına kayda değer önemde bir iş yapmışlar Fırtına ile…
Amatörlükleri de epeyce aşmış Fırtına ekibi. Cesur sahneleri, teknik altyapıya, görselliğe, dar alan çekimlerine, profesyonel oyuncularla da ekip uyumuna olabildiğince özen göstermişler. Kimi şehirlerde Bahoz-Fırtına’nın gösteriminin engellenmesine, ya da fiili olarak salon verilmemek şeklinde önünün kesilmesine rağmen Bahoz eminim ki bir dönemin Kürt siyasal panoramasının gençlik üzerinden okumasında önemli bir sanatsal işlev üstleniyor / üstlenecek…
Bugün bırakınız tek başına Türkiye gündemine oturmayı, artık dünyanın da sorunu haline dönüşen ve çözüm için başköşeye yerleşen “Kürt Sorunu”nun, siyasal arka planının hangi badirelerden geçerek bugünlere taşındığının İstanbul öğrenci gençliği üzerinden de dönemsel bir okuması olmuş Fırtına. (Belki de Kürt öğrenci gençliği demeliydim. Çünkü Kürt olmayan diğer öğrenci gençliğin ayakları pek de yere basmayan siyasal ve kopuk ya da uçuk ipuçları da var filmde. Ya da benim izlenimim bu yönde)
Kâzım Öz, Fırtına ile (Aynı izlek üzerinden Fotoğrafı da eklemek gerek) Kürt Siyasal Mücadelesinin batıdan esen rüzgârının, sanatın objektifiyle bir cephesini alenen ifşa etmiş oluyor. Bir arkadaşım, İzmir’den Özden’in ifadesiyle “Hayatın içine girilivermiş de, gizli çekim yapılmış” ve bugün bizlerle paylaşılmasına karar verilmiş bir film olmuş Fırtına…
Hikâyenin, eminim ki ilerleyen zaman dilimlerinde “Doğu yakasına”, ya da dağ’a ve tabii ki Kürt şehirlerinin “zulalarına” yansıyan yüzüne de Kâzım ya da aynı gelenekten gelen sanat erbabı arkadaşları kamerayı tutacak. Bekleyecek ve göreceğiz. Kürt sanatçıları kültür ve sanatla da siyasete gönderme yapılabileceğini emekleriyle gösteriyorlar. Ha! bir de unutmadan, “Fırtına’dan eğilmeyecek ağaçlar da vardır” diyecekler, adım gibi eminim. Hem de göğüslerini gere gere, o güne kadar…(ŞD/EÜ)