Yaptıkları müziği “İstanbul rock” olarak niteleyen FarDas, son teklisi “Kızlar Kızlar”ı tüm dijital platformlarda yayınladı.
Tanımın gerçek anlamıyla “çok sesli” bir grup olan FarDas, Bitlis yöresinin meşhur türküsü “Kızlar Kızlar” cover’ını dinleyiciyle buluşturdu. Bu zamana denk birçok defa farklı tarzlarda karşımıza çıkan “Kızlar Kızlar”, FarDas kolektif müziğinin tipik bir örneği olarak daha da “farklı” bir biçime bürünüyor. Ahmet Eren Aras (vokal), Umut Sefa Yıldız (elektrik gitar), Mert Erim (bas, klarnet) ve Orhan Enes Kuzu’dan (klavye) oluşan FarDas’la grubun hikâyesini, şarkılarındaki çeşitliliği, dinleyiciye direkt yansıyan samimiyetlerini ve “aydınlık günleri” konuştuk.
FarDas’ın ne demek olduğunu epey arayıp, taradım. Portekizce “üniformalar” demekmiş. TDK’da da “ufak kilim” diye geçiyor. Ama Umut’un babasının Tokat’ta doğup büyüdüğü köyün ismiymiş. Güzel tınlıyor ama spesifik olarak sizin için alelade bir isim galiba değil mi?
Umut: Öncelikle “güzel tınlıyor” ifadesine sevindim. Evet, ailemizin köyünün ismi. Aslında resmiyette böyle bir isim yok. Anadolu’da birçok yerde köy, kasaba isimleri bu şekilde sonradan değiştirilmiş, malum. Ancak halk yine de bu eski isimleri kullanıyor. Fardas da bu şekilde. Portekizcedeki anlamına ben de denk gelmiştim. Ama bizimkiyle bağlantılı değil elbette. Ama ilginç bir tesadüftür ki bizim grubun da okul sıralarında oluştuğunu düşünürsek Portekizce “üniforma” anlamına gelmesi uygun düşmüş oluyor.
Galiba şimdiye kadar karşılaştığım en verimli öğretmen-öğrenci çalışması FarDas. Birbirinizin müzikle ilişkisinden nasıl haberdar oldunuz? Okulda, derste müzik muhabbeti yapıyor muydunuz?
Umut: Evet, bizim farkımız herhalde öğretmenin yetenekli öğrenciyi bir alanda teşvik ve yönlendirmesinden ziyade doğrudan ekibine alması, onunla beraber yürümesi. Başlangıç ise o sıralar okul organizasyonu olarak planlanan 70’ler 80’ler konserinin hazırlık sürecinde oldu. Derslere de yansıyordu tabii müzik muhabbeti.
Sonrasında da o ekipten öne çıkan bazı öğrencilerle FarDas’ı oluşturduk. Önceleri kalabalık bir ekiptik. Süreç içinde öngörüldüğü üzere sınavlar, üniversite vb. nedenlerle kopmalar oldu. Elek üstü kalan arkadaşlarımızla yola devam ettik. Benim zaten önceden bir müzik geçmişim vardı. Benim ve Ahmet’in bestelerini kaydedip dijital platformlarda yayınlamaya başladık. Son olarak tiyatro müzikleriyle tanınan değerli dostum Orhan Enes Kuzu da ekibe dahil olarak bize güç kattı. Son şarkıların düzenlemelerinde kendisinin imzası var.
Biraz Anadolu, biraz İstanbul rock
Spotify’da hakkınızda, “Biraz Anadolu biraz mavimtırak biraz İstanbul Rock” yazıyor. Basın bülteninizde de “İstanbul rock” vurgusu var. Şarkılarınızın skalasının genişliği, bu tanımlarla ilgili az buçuk bir şeyler uyandırıyor kafada ama bu tanımı bir de sizden öğrenmek isterim.
Ahmet: İstanbul, Türkiye'nin kültür başkenti, tarih boyunca da doğu ve batı medeniyetinin kesiştiği, bir yakası Avrupa'da bir yakası Anadolu'da güzel kentimiz... İstanbul kadar kalabalık, İstanbul kadar güzel, İstanbul kadar zengin olmak, elbet bizlerin başat idealidir. "İstanbul Rock" ifadesi aynı zamanda müziğimizin rengini, kalabalığını ve kucaklayıcı oluşunu yansıtıyor. Öyle ki 50’li yıllar sonrası Anadolu'dan İstanbul'a yaşanan göç dalgasının bir yansıması da bizim müziğimizde kendine yer buluyor. Oturduğumuz kalabalık apartmanlarda üst komşumuz metal dinlerken alt komşumuz türkü ve kapı komşumuz caz dinliyor olabiliyor ama işin sonunda Boğaz’dan İstanbul'a baktığınızda hem bugünü hem dünü görüyorsunuz. Belki hem bir keşmekeş hem de bir "öz" görüyorsunuz. Biz İstanbul’un Kadıköy’ün ve Anadolu’nun çocukları olarak o özü müziğimize maya biliyoruz. Blues yabancı ama maviler bizim olabilir, Anadolu türküler, İstanbul rock, biz olabiliriz!
Müziğinizin genişliğinin FarDas üyelerinin iyi birer dinleyici olmasıyla da alakası var sanırım. Her şarkınız bir öncekinden ya da sonrakinden farklı. Bu kadar kalabalık “sesler”den şarkı üretmek zor olmuyor mu? Nasıl tutturuyorsunuz dengeyi?
Ahmet: Daha önceki soruya verdiğimiz cevaplarla paralel olarak yaşadığımız ortamdaki çeşitlilik, zengin kültür elbet kulaklarımızı iyice besledi. İki gözüm bir çiçeğim çeşit çeşit ezgilerimiz var ve bizler de heyecanlı arılarken yalın bir şey olmak yerine her şeyin olduğu biricik şey olmak düşüncesindeyiz.
Dinleyici rakamlarına bakarak epey bir kişinin sizden haberdar olduğunu tahmin ediyorum. Yayınladığınız şarkıların niteliği ve niceliği de bunun referansı. Fakat basında Gazete Kadıköy’den Evin Arslan dışında kimse size mikrofon uzatmamış. Dinleyiciye ulaşmada günümüz “mecburiyetlerini” mi kullanıyorsunuz?
Umut: Evet, Evin Hanım’a da selam olsun. Kendisine o sıralar çıkan “Kadıköy” şarkımız vesilesiyle röportaj vermiştik. Diren Sanat platformu editörü Sabit Doğan ile de bir video röportaj gerçekleştirdik. Onun dışında sosyal medya üzerinden gidiyoruz, evet. İleride daha çok görünür olmak isteriz tabii. Zira biz şu ana kadar yayınladığımız şarkılar içinde ileride parlayacak ve hatta klasik olacak birçok parça olduğuna inanıyoruz. Bazı şeyler biraz reklam, biraz tanıtım ile ilgili. İstiyoruz ki yeni bir şarkıyla bizi keşfetmiş insanlar “neymiş bu adamlar bi’ bakayım” deyip eskileri şöyle bir tararken hazine bulmuş gibi olsun. O yüzden arşivimizi yakın geleceğin dinleyicisini tatmin etmek için sağlam işlerle genişletmeye gayret ediyoruz.
Türkü funk
Son şarkınız “Kızlar Kızlar”ı yayınladınız. Bu türkü o kadar çok farklı biçimde karşımıza çıktı ki türkünün kendisini unuttuk. Sizinki de bu listeye bir yenisini ekliyor. “Kızlar Kızlar”ı cover’lamanızın özel bir sebebi var mı?
Enes: Tam olarak da yapmak istediğimiz biraz buydu. Türkü olduğunu melodik öğeleri tam olarak aynı tutarak başarmak, ama o sırada türkü olduğunu da unutturmak. Enstrümanları kaldırsak türkünün en doğal hali ile karşılaşırız “Kızlar Kızlar”da. “Kızlar Kızlar” retro bir türkü funk şarkısı oldu ama ciddi bir brit rock ve biraz da rap etkisinde.
Türkünün bahsettiğim onlarca farklı versiyonunun dışına çıkarak, daha da farklı bir şekilde yorumlamak nasıldı? Şarkılarınızın hepsini baştan sona birkaç kez dinlediğimde, bu kadar fazla tarzları bir araya getirirken ya hücum kayıt gibi bir şekilde çalıp bitirmişlerdir ya da her kafadan başka sesler çıktığı için üzerine epey düşünmüşlerdir diye düşündüm. Hangisi ağır bastı?
Enes: Bitlis yöresi bir türkü “Kızlar Kızlar”, yüzyıllar boyunca yol almış ve günümüze ulaşmış. Biz bir de buradan bakın demek istedik. “Kızlar Kızlar”, FarDas yorumu ile sıradan olmayan, üzerinde ciddi düşünülmüş haliyle dans eden insanlar hayal ettik.
Umut: Sorunun devamıyla ilgili olarak ben de şunu söyleyeyim: Farklı tarzların olmasının bir nedeni de ekip üyelerinin hemen her birinin söz-müzik yazıyor olması. Bununla birlikte seçilen şarkının Ahmet’in vokal yapısına uygun olmasına dikkat ediyoruz. Bazen de bir şarkı ilk halinden bambaşka bir hale bürünebiliyor işin sonunda. “Aya Bay Bay”da öyle oldu mesela. Üzerinde epey kafa patlattık, evet.
"Paylaşılmayı bekleyen çok şarkımız var"
Şarkılarınızın her biri “ilk göz ağrınız” gibi. Coştuğunuz yerde tam coşuyorsunuz, ağlayıp ağlatacaksanız bunu en derinden yapıyorsunuz, oynayıp oynatacaksanız pistte boş yer bırakmıyorsunuz. Nedir bunun sırrı?
Umut: Bence işin sırlarından biri Ahmet’in vokali. Bir kere övünmek gibi olmasın ses aralığı oldukça geniş bir solistimiz var. Bu bizim şansımız. Hangi şarkıda nasıl bir ton seçmesi gerektiğini, hangi aralıklarda nasıl tepki vereceğini iyi biliyor. Ayrıca çarpıcı bir ses rengi var. Bir de buna halk müziği kulağı ve damarı da eklenince dinleyicinin buna kayıtsız kalması zor. Öte yandan her bir şarkı için oluşturmaya çalıştığımız sound ve ambiyans da elbette önemli.
Mert: Bunun temel sırrı aslında çok basit: Bizler her duyguyu en uç noktalarında yaşayan insanlarız. Ağlıyorsak da eğleniyorsak da en yoğun haliyle. Her şarkımızın "ilk göz ağrımız" olmasının en temel sebebi de bu. Şarkılarımıza duygularımızı tüm şeffaflığıyla yansıtıyoruz. Her bir şarkımız bizim içimizden birer parça, bundan dolayı her parçamız bizler için çok değerli. Daha o kadar şarkımız var ki paylaşmayı bekleyen. Her yeni şarkı sürecinde üretilen yeni fikirler var. Ama tabii iş prodüksiyona gelince yavaşlıyoruz ister istemez. Kolay iş değil. Umarım daha fazla imkân ve zaman buluruz bunları paylaşmak için.
Sırada ne var diye sormuyorum… Bu soruyu böyle bırakmaya “Aya Bay Bay”ı dinledikten sonra karar verdim. Bence size sorulmaması gereken bir soru. Haksız mıyım?
Ahmet: Tam da tespit ettiğiniz gibi, sıradakinin ne olup olmadığını ancak sizden biraz daha iyi biliyoruz, o kadar. Sırada bekleyen ve yıllar içinde olgunlaşan eserlerimiz mevcut ve müstakbel dinleyicilerimize kavuşsun isterken gün geçmeksizin yeni bir ezgi, yeni bir hikâye, yeni bir eser ortaya çıkıyor.
"Her şeyin başladığı nokta burası"
Ay hâlâ karanlık mı? Siz hâlâ rengarenk misiniz? Dünyanın bataklığı devam ediyor mu? Sizin berraklığınız ne durumda?
Mert: Biz şarkılarımızda berraklığımızı sunmaktan hiç çekinmedik, ileriki zamanlarda çekineceğimizi de düşünmüyoruz. Dünyadaki bataklık son bulmadıkça da Ay aydınlanmayacak. Bu pis, karman çorman bataklığın içinde hâlâ rengarenk kalmaya çalışanlardanız. Karanlığı, aydınlığa dönüştürme umuduyla yaşayanlardanız.
Umut: Geçenlerde bir yerde okumuştum, Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Milyon Taşı’ndan dolayı 1884 yılına kadar sıfır meridyeninin İstanbul’dan geçtiği kabul ediliyormuş. O tarihte düzenlenen bir kongreden sonra (zorlamayla) Greenwich’e alınmış. Yani İstanbullular olarak tarih boyunca dünyanın merkezi olarak görülmüş bir yerdeyiz. Her şeyin başladığı nokta burası. O yüzden ümit de sevgi de barış da buradan yayılacak dünyaya. Biz buna inanıyoruz ve bunun için müziğimize “İstanbul rock” diyoruz.(BS/AÖ)