Devrimin kilometre taşları: Şaikhet’in kamerasında yıkım ve yapım
Büyük fikirlerin yansımaları her zaman büyük mü olur? Yeninin yolu eskiden nasıl geçer? Yıkım ve yapım bir kareye nasıl sığar? Olağanüstü hedefler gündelik yaşamda nasıl yankı bulur?
Tüm bu düşünceleri, söze ihtiyaç duymaksızın devrimci bir biçimde ifade etmede usta bir isim var: Sovyet fotoğrafçı Arkadi Şaikhet (1898-1959).
İsmini daha önce fazla duymadığımız Şaikhet, objektifiyle bize çığır açan, ikilikler içeren fotoğraflar sunuyor. Ancak bununla da kalmıyor; aynı zamanda Ekim Devrimi’nden İkinci Paylaşım Savaşı'na kadar uzanan dönemde Sovyetler Birliği’nin inşa sürecine de ışık tutuyor. Peki nasıl?
Ekim Devrimi ile birlikte, dönemin yeni sanat akımlarında çarpıcı gelişmelerin yaşandığını en iyi sinema örneğinden tanıyoruz. Ancak, devrimin itkisini sadece birkaç sanat dalıyla sınırlamak yanlış olacaktır. Sovyetler Birliği’nde atılan her adım, topluma farklı bir dünyanın mümkün olduğunu gösterirken, devrimin heyecanı hayatın her alanına yansır. Bu dönemde devrimin tüm yenilikçi coşkusunu sinema gibi fotoğrafçılıkta da görebiliyoruz. Şaikhet gibi isimler, daha önce eşine fazla rastlanmayan bir üslupla kameralarını eline alan yeni nesil Sovyet sanatçılardır. (Fotoğrafçılık alanında öne çıkan Aleksandr Rodçenko, Georgi Petrusov ve Boris İgnatoviç gibi isimleri sayabiliriz.)
Bugün biz de Şaikhet’in fotoğraflarına odaklanarak, onun fotoğrafçılığını ‘devrimci’ kılan unsurları keşfedeceğiz. Şaikhet, kompozisyonlarında karşıtlıkları öylesine dikkat çekici bir şekilde tek bir kareye sığdırabiliyor ki, fotoğrafları aradan yüz yıl geçse de insanı tüyler ürpertici bir yolculuğa çıkarabiliyor. Onun için asırlara hükmedecek adımlar, gündelik yaşamlarda kendisini gösterir. Görkemli ufuklar, sıradan hayatlarla buluşur. Büyük fikirler, önemsiz sayılabilecek detaylarla şanlanır. Komünizm, bazen gariban bir çocuğun gündelik hayatı kadar basittir.
Gelin hep beraber adım adım tarihin ‘basit’ ancak gerçek izlerini sürebileceğimiz kareleri inceleyelim.
İnşaat başlıyor
Ukraynalı Yahudi bir ailede dünyaya gelen Şaikhet, 1922’de Moskova’ya taşınır. Bir fotoğraf stüdyosunda rötuşçu olarak çalışmaya başladıktan iki yıl sonra, 26 yaşındayken ilk fotoğrafları yayınlanmaya başlar, yeteneğiyle çabucak adından söz ettirir. Önde gelen gazetelerin foto muhabiri olarak çalışmaya başlayan genç Şaikhet, daha sonra çeşitli basılı yayınlar için içerik üretmeye başlar. Sovyetler Birliği’nin ünlü fotoğraf dergisi Sovetskoe Foto’nun kurucuları arasında yer alır. İlk foto-röportajını ise ‘Filippov Ailesinin 24 Saati’ ismiyle Almanya merkezli AIZ dergisi için yapar. Bu çalışmada, sıradan bir Sovyet ailesinin bir gününün nasıl geçtiğini gerçekçi bir üslupla objektife yansıtır.
Bu çalışmada, sıradan bir Sovyet ailesinin günlük yaşamını gerçekçi bir üslupla objektifine taşır ve izleyiciye sunar.
Henüz ilk fotoğraflarından itibaren, Şaikhet’in de dönemin diğer Sovyet sanatçıları gibi dikkatini çeken temel tema, ‘inşa’dır. Bunun nedenlerini anlamak için, objektifimizi o döneme çevirmemiz gerekiyor: Kanlı bir boğuşmanın içerisinden sıyrılıp gelen Ekim Devrimi, bir süre karşı devrimci güçlere karşı kendini savunmak zorunda kalır. Üretim araçlarını kamulaştırmayı ve siyasi iktidarı emekçilerin eline vermeyi hedefleyen Bolşevikler, nihayetinde Baltık Denizi’nden Pasifik Okyanusu’na, Kuzey Kutbu’ndan Karadeniz’e, Orta Asya çöllerinden Kafkas Dağları’na kadar uzanan geniş bir coğrafyada Sovyetler Birliği’nin kuruluşuna öncülük ettiler. Ve ardından, sosyalizmin zorlu ancak bir o kadar da heyecan verici inşa süreci başlar.
Teknik gelişim ve endüstriyelleşmenin kazandırdığı ivmeyle birlikte yeni şehirler filizlenir. Demiryolları, fabrikalar, görkemli yapılar, yenilikçi tasarımlar, eski düzenin çürük toprağından geleceğe dair sağlam bir inançla kendini gösterir. Artık yeni bir toplumun inşası artık yalnızca uzak bir ideale duyulan sorgusuz bağlılık değil, atılan her adımla o ideale daha da yaklaşmayı sağlayan somut bir süreçtir. Tüm kusurlarına rağmen, bu süreç, geleceğin küçük de olsa elle tutulup gözle görülebilen bir modelini sunar.
İşte Şaikhet’in kamerasında tam da bu fikre rastlıyoruz. Bazı örnekler üzerinden gidersek daha iyi anlayabiliriz. Lenin’in, “Komünizm, Sovyet iktidarı artı tüm ülkenin elektrifikasyonudur” sözüyle ifade ettiği süreç, Şaikhet için sadece yeni inşa edilen devasa santraller değildir; aynı zamanda insanlar için ne anlama geldiğidir.
Değişen toplum
Endüstriyelleşme, devletin izlediği politikalarda ve bu politikaların gündelik hayata sosyalist bir perspektifle yansımalarıyla hissedilir. Asıl çarpıcı olan, makine seslerinin kuru gürültüsü değil, sosyalist bir toplum kurma yolunda atılan adımlardır. Şaikhet için dikkat çekici olan meselenin bu kısmıdır. Yani fabrikalar açılır, üretim araçlarının mülkiyetinde devrimci hamleler yapılır, ancak bu sırada toplumsal yaşamın hiç aklımıza gelmeyen profilleri ne yapmaktadır? Mesela çocuklar bu fabrikaların neresindedir?
Sovyetler Birliği’nin, özellikle kadınların toplumsal yaşama eşit katılımını sağlama hedefiyle hayata geçirdiği kreş/anaokulu uygulaması bunun önemli bir örneğidir. Dünyada sistematik olarak anaokulu uygulamasını benimseyen ilk ülke olan Sovyetler Birliği, bu doğrultuda pek çok yerleşim yerinde ve büyük iş merkezlerinde sayısız kreş/anaokulu açar. Şaikhet de bu kreş ve anaokullarındaki çocukların gündelik yaşamını sıkça fotoğraflar.
Emekçilere tanınan ücretsiz tatil hakkı da yeni toplumsal gelişmelerin gündelik hayattaki en çarpıcı yansımalarındandır. Elbette bir Cihan Harbi ve bir İç Savaş’tan çıkan bir ülkenin enkazında ilk dönemde böylesi uygulamaları yaygınlaştırmak pek mümkün olmaz. Buna karşın sosyalist inşa süreci içerisinde dikkat çekici örnekler yavaş yavaş ülkenin çeşitli yerlerinde farklı bir toplumsal yaşam alternatifini gerçeğe dönüştürür. Lenin’in 1920 yılında, Çarlık döneminden kalan mülklerin sanatoryum şeklinde kamusal kullanıma açılması yönünde aldığı kararla birlikte, Şaikhet, Çar II. Nikolay’ın Kırım’da bulunan Livadiya Sarayı’nda etkileyici fotoğraflar çeker. Çünkü artık bu saray, çarların değil köylülerin dinlenmek için geldikleri bir sanatoryuma dönüşmüştür. Hem de ücretsiz olarak!
Devrimin uzaktaki sesleri
‘Olağanüstü’ insanların saraylarında, olağan insanların ‘saltanatı’, tam da Şaikhet’in objektifine layık bir kontrasttır. Fakat diğer bir çatışma hali, Sovyetler’in merkezden uzak diyarlarında vücut bulur. Bu yüzden Sovyet fotoğrafçı, Orta Asya’daki Sovyet Cumhuriyetleri’ne sık sık ziyaretler yaparak buradaki devrimin nasıl bir toplumda, nasıl bir yankı bulduğunu yansıtmaya çalışır. Hem de hiç de idealize etmeden, olduğu gibi.
Bu sahnelerde kimi zaman bir motor yarışçısı ile deveyi yan yana görürüz, kimi zamansa steplerde bir yurdun içerisindeki ‘okulda’ eğitim alan çocukları... Daha sonra o yurtların yanına inşa edilen yeni yerleşim yerleri karşımıza çıkar. Yüzlerce yıllık minarelerin etrafına elektrik telleri örülür.
Yapılan yıkılırken: Savaşın kareleri
Sovyet yönetimi, henüz kendi ayaklarını yeni sağlamlaştırmaya başlamışken 1940’larda Nazi Almanya’sının faşist saldırısıyla dehşet bir yıkımla karşılaşır. Sovyetler Birliği’nin aldığı yara, savaşın diğer taraflarıyla karşılaştırılamayacak ölçüde büyüktür. 27 milyonun üzerinde insanını kaybeden Sovyetler Birliği sadece canlarını değil, aynı zamanda Ekim Devrimi’nden bu yana inşa ettiği pek çok kazanımın da yıkılışına tanıklık eder. Sanayisinin merkezini oluşturan batı bölgelerinde pek çok endüstriyel alan tahrip edilir; kurduğu şehirler, güç aldığı köyler… Her biri tanınamaz hale gelir. Tüm bu fedakarlıklar sayesinde nihayet 1945 yılında Berlin’e kızıl bayrak dikilir. Ancak alınan galibiyet, savaşın yarattığı tramvayı iyileştirmek için yeterli değildir. Bir kez daha yıkılanı yapması gerekecektir.
Savaş sırasında foto-muhabirlik yapan Şaikhet, gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatmayı tercih eder. Moskova Savunması’ndan Stalingrad’a, Sovyet taarruzundan özgürleştirilen toplama kamplarına, toplu mezarlarda çürüyen cesetlerden kavuşmalara, açlık ve sefaletten Berlin’e dikilen kızıl bayrağa… Savaşı savaş yapan ne kadar ‘gore’ sahne varsa hepsini aktarır.
Fakat cephe gerisini ya da savaşın akılda olmayan öznelerini de işlemekten geri durmaz. Faşist savaş esirlerinin günlük hayatlarını da sığınaklarda geçen bir günde çocukların yaşamına da objektifine taşır.
Örneğin, Moskova Savunması sırasında çektiği bir dizi sığınak fotoğrafında Mayakovskaya Metro Durağı’nı seçmiş olması da çarpıcıdır. Her bir durağıyla tam anlamıyla bir şaheser olarak görebileceğimiz Moskova Metrosu, şehir Nazi kuşatması altındayken sığınak olarak kullanılır. Her biri ayrı temalarda tasarımlar sunan Moskova Metrosu’nun duraklarından Mayakovskaya, adından da anlaşılacağı üzere şair Vladimir Mayakovski’ye ithafen tasarlanır. Fütüristik izler taşıyan metrodaki kubbelerin üzerinde bir pencere gibi gökyüzüne açılan daireler vardır. Her birinde farklı mozaikler bulunan kubbeler Mayakovski’nin şiirlerinden ilhamla tasarlanır. Mayakovski de dahil olmak üzere dönemim fütürist-avangard sanatçıları için önemli bir sembol olan uçaklar da bu pencerelerde sık sık resmedilir.
1940’lara geldiğimizde şehir Nazi kuşatması altındayken Mayakovskaya’daki ruh hali bambaşkadır. Mayakovskaya sığınak olarak kullanıma açılır (savaş sırasında Stalin de Ekim Devrmi’nin yıldönümünde ünlü bir konuşmasını bu istasyonda yapmıştır. Gündelik hayat yer altında devam ederken ‘fütürist’ istasyonda zamanlarını geçirenler daha farklı hislerle çevreye bakarlar: Yukarıda ölüm getiren Nazi uçakları uçarken Mayakovskaya İstasyonundan kubbelere bakanların gördükleri mozaik uçakları bu sefer farklı bir şekilde yorumlamışlardır kuşkusuz. Korkunun ve cesaretin, yapımın ve yıkımın ikircikli hislerini Şaikhet, Mayakovskaya’da bir çocuğun gözünden çektikleri fotoğraflarla anlatmış.
Bir fotoğrafçı için son söz
Şaikhet, 61 yaşında 1959 yılında Moskova’da hayatını kaybeder. Ardında bıraktığı iz, sadece kendi gözüyle bir dönemin tanıklığı değildir, karşıtlıktan ve çatışmadan doğan gerçeğin her zaman yankılanacak sesidir. Fakat fazla söze gerek yok; nasıl bir müzisyeni anlatırken son sözü genelde kendi şarkılarına bırakırız, bir fotoğrafçı için de aynısını yapmak gerekir. Gelin bunca fotoğrafın ardından kendi eserlerinin anlamını bize açıklaması için son sözü kendisinin sessiz karelerine verelim.
Çoğu kişi Şaikhet’i tek bir fotoğrafla anlatmak istediğinde 1939’yılından Express isimli kareye başvurur. Sahiden de Sovyetler Birliği’nin inşasını, dinamizmini gösteren bu fotoğraf bize devrimin ilerleyen lokomotifini anlatıyor. Kızıl Ok ismiyle tasarlanan ve Moskova-Leningrad seferini yapan lokomotif, Sovyet endüstrisinin ve zaferi olarak fütüristik tasarımla buharların arasından çıkışı ileriye doğru atılımı gösteriyor.
Şaikhet’in başyapıtı Express olabilir. Ama onu en iyi anlatan fotoğraf 1928 tarihli Moskova Telgraf’ta Kürenin İnşaatı’dır. Bugün hâlâ ayakta olan binanın ilk göze çarpan kısmı cephesine yerleştirilen ve dünyayı resmeden cam küredir. İşçilerin bu küre içerisindeki inşasını resmeden Şaikhet’in kompozisyonu Express’ten daha farklı bir mesaj veriyor. Sınırsız, sömürüsüz bir dünyayı mümkün kılan küçük ancak kendinden emin adımları...
(KA/Mİ)