Bir ahtapot nasıl öldürülür ve yemeye hazır hale getirilir bilir misiniz?
Ahtapotu keserek, vurarak bir anda öldürüp hemen yiyemezsiniz. Yakalanan bir ahtapotu en azından 40 kere taşa, sert bir zemine vura vura öldürmek gerekir. Ahtapot ancak taşa vura vura öldürüldükten sonra yenilebilir çünkü. Öldürüldükten sonra vurulduğunda kendisini salmaz çünkü. Daha canlıyken taşlara vurmak, köpük salgılamasını beklemek ve yumuşatmak gereklidir.
Zor olduğunu tahmin edebiliyorum ancak kendinizi ahtapot yerine koymaya çalışın. Demir ve beton karışımı devasa bir cihazın sizi bacaklarınızdan yakaladığını ve duvara vura vura, içinizi eze eze sizi öldürdüğünü düşünün. Bir vurmayla değil, iki vurmayla değil, üç vurmayla değil... Lütfen her seferinde bir duvara çarpıldığınızı hayal ederek atlamadan saymaya devam edin:
4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40
Her bir vuruşta bedeninizin ezildiğini, dayanılmaz acılar çektiğinizi ancak bilincinizin açık kaldığını ve o acıları duyumsadığınızı düşünün.
Bu bir vahşet. Başka ne olabilir ki?..
Tecrit de mahpusun bir ahtapot gibi bilinci açık olarak hapishane duvarlarına vura vura öldürülmesinden başka bir şey değil.
Bu iddiayı 11 yıllık hapishane yaşantımın yaklaşık 6 yılını F Tipi Hapishanelerde geçirmiş biri olarak gönül rahatlığıyla dile getirebiliyorum.
Tecrit, insanın konuşan, gülen, ağlayan, yazan, çizen sosyal yanını hücrelerdeki sessiz şiddetle her gün, her an bir kere daha duvarlara çarparak öldürmekten başka bir şey değildir.
İnsan anlaştığı anlaşmadığı, önemsediği önemsemediği, sevdiği sevmediği insanlarla konuşarak, gülerek, düşünerek, üreterek insandır. İnsan sosyal bir varlıktır. Onu o sosyallikten izole ederek insanın insan olma halini, niteliğini ortadan kaldıran bir süreç başlatmış olursunuz.
Ve ben tanığıyım, o süreç koca bir apartmanın tek balyozla parça parça yıkılması, sonrasında ortaya çıkan molozun her bir tuğlasına kadar tek tek parçalanması, her bir tuğlanın un ufak edilmesi ve ortaya çıkan yığının üzerinde tepinilmesi hissi yaratır insanda. Üzerinde tepinilen, bir ahtapot misali her sabah hiçlenerek, yok sayılarak, iradesi elinden alınmaya çalışılarak duvarlara çarpılacak beden mahpusun bedenidir. Sonu gelmez bir çözülme, yıkılma ve ölüm hali.
Mahpus kendi iradesine rağmen, çaresiz olduğu her saniye kendisine hissettirilmeye çalışılarak yaşar bu süreci.
Mesela 12 koridorluk bir blokta, her koridorda üç hücre varken, dayatmaya uymayan her bir hücreye saldırılırken hisseder bu çaresizliği. Kendisi 9. koridordaysa, kendisinden önceki 24 hücrede yer alan yoldaşlarının, arkadaşlarının saldırıya uğradığını duymak, her bir hücredeki yoldaşlarıyla beraber "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" sloganı atmak, kapı dövmek zorundadır. Ve beklemek zorundadır. 24'ten geriye sayarak saldırının kendisine de geleceği anı beklemek zorundadır.
24, 23, 22, 21, 20, 19, 18, 17, 16, 15, 14, 13, 12, 11, 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, ve "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!"
İki ya da üç kişiyken içeriye doluşan 8-10 sinirli ve artık mahpus dövmekten yorgun, hareketleri otomatiğe bağlanmış "infaz koruma memuru"[1] tarafından saldırıya uğramayı beklemeye mecbursundur.
F Tiplerine götürüldüğümüz ilk aylarda yaşadığımız buydu. Gardiyanlar içeri girdiğinde ayağa kalkıp sıraya girmemiz, ismimiz okunduğunda "burada" dememiz gerekiyordu. 12 Eylül'ün bütün mahpusları asker sayan 13/1 Talimnamesi hortlayıp önümüze dikilivermişti yeniden. Kabul etmedik ve günlerce sabah akşam sayım adı altında saldırıya uğradık.
Ancak saldırıya uğrayabilir hale getirilmek tek başına anlatamaz tecridi.
Tecrit fiili saldırının ötesinde bir durumdur. Fiile dökülmeyen bir saldırıdır tecrit. Yaptıklarıyla değil senden aldıklarıyla, sınırladıklarıyla, izole ettikleriyle saldırır sana. İnsansız, yoldaşsız bırakır seni. Konuşamaz, düşünemez, gülemez, ağlayamaz, üretemez hale getirmek ister.
Tecrit bir vahşettir. Tıpkı ahtapotun en az 40 kere taşlara vura vura öldürülmesi gibidir.
Sürmekte olan ölüm orucunun bir talebi de Abdullah Öcalan'ın üzerinde aylardır sürmekte olan tecridin kaldırılmasıdır. Bu talep hem Abdullah Öcalan hem de 12 yıldır F ve D Tipi Hapishanelerde ve hücrelerde tutulan her bir mahpus için yerden göğe kadar haklı ve sahip çıkılması gereken bir taleptir.
Bugün ölüm orucunun 50. günü. Herkesi tecridi bir kere daha düşünmeye ve mahpusların haklı taleplerine destek olmaya davet ediyorum. (SF/HK)
[1] Kendilerine gardiyan denilmesini istemiyorlar. İKM (infaz koruma memuru) daha havalı ve geçmişin "kirlerinden" arınmış ve elbette kirletilmeye hazır yeni bir niteleme onlar için...