Mahpusların kitaplarını zorla toplayacaklarmış. Nerede? Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde. Bilmeyenlere bu hapishaneyi anlatmalı. Bu hapishane Hayata Dönüş’ün ardından ikinci kez sürgün edildiğimde gönderildiğim yer. 11 yıllık hapishane yaşantımın altı yılını geçirdiğim F Tipi Hapishanelerdeki son durağım.
Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi sürgün yeriydi. Hayata Dönüş Operasyonu’nun ardından yara bere içinde götürüldüğümüz Edirne F Tipi Hapishanesi’nde günler ilerledikçe yaşamı ördüğümüzde mahpuslar arasındaki iletişimi kesmek amacıyla orta bloklarda kalan mahpuslar olarak ve seçilerek Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edilmiştik. Zorla, yaka paça… Girişte çırılçıplak soyularak… Karga tulumba hücrelere atılarak…
Yaşamı örmek… Hücrelere atılmış olsak da her sabah pencerelere çıkıp çevre hücrelerde kalan mahpus arkadaşlarına “günaydın” demek. İdarenin tüm dayatmalarına karşı önce tek başına karşı koyuyorken sonra bir bir yükselen slogan sesleriyle “biz” olarak karşı durmak. Daha hayata dönüşün hemen ardından, bir gün dahi geçmeden pencerede bir bir yükselen slogan sesleri ve “Arkadaşlaaar! Ölüm Orucu Devam Ediyooor!” demek. İlk haftada, havalandırma kapıları açılmamışken, pencerelerden isimlerini bağıra bağıra çevre hücrelerde kalanları öğrenmek. Kapılar açıldığında açlık grevinin katığı limonları havalandırmadan havalandırmaya atarak, mimariyi çözmek… Sadece sözlü değil yazılı da iletişim olanağına kavuşmak. Bir araya gelemesen de, bir ve üç kişilik hücrelere tıkılsan da, sabah akşam sayım adı altında taciz edilsen, yer yer saldırıya uğrasan da kağıt üzerinde bir araya gelmek. Yine sağlıkçının, yine komüncünün olması. Ve her saldırıda herkesin bir ağızdan sloganlarla karşı koyması, kapı dövmesi.
Hapishanelerde komünüz diye saldırılara uğramış, gaz bombaları, mermiler ve işkencelerle katledilmiştik. Trilyonlar saçıp yeni, hücre tipi hapishaneler yapmışlardı. Elbette bir arada değildik, ama hücre koşullarında, kısıtlılıklara rağmen yine “komün”dük. Hatta dergiler çıkarmaya başlamıştık. Havalandırmadan havalandırmaya atılan, zaman zaman çatılardaki, gökyüzünü çitleyen jiletli tellere takılan “top”lar yazılarımızı taşıdı, o yazılar, editörlerimizin ellerinde düzeltmeleri yapıldıktan sonra sahiplerine gitti, yeniden yazıldı, başka hücrelerde çoğaltıldı, bir hücrede toplanıp ciltlendi. Yaşamı ürüterek, direnerek ördük…
Edirne ve Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nin ardından, örülen yaşamı dağıtmak, daha çok baskı uygulayabilmek için seçerek sevketmişlerdi bizi Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne. Büyük bir çoğunluğumuzu tek kişilik hücrelere aralarda boşluk bıraka bıraka dağıttılar. Biz siyasi mahpusların tutulduğu hücrelerin arasında boş hücreler, adli mahpuslar konuldu. Tek kişilik hücrelerden geri kalanları hapishanenin farklı farklı uçlarına dağıttılar. Toplarla iletişim kurmak imkansız hale getirilmek istendi. Ani aramalarla hücrelerimiz dağıtıldı. Gazetelerden kestiğimiz yazılardan oluşturduğumuz arşivler daha o zamanlarda talan edildi, el konuldu. Direnemeyelim, yazamayalım, çizemeyelim, üretemeyelim istendi. Buna rağmen, sloganlarımız devam etti, saldırıları protesto etmek için dövülen her kapı sesine eşlik ettik, kitapsız da, gazetesiz de kalsak yazdık, çizdik…
2006’da tahliye olduğumda Tekirdağ 2 No’lu sürgün yeriydi. F Tipi Hapishanelerin birer labaratuarıydı. Örülen yaşama karşı bir gözdağı, bir tehditti. İyi polis kötü polis oyununda “kötü polis”ti. Görülen o ki hala öyle.
Mahpuslara karşı girişimlerin başlatıldığı saldırı üslerinden biridir Tekirdağ 2 No’lu. Gözdağı, tehdit odaklarından biridir. Devletin “derin” sesinin duyulduğu yerlerden biridir. Ancak unutulmamaladır ki Diyarbakır kadar vahşi, Mamak kadar gayretkeş, Metris kadar sistemli çalışsa da ancak onlar kadar başarılı olabilir. (SF/HK)