Otto Adolf Eichmann, Hitler döneminde ikmal yollarından ve nakliyeden sorumluydu. Ulaşımın daha "akılcı" ve "verimli" bir şekilde sağlanabilmesi için çalışıyordu. Onun rasyonalitesi sayesinde gettolara, toplama kamplarına ve gaz odalarına gönderilen insanların sayısı aritmetik bir biçimde arttırılmıştı.
Savaşın ardından Arjintin'de yakalanarak mahkemeye çıkarılan Eichmann, yol açtıkları bütün vahşet karşısında "why" (niçin) diye sorulduğunda "because we can" (çünkü yapabiliyorduk) diye cevap vermişti.
Aslında bu kadar basitti. Yapabilmekteydiler. Bu kudretleri vardı. Onları engelleyecek ne bir toplumsal güç, ne de bir yasa, otorite vardı. Kendileri otoriteydiler.
Ölüm oruçları karşısında, başbakan Erdoğan'ın şahsında cisimleşen iktidarın tavrına, duyarsızlığına baktığımızda da karşılaştığımız durum Eichmann'ınkinden farklı değil. "Because they can" (Çünkü yapabiliyorlar).
Bu yazıyı kaleme almama neden olan ve bana Eichmann'ı hatırlatan gelişme "içeri"den, açıldığı 2000 yılı sonundan itibaren 6 yıl boyunca tutulduğum F Tipi Hapishanelerden gelen bir haberdi.
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde el kadar olan mazgallar dahi kağıtlarla kapatılmaya başlamış.
Neden? Çünkü mahpuslar koridordan geçirilen diğer mahpusları birkaç saniyeliğine dahi olsa görebilir, göz teması kurabilirmiş ve bu yasal değilmiş.
F Tipi Hapishaneleri bilmeyenler için anlatayım.
F Tipi Hapishanelerde genelde 4 blok vardır. Bu blokların her birinde uzunca bir ana koridor bulunur. Bu ana koridor ara koridorlara açılır. Blokların ikisinde 12 ara koridor diğer ikisinde ise 6 ara koridor vardır. Her bir ara koridorda 3 hücre bulunur. (bkz. çizim 1)
Mahpuslar aile görüşü, hastane, mahkeme gibi nedenlerle hücrelerinden çıkarıldıklarında ara koridorda bulunan diğer iki hücrenin kapısının önünden geçebilme ihtimali vardır.
İhtimali dedim çünkü eğer koridorun sonunda kalıyorsan diğer iki hücrenin kapısı önünden geçersin. Ortadaki hücredeysen sadece koridorun başındaki hücrenin önünden geçebilirsin. Koridorun baş tarafındaki hücrede isen direk ana koridora çıkarsın. Yani kimseyi görme şansın yoktur o zaman. Diğer hücrelerin kapısı önünden geçtiğinde hücrede kalanların yüzlerini, birkaç saniyeliğine de olsa bu sırada görebilirsin. Tabi ki kapının üzerinde bulunan el kadar mazgal deliğinden ve ancak bir kişinin yüzünün yarısını...(bkz. çizim 2)
Bu bile fazla görülmüş olacak ki şimdi bu mazgal deliklerini kapatıyorlar.
Yapılmak istenen nedir? Mahpuslar, bu uygulamanın ortadan kaldırılması için Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduklarında, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ve uygulama şöyle savunulmuştur:
"Kurumda üçlü odaların bulunduğu koridorlarda aynı suç gruplarına mensup hükümlü ve tutukluların odalarından çıkarılarak götürülmeleri veya odalarına getirilmeleri esnasında, önlerinden geçtikleri odalarda bulunan hükümlü ve tutuklular ile mazgallı pencereler vasıtasıyla göz temasına girme ve daha da ileri giderek çeşitli işaretleşmelerle kurum asayiş ve güvenliğini bozmaya yönelik farklı iletişim yöntemlerine başvurmaya çalıştıkları gözlemlendiği ve mazgalların dışarıdan gerektiğinde açılabilecek şekilde A4 kâğıtla kapatılması yoluna gidildiği"
F Tipi Hapishanede yıllarca kalmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim; mazgal deliklerinin kapatılmasının işaretleşmeyle, haberleşmeyle bir alakası yoktur. Amaç mahpusların bir an (sözün geliş değil gerçekten bir an, bir iki saniye) bile olsa birbirlerini görmelerini, bir başka yüz görmenin, bir başkasının, bir dostunun, bir yoldaşının yüzünü bir anlığına görmenin yarattığı rutin dışılığı, sevinci engellemektir.
Hücrelerdeyken ziyaret günlerini iple çekerdik. Ailelerimizi görmenin yanı sıra diğer hücrelerin kapıları önünden geçerken daha önceden tanıdığımız ya da tanımasak da F Tipi Hapishanede sadece sesini duyduğumuz arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı el kadar mazgal deliğinden görebilmenin sevincini de yaşardık.
Kapının önünden geçerken belli belirsiz birbirimizi görür ve en fazla "merhaba", "kendine iyi bak" diye seslenirdik. Haftanın 7 günü, günün 24 saati hücrelere kapatılan mahpusların haftada bir, birkaç saniyeliğine bir başkasını görmelerine, iki cümle etmelerine dahi tahammül edilemiyor.
Buna mantıklı bir açıklama aramanın gereği yok. Niçin diye sorduğunuzda alabileceğiniz en uygun cevap Eichmann'ın cevabıdır: Çünkü yapabiliyoruz.
Yapabiliyorlar çünkü, mahpusların suç duyurusu dilekçelerine savcıların "kovuşturmaya yer olmadığına" kararı vereceklerini biliyorlar.
Yapabiliyorlar çünkü resmi olarak kurulmuş olan Cezaevleri İzleme Kurulları'nın "makbul vatandaş"lardan oluşturulduğunu ve kendilerine ilişmeyeceğini biliyorlar.
Yapabiliyorlar çünkü mahpusların seslerinin toplumun oldukça sınırlı bir kesiminde yankı bulduğunu biliyorlar.
Yapabiliyorlar çünkü 2000 yılından günümüze 12 yıl boyunca sürdürülen tecritin, toplumun büyük bir kesimi tarafından artık kanıksanıldığını düşünüyorlar.
2000 yılından günümüze, ilgili hangi devlet yetkilisini dinlerseniz dinleyin "F Tipi Hapishanelerde tecrit yok", "F Tipleri hücre değil, oda" diyecektir. Bıkmadan tekrar etmek lazım, "oda" dediğiniz, kapısı açık olan ve insanların salonunda, mutfağında bir araya gelebildiği yerlerdir. O odaların kapılarını kilitli tutup insanların bir araya gelmelerini engellediğinizde bu uygulamanın adı tecrit, mekanın adı da hücre haline gelir.
Devlet, mahpusların 10 kişiyi aşmayacak guruplar halinde, haftada 10 saat bir araya gelmelerini dahi ancak ölüm oruçlarında 122 mahpus ve yakını yaşamını yitirdikten sonra kabul edebilmiştir. Ve bu hak dahi, F Tipi Hapishanelerin mimarisinde "ortak kullanım alanları" öngörülmediğinden uygulanamamaktadır.
Bu son uygulama tecritin Türkiye hapishanelerinin, özellikle de siyasi mahpusların tutulduğu F Tipi Hapishanelerin başlıca problemlerinden birisi olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Seslerimize ses katmalı ve seslerimizin derelerinden nehirler oluşturmalıyız. Tecritin, mahpusları ve biz dışarıdakilerin kişiliklerini aşındırmasının önüne geçmenin başka yolu yok gibi gözüküyor. Aşınmamak için tecriti aşındıracağız. (SF/HK)