"Çocuklarını Yiyen Satürn" (1819-1823) - Goya
1789 Fransız Devrimi'nin önemli simalarından biri olan Danton, devrimin ardından yaşadığı fikir ayrılıkları nedeniyle daha önce omuz omuza mücadele içinde yer aldığı arkadaşları tarafından yargılanır ve idam edilir. Danton'un hayatını konu edinen bir kitapta (1) ona söyletilir şu sözler: "İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer." (2)
"Her devrim kendi çocuklarını yer" sözünün kaynağı Danton'a atfedilen bu sözlerdir. İhtilaller, devrimler sürecinde omuz omuza mücadele edenler günü geldiğinde karşı karşıya gelebilir ve biri diğerinin idam fermanını imzalayabilir. "Her devrim kendi çocuklarını yer" sözünün anlamını buradan daha öteye taşımak mümkün mü? Yaklaşık 50 yıllık ömrünün yarısından fazlasını "güneşli güzel günler" uğruna mücadele içerisinde geçirmiş ve bunun yarısına yakınında hapishanelerde bulunmuş, 90'lı yıllardan bu yana yaşanan ölüm oruçlarının bazılarına içinde yer alarak bazılarına ise "dışarıdan" tanıklık etmiş birisi olarak bu sözün anlamı daha da zengin olmalı diye düşünüyorum.
"Devrim", "mücadele", "kavga"... "Tarihte zorun rolü"... "Sınıflar savaşı"... Tüm bu sözlerin benim hayatımda, benim kuşağımın ("90'lar kuşağı" ya da belki daha da spesifik olarak 12-15 Mart Gazi Ayaklanması'nın önemli etkisini de dikkate alarak ve buna ithafen "95 Kuşağı" denilebilir buna), benden önceki 68, 78 kuşaklarının ve bizlerden sonraki devrimci gençlerin hayatlarında önemli bir yeri oldu. Tüm bu sözler bizlerin hayatlarında "kanla yazılan tarih"e yapılan vurguyla yer aldı: "Her devrim tarihin isimlerini not aldığı veya isimsiz nice kahramanın çabalarıyla ve ödediği bedellerle var olmuştu." Söz konusu olan bizim coğrafyamız ve tarihimiz olduğunda mücadelemizin köklerini dayandırdığımız Baba İshak isyanından bu yana yaşanan onlarca isyan ve ayaklanma ve her birinin ardından yaşanan katliamlar, "kanla yazılan tarih" sözüne daha da bir önem kazandırıyor. Yüz yıllardır süren bir mücadele, pek çok kez yaşanan başkaldırı ancak her birinin sonunda yaşanan can kırımı...
Bu yazının konusu "tarihte zorun rolü"nü tartışmaya açmak değil. Marx ve Engels'in dile formüle ettiği gibi "Zor tarihin ebesidir" elbet. (3) Ancak bu gerçeklik, kendilerine "devrimci" diyen her "yapı"nın "devrimci şiddet" veya "devrimci eylem" adı altında her yaptıklarını meşru kılmaya yeter mi? Bu sorunun zorluğunun, ağırlığının farkındayım. İnsanlar hayatlarını ortaya koyarken, inançları uğruna yaşamlarından olurken ahkam kesmek değil niyetim. Çocukluk günlerinde Dev-Genç'li abilerinin peşinden koşan, ortaokul ve lise yıllarını afişler, kuşlamalar, korsan gösterilerle geçiren, üniversite yıllarında tutuklanıp yıllarca hapiste tutulan, pek çok ölüme tanıklık eden birisi olarak bu soruyu sorma gereği hissediyorum.
Hayatlarını, inançları uğruna ortaya koyan devrimcilere sözüm olamaz. Hele hele hapishanedelerse ve talepleri uğruna bedenlerini ölüme yatırmışlarsa. Yine de kişilerden bağımsız ve konjonktürel olarak bu "taktiğin/stratejinin" veya politikanın tartışılması mümkün değil mi? Yoksa, inançları uğruna hayatlarını ortaya koyan insanların içerisinde olduğu her durum bir "kutsal" oluşturuyor ve bundan dolayı da bu tartışmanın kendisi bir "tabu" haline mi geliyor?
Yukarıda da vurgulamaya çalıştım, söz konusu olan bizim coğrafyamız ve tarihimiz olduğunda "Kanla yazılan tarih" sözü ete kemiğe bürünüyor, önemi ve ağırlığı artıyor. Kerbela'nın, Şeyh Bedrettinler'in, Mahirler'in, Denizler'in, İbolar'ın ve daha bir nicesinin Anadolu topraklarında önemli bir yeri var. Anadolu'nun çocuklarının bir kısmı bu kültürle hemhal oldular ve inandıklarında hayatlarını ortaya koymaktan geri durmuyorlar. Anıları önünde saygıyla eğildikten sonra yine de düşünmeden edemiyor insan: "Başka bir yol mümkün değil mi?"
Devrimcilerin hayatları söz konusu olduğunda Kartacalı Hannibal'in "Ya yeni bir yol bulacağız ya yeni bir yol yapacağız" sözlerini tekrar tekrar hatırlamak gerekmez mi?
"Her devrim kendi çocuklarını yiyor" ve bizim "çocuklarını yemeyen bir devrim" tahayyülüne, daha doğrusu "çocuklarını yeme" teşbihinin iğretiliğinden kurtulup söyleyecek olursak "çocuklarından hayatlarını ortaya koymalarını istemeyen bir devrim" tahayyülüne
ihtiyacımız var."
Ölümün sıradanlaşmasını ve kutsallaştırılmasını ne aklen ne de vicdanen kabullenmek istiyorum. Sorunların varlığını ve yakıcılığını kabul etmeme rağmen hayatlarımızı ortaya koymak yerine "ya yeni bir yol bulacağız ya yeni bir yol yapacağız" kararlığında durmak gerektiğini düşünüyorum.
Aslolan yaşamdır, aslolan insanlığa dair hedeflerimiz ve düşlerimizdir. "Zor" her zaman için "ölmek" ve "öldürmek" değildir. Çağın beraberinde getirdiği olanakları ve imkanları da değerlendirerek "yeni bir yol" arayışına girmeliyiz. (SF/AÖ)
1 Karl Georg Büchner, Danton'un Ölümü, 1835
2 Satürn, Yunan mitolojisindeki titanlardan biri olan Kronos'un (Cronus, Cronos diye de yazılmaktadır) Roma dilindeki adıdır. Satürn, çocuklarının kendisini devirip tahtını ele geçireceği korkusuyla doğan her çocuğunu yemektedir. Bu korkusuna rağmen karısı Rhea'nın kendisinden gizli olarak doğurduğu Zeus babasını alt ederek yerini almıştır. Yazıda kullanılan resim de İspanyol ressam Goya'ya aittir ve çocuklarını yiyen Satürn'ü tasvir etmektedir.
3 Engels, Anti-Dühring adlı eserinin üç bölümünü bu konuya ayırmıştır.