Tutuklandığımda üniversite birinci sınıftaydım. 1990’lı yıllar... Gazi Katliamı’ndan hemen sonra bir tepki açığa çıkmış, toplumsal muhalefet yükselmişti. Özellikle eskinin gecekondu bölgelerinde ciddi bir hareketlilik yaşanmaya başlamıştı.
Açığa çıkan dinamizm devrimci hareketlerin de ivme kazanmasına yol açmıştı. Bunun doğal sonuçlarından biri de kitlesel tutuklamalardı. Özellikle yoksul gecekondu mahallelerinde gençler onar yirmişer gözaltına alınıyor ve büyük bir kısmı on yıllara varan hapis istemleriyle yargılanıyordu. İşte o furyada tutuklandım ben de.
Üniversite birinci sınıfa giden, 20’li yaşlarının başında bir gençtim. Ömrümün 11 yılını hapishanede bıraktım. Çıktığımda 30’lu yaşlarımın başındaydım.
Tutukluluğumun ilk yılları hep içten içe bir gün çıkacağımı umut ederek geçti. Ancak ilk 4-5 yıldan sonra hapisten çıkma konusu artık gündemimde bile değildi. Hayatımın geri kalanı hep hapishanede geçecek gibiydi. Onlarca arkadaşım gibi ben de müebbetle yargılanıyordum.
İçerideyken iki büyük ölüm orucuna tanık oldum. Ben de iki kez ölüm orucuna katıldım. 90’lı ve 2000’li yılların çalkantılı hapishane günlerinde kaç defa kısa süreli açlık grevi yaptık, kaç defa baskılara, katliamlara karşı barikat kurduk hatırlamıyorum bile.
19-22 Aralık 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen ve bir psikolojik harp taktiği olarak adına “Hayata Dönüş” denilen katliamda hedef gözetmeksizin açılan ateş ve ortalığı yangın yerine çeviren gaz bombaları arasında birçok arkadaşım gibi tesadüfen, şans eseri hayatta kaldığımı düşündüm hep.
Sonrası, birkaç ay boyunca sayım adı altında sabah akşam saldırıya uğradığımız F Tipleri ve insan kalabilmek, onuruyla yaşayabilmek için direnişler...
Bu 11 yıl boyunca hapishanelerde bazıları gözlerimin önünde, bazıları kollarımda onlarca arkadaşımın, tanıdığım tanımadığım birçok insanın ölümüne tanık oldum.
Birçoğu tıpkı benim gibi 20’li yaşlarının başında tutuklanmış gençlerdi. Ülkeye ve geleceğe dair umutları vardı. Eşitlik, özgürlük, adalet diyorlardı. Kimisi ülkenin yarı sömürge, kimisi yeni sömürge olduğunu düşünüyor ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi verdiklerine inanıyorlardı.
Kendilerine kimisi sosyalist, kimisi komünist, kimisi de devrimci diyen idealist onlarca insan hapishanelerde yaşamını yitirdi.
Ben ise yine şans eseri ve hiç beklemediğim bir şekilde tahliye oldum. Benim gibi birçok kişi, Avrupa Birliği’ne uyum yasaları ya da ölüm oruçları veya ailesinin bireysel çabaları sonucunda tahliye olabildi. Sonrasında bir kısmımız örgütlü yaşama devam etti, bir kısmımız kendi kabuğuna çekildi, bazılarımız ise dünyanın dört bir yanına dağıldı. Bundan sonrası benim için “iyi kalma ve iyi kılma” çabasıydı. Ama bu yazının konusu bu değil.
Bir kısmımız öldük/öldürüldük, bir kısmımız tahliye olduk ancak binlercemiz içeride kaldık. Ve benim gibi 1990’lı yıllarda tutuklanmış ve hala içeride tutulan binlerce insan var. Bu insanların büyük bir kısmı ağırlaştırılmış müebbetle yargılandı ve haklarında verilen hüküm gereği “ölünceye kadar” hapiste kalmaları öngörülüyor.
30 yıla yakın veya aşkın bir süredir hapishanelerde tutulan binlerce solcu, devrimci, yurtsever insan... Ama diğer yanda araştırmacı gazeteciler olmasa bilemeyeceğimiz arka kapıdan tahliye edilen, infaz düzenlemeleri ya da farklı uygulamalar, hesaplarla dışarıya çıkmaları sağlanan Hizbullahçılar, Sivas Katliamı hükümlüleri, mafya/uyuşturucu baronları... Sadece onlar da değil tecavüzcüler, katiller ve hatta kendi çocuklarını acımasızca katleden kişiler her gün bir başka olayla karşımıza çıkıyorlar.
Türkiye’de ne infaz yasası ne de “infaz düzenlemeleri” adı altında çıkarılan “örtük aflar” adil değil. Solcuları, yurtseverleri daha uzun süre içeride tutmak, hiçbir yasal düzenlemeden yararlandırmamak üzerine kurulu bir çifte standart söz konusu. On yıllardır binlerce siyasi mahpus bu çifte standardın mağduru. “10. Yargı Paketi” adı altında yapılan son infaz düzenlemesi de bunun en güncel örneği.
Ne çifte standardı yasal hale getiren infaz yasasını, ne “ölünceye kadar” hapiste tutmayı hüküm altına alan “ağırlaştırılmış müebbet” cezasını, ne de siyasi mahpusları dışarıda tutan açık ya da örtük afları kabul etmek mümkün değil.
Onlarca insana kıymış, kurşunlamış, yakmış; kadınları, çocukları evlerinde, sokak ortalarında katletmiş yüzlerce insan bu infaz yasasıyla ve aflarla toplumun içerisine salınmış kol gezerken, 20’li yaşlarında tutuklanmış binlerce idealist insanın yaklaşık 30 yıldır hala hapiste tutuluyor olmasına karşı sesimizi yükseltmek zorundayız.
En azından bu kadarını şimdi 50’li yaşlarında olan o gençlere borçluyuz.
(SF/EMK)