"Bedenimden hoşnut değildim, çıkış yolu görmediğim için örseleniyordum, şişman olduğum ve kendimi çekici hissetmediğim için mutsuzdum..."
"Sosyal ağlarda gezinirken şişko bir kadınla seks yapmak isteyen var mı diye sorduğumda aslında beklediğim tepkiler 'Kesinlikle hayır! Çam yarması gibisin' benzeri cevaplar oluyordu..."
"Büyüdüğüm evde verilen her bir kilo için bin Kron ödülü vardı..."
"Çocukken sınıf arkadaşlarımdan daha uzun ve daha iri olmak istemiyordum; bazıları gibi çıtı pıtı ve şirin olmak istiyordum..."
"Küçük yaşta diyet yemekleriyle tanıştım..."
"Hayatımda şimdiye kadarki en mühim mesele zayıflama çabalarımda düzenli olarak başarız olmam!"
"Babam daima daha az yemem gerektiğini, daha çok jimnastik yapmam gerektiğini söylerdi..."
"Ne zaman yemek yesem insanların bana gözlerini diktiğini görürdüm..."
"Odamda yalnız kalıp ne istersem, ne zaman istersem, ne kadar istersem yemek en güzeliydi; o anlarda kimsenin bu hususta bana karışmaması muhteşemdi!"
"İnternette iki ayda 30 kilo vermemi sağlayan bir diyet bulduktan sonra beni mutlu eden bir ilişkim oldu. Çok çok mutluydum, kendimi daha iyi bir insan, daha seksi ve güzel bir kadın gibi hissediyordum; akabinde beni terketmesine sebep tekrar şişmanlamam oldu diye düşündüm..."
İskandinav ülkelerinin iri yarı insan profiline uygun dört kadın mazilerinde maruz kaldıklarını hatırlarken günümüz toplumundaki ayrımcılığı bir kez daha gözümüze sokuyor.
Birer Viking veya Amazon kadınına benzetilebilecek Helene, Marte, Pauline ve Wilde içlerini dökerken, kendileriyle barışık olabilmek için katettikleri mesafeyi de bizimle paylaşıyorlar.
İki Danimarkalı kadın yönetmen, Louise Detlefsen ve Louise Unmack Kjeldsen'in elinden çıkma Fat Front (Şişmanlar Cephesi) IDFA'dan sonra bir süre önce CPH:DOX'un programında da yer aldı.
2019 yılı, İsveç, Norveç, Danimarka yapımı 87 dakikalık belgesel kahramanlarıyla empati kurmamızı sağlarken kapitalist sistemin "ideal" vücutla ilgili bombardımanının nelere sebebiyet verebileceğini ispatlıyor.
Vücudum bana ait
Filmde kahramanlarımızı tek tek tanırken mazilerinde onları negatif yönde etkileyen hatıraları dinliyor, sonra bilhassa sosyal ağlar aracılığıyla özgüvenlerine kavuşma süreçlerine şahit oluyoruz.
Toplum ve sistem tarafından empoze edilen vücut standartlarının üzerindeki kilolarından utanmayı bırakıp kendileriyle barışma süreçleri tabii ki kolay olmuyor.
Bir tanesi "Kendi bedenim hakkında karar verecek tek kişi olduğumu anlamam 25 senemi aldı: Vücudum sadece bana ait!"
"Aynada bir model aramayı bırakıp kendini görmeye başladığın zaman kendini takdir etmeye başlayacaksın" diyor bir diğeri.
"Bizi manipüle ve kontrol etmeye çalışan sistemin kurbanları olmamalıyız!"
68' isyanlarının etkisiyle o zamanlar kurulmuş Fat Underground (Yeraltı Şişmanları) hareketinin feminist cenaha katkıları bir yana, günümüzde kahramanlarımıza siyah beyaz arşiv görüntüleri aracılığıyla ilham vermeye devam ettiğini de görüyoruz.
"Şişman kadınlara aşılanan değersizlik duygusu olmasa diyet endüstrisi yok olur".
Fazlasıyla sloganlarla yüklü belgeselde beden pozitifliğinden sık sık bahsediliyor, vücut aktivizminin dirayetle sürdürülmesi gerektiğinin altı çiziliyor.
Kahramanlarımızdan biri "Kusur aramayı bırak; başına gelmiş en güzel şey kendinsin ve güzelsin! Seni ne mutlu ediyorsa giy, devrime katıl, bu senin hayatın" diye arkadaşlarına moral verirken "Dünyayı değiştirmek istiyoruz!" demeyi de ihmal etmiyor.
Bedenin evindir
Renkli ve dinamik içeriğiyle Fat Front seyircinin merakla izleyebileceği hafif tonda bir belgesel. Dağınık sayılabilecek senaryo ve kurgusu yorucu gelebilir fakat verdiği mesajların yoğunluğu filmin sonuna kadar ilgiyle seyredilmesini sağlıyor.
Sağlıksız yemek ve statik hayat alışkanlıkları yüzünden genel obezliğe doğru kararlılıkla ilerlenen gezegenimizde, şişman oldukları için bilhassa erkekler tarafından yargılanan, dışlanan, aşağılanan, ayrımcılığa tabi tutulan, çoğunluğun kendinden farklı gördüğü bir azınlıktan bahsediyoruz.
Kahramanlarımızdan biri "Bedenine hürmet etmek öğretilmediği zaman ona ihtimam göstermekte başarız olabilirsin!" cümlesiyle filmdeki değerli saptamalardan birine imza atıyor.
"Kilolarımı kimse sorgulayamaz!"
"Kendimi bir sanat eseri gibi hissediyorum!"
"Yanlış bir vücuda sahip olabilir miyiz? HAYIR"
"Bedenin evindir."
Bir tanesinin babasının alkolik olması, bir diğerine çocukken bir aile dostunun tecavüze yeltenmiş olması ve durumun normalleştirilmesi, kahramanlarımızın şişmanlıklarını tetiklemiş olabilecek unsurlar olarak irdeleniyor.
Fakat filmin üstlendiği esas misyon bu olmadığı gibi psikanalitik çözümlemeler hususunda zaten iddia taşımadığı da belli.
Kahramanlarımız aslında ataerkil düzende erkek egemen bir düzene isyan halindeler. Ona rağmen "Faşist güzellik standartlarını s...ktir et!" veya "S...kerim patriarkayı!" gibi maçist ifadeler kullanabiliyorlar ne yazık ki.
Oysa bir tanesi binlerce takipçiye sahip olduğu instagram hesabı kapatılınca allak bullak oluyor.
Sosyal medya ağlarında sık sık maruz kaldığı kötülük, nefret ve düşmanlık dolu saldırılara karşı çoktan beri zorlu bir direniş içindedir aslında kendisi.
Ayrıca hesabının kapatılmış olmasının, şişman, dolayısıyla farklı olmasından kaynaklandığını düşünmektedir. Toparlandıktan sonra yine de, yeni bir isimle, yeni bir hesap açar.
Fazla kiloların komplikasyonları...
Filmde moda dünyasının zihniyeti de eleştiri oklarının hedefi oluyor. Yeryüzünde binbir türlü insan tipi olmasına rağmen giyim sektörünün skalasının ne kadar dar olduğundan dem vuruluyor. "Moda çevrelerinin dünyadaki insan çeşitliliğini görmesini bekliyoruz!"
"Farklı beden tiplerinin temsil edilmesi lazım!"
"Herkes için moda" şiarıyla yoluna devam ederken aralarından bir tanesi şişman kadınların battal boy kıyafetlere kolaylıkla ulaşabileceği Big Ass Market (Koca Kıç Pazarı) hareketini başlatıyor.
Gericiler tarafından üzerlerine vücut hatlarını saklayan elbiseler giymeleri beklenirken beden kıvrımlarını ortaya çıkaran, cart renkli kıyafetleri sadece içinden geldiği için giymeyi tercih edenlerin evrenindeyizdir artık.
Bir diğeri, toplumda şişman bir kadın olma tecrübesini bir eğitim kurumunda öğrencilere aktarırken bir yandan da sadece fiziksel özellikleri yüzünden ders veriyor olmasının absürtlüğünü de sorgulayabiliyor.
Kahramanlarımız bazen kırılgan olabildikleri gibi bazen de kendileriyle dalga geçmeyi başarabiliyorlar. Fakat aralarında gösteriş endeksli olmasına rağmen toplumun günümüzde terfi ettiği öne sürülen "hoşgörü" iyimserliğini sorgulayanı da var. "Bedenimle barışık olduğumu mütemadiyen ispat etmem gerekmemeli!"
Çağımızın acımasız sosyal ilişkileri mevzubahis olduğunda mücadele hiç de kolay değildir. "Kendimi olduğum gibi kabul etme yolundayım ama kendimden nefret etmemek için büyük çaba sarfediyorum."
Filmde tüm aktivizmine rağmen bir tanesinin Yeme Bozukluğu Kliniği Resund'a başvurduğunu da görüyoruz.
Röportaj yapan kadın bir gazeteci fazla kilolu olmanın sağlığa zararlı olabileceğini hatırlatıyor bir kahramanımıza. Şişmanlığın sağlığı açısından komplikasyonlara sebep olabileceğinin farkındadır kendisi, fakat: "İnsanların şişmanlık yüzünden sağlıksız olmamız hususunda önyargıları var. Bize sanki hepimiz obezlikten ölecekmişiz gibi bakıyorlar!" der.
Bir diğeri gayet belirgin vücut hatlarından kesinlikle hoşnut ve gururludur. Kalabalık bir resim atölyesinde nü pozlar vermektedir.
Ayrıca bize en hoşlandığı şeylerden birinin evinde çırılçıplak gezinmek olduğunu ifade ediyor. Kameralar karşısında istifini asla bozmazken çıplaklığın getirdiği doğallığı, rahatlığı ve gevşekliği layıkıyla kanıtlıyor, helal olsun!
(RL/PT)