Burgazada'daki Avusturya kilisesine ait ahşap deniz banyosunu gayet iyi hatırlıyorum; tam altındaki merdivenden yüzmek için usulca suya inen rahibeleri o loş alanda görebilmek biz çocuklar için müthiş bir heyecan vesilesiydi.
Adada meczup muamelesi gören Süpürge lakaplı kadın ise tıpkı Yahudi kimsesizler gibi denize sadece ayrıcalıklı azaların alındığı iki kulübün arasında sıkışmış kalmış küçücük kumsaldan koyu renkli entarisiyle girmeyi severdi.
Adanın karayele bakan arka sahilindeki en pitoresk koyu Halikya'da ise Lübnan kökenli Madam Marta, üstünde bronzlaşmış tenine pek bir yakışan leopar desenli bikinisi, guruba karşı Marmara'ya dalarken doğayla bütünleşirdi.
Yıllar geçtikçe ada hızla değişti, mesela Deniz Kulübünde çoğunluğu oluşturan Sefarad ve Eşkenaz Musevilere göre zaten üçüncü sınıf muamelesi gören Bizans yadigârı Karaim Yahudileri bir elin parmağı kadar kaldılar; Adalar Su Sporları Kulübünde ise bir zamanlar sutopunda başarıdan başarıya koşan, yelkencilik veya dalgıçlık yapan Rum palikaryalar tek tek göç etti, fakat vatanları saydıkları Burgaz'ı unutamadılar.
Bu sene 4-11 Ekim tarihleri arasında 50'ncisi yapılacak Antalya Altın Portakal Film Festivalinin belgesel bölümünde yarışan Antigoni Küçük Adamız Hayatımız adlı yapım tam da bu konuya parmak bastığı gibi, süreci ancak birebir yaşayan bir adalının duygu yoğunluğuyla yansıtıyor; sevimli olduğu kadar iyimser bir çizgiyi benimseyen eser, yönetmen ve yapımcı Nilüfer Uzunoğlu'nun haberci geçmişiyle kadın hassasiyetini başarıyla harmanlıyor.
Burgaz'ın Rumca'sı Antigoni
Belgesel özellikle Yunanistan'a göç etmiş Rumlar'ın Burgazada'daki mutlu çocukluk ve gençlik anılarıyla başlıyor. Nostalji dozu tam ayarında, bazen hüzünlü, bazen neşeli bir müzik eşliğinde adadaki mazilerini paylaşan eski Antigonililer Burgaz hakkındaki duygularını sevinç ve heyecanla aktarıyorlar.
Yönetmenin yarattığı sıcak ve samimi atmosfer yüzünden olsa gerek, röportaja konu olan kimselerin usulca dönemin siyasi episodlarına geçmeleri fazla zaman almıyor. Genel olarak azınlıklar maruz bırakıldıkları çeşitli muameleler hakkında konuşmakta sıkıntı çekseler de Nilüfer Uzunoğlu sayesinde, belgesele konu olan Rumlar Türkiye'de büyük bir çoğunluğun asla hissedip bilmediği sinsi politikalardan dem vuruyorlar.
Üstelik yaşanan alan herkesin birbirini tanıdığı ve ihbarcıların eksik olmadığı Burgaz gibi küçücük bir ada olunca, 1964 veya 1974'te hissedilen negatif enerjiyi unutmak ne mümkün?
Nahoş manzarayı aktaranlar arasında adalı Türklerin olması yapımın tarafsızlığını pekiştiriyor ve yalnız Burgaz'dan değil, İstanbul'dan, hatta Lozan koruması altındaki Bozcaada ve İmroz'dan Rumların yıldırılarak kaçırılmasının altındaki zihniyeti bir kez daha deşifre etmemiz sağlanıyor.
Ya şimdi?
Jüri ve Belgesel Filmler |
50. Altın Portakal Belgesel jürisi: Nebil Özgentürk, Thomas Frickel, Nazmi Ulutak, Necati Sönmez, Şehbal Şenyurt Arınlı Festivalin belgesel bölümünde yarışacak yönetmenler ve filmleri: Nilüfer Uzunoğlu: Antigoni Küçük Adamız Hayatımız Dilek Gökçin: Bûka Baranê Cem Fakir: Esaret Günlüğü Piran Baydemir: Fecîra Nezahat Gündoğan: Hay Way Zaman Hikmet Yaşar Yenigün: İmbatla Dol Kalbim Haydar Demirtaş: Misafir Doğu Akıncı: Mustafa'nın Yaşam Zinciri Özgür Fındık: Olağan Haller Lusin Dink: Saroyan Ülkesi Andrea Luka Zimmerman: Taşkafa - Bir Sokak Hikâyesi Birnur Pilavcı: Tek Başına Dans Caner Canerik: Was Deniz Koçak: Yaşam Marangozu Deniz Şengeç: Yürümek |
Son yıllarda azınlıklara tanınan, örneği Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bazı haklarla, bir türlü kazanılamayan edinimler arasında gidip geliyorken Prens Adalarının üzerindeki gölge inkâr edilemeyecek hale geldi.
Sabiha Gökçen'e inen uçakların daha önce esamisi okunmayan gürültüsü bir yana Sivri ve Yassı'nın imara açılması, ahalinin fikri sorulmadan diğer adaların da birilerine peşkeş çekilmesi anlamına mı gelecek?
Avusturya-Macaristan İmparatorluğuyla Osmanlı arasındaki sağlam ilişkilerin yadigârı Burgaz'daki geniş arazide "marabet"lere ait ineklerin süt verdiğini, bostanların bereket saçtığını hadi unuttuk, ama birkaç sene önce yıkılan güzelim ahşap evlerin yerine çevreyi ve mimari kıstasları umursamayan yeni ucubelerin yapılmasına izin verilecek mi?
Yoksa turist akını yüzünden İstiklal Caddesinden farkı kalmayan Büyükada'da faytonların kahrını çeken atların toplama kampını hatırlatan yeni ahırları misali, sıra sıra evlerde oturmamız mı öngörülüyor?
Kaşık Adasının hak sahiplerine, Madam Lulu'nun yıllar önce diktiği ve ancak büyüyen çeşit çeşit ağacı kesip ön hazırlıkları zamanında yapılmış tatil sitesini inşa etme serbestisi tanınacak mı?
Ya Prens Adalarındaki vakıf mallarının akıbeti?
İstanbul'da son zamanlarda görmemişlere pazarlanan gökdelenlerin ada manzarası bir artı değer olarak reklamlarda geniş yer almaya devam ediyor. Oysa adalardan şehrin silueti o kadar içler acısı ki.
Fakat gaye görsel olarak fallik tatminse eyvallah, yakında birbirimize yüksek kulelerden bakacağız demek ki, aynı gümbürtünün içinde birbirimizi duyamayacağız, aynı mor bulut içinde nefes alamayacağız, yeşilden nasibimizi alamayıp betona gömüleceğimizden aynı elektrikle birbirimize hırlayacağız, ama bir dünya kenti İstanbul ve incilerinin ahalisi olmaktan gurur duyacağız… (MT/HK)