Altın Portakal dahil olmak üzere daha önce çeşitli festivallere katılmış olan Nilüfer Uzunoğlu’nun Antigoni, Küçük Adamız, Hayatımız adlı belgeseli İstanbul Burgazada'dan göç etmek zorunda bırakılmış Rumlar'ın her şeye rağmen adaya olan bağlılıklarına odaklanıyor.
Türkiye/Yunanistan ortak yapımı olan Senfoni adlı belgesel de Lena Dzardanova'nın en iyi genç yönetmen jüri özel mansiyonuna layık görülmesini sağladı.
Yunanistan ve Türkiye'den gençlerin oluşturduğu Yunan-Türk Gençlik Orkestrası’nın yaşanan zorluklara rağmen ortaya çıkardığı sonuç, orkestranın kurucusu Leni Konialidis ve şefi Cem Mansur'un haklı bir mücadele içinde olduklarının kanıtı.
Festivalde yönetmenliğini Regina Schilling'in yaptığı Tito's Glasses (Tito'nun Gözlükleri) adlı yapım en iyi tarih belgeseli ödülünü alırken, Andreas Apostolides War and Peace in the Balkans (Balkanlarda Savaş ve Barış) ile aynı bölümde jüri özel mansiyonuna hak kazandı.
En iyi siyasi belgesel ödülü, I Am the People (Ben Halkım) adlı eserle yarışmaya katılan Anna Roussillon ile The Shebabs of Yarmouk (Yarmuk'un Gençleri) isimli belgeselin yönetmeni Axel Salvatori Sinz arasında paylaştırıldı.
En iyi sosyal belgesel ödülünü Christina Pitouli Bref ile aldı.
Adaların dünü, bugünü
Günümüzde turizm, inşaat ve motorlu araçların tehdidi altında olan Prens Adalarından Burgaz geçmişte çoğunluğu oluşturan Rum cemaatinin tipik yaşantısıyla dikkat çekerdi. Rumca adıyla Antigoni hakkındaki belgeselde gazetecilik geçmişi olan Nilüfer Uzunoğlu adalılık ruhunu yakalarken bir zamanlar sinsi politik manevralar sonucunda oluşan sosyal baskıyı hassasiyetle tasvir ediyor.
Cumhuriyet tarihindeki muhtelif müdahalelerle iktisadi ve psikolojik yönden yıpratılan azınlıklardan Rumlar, adalarını terk etmek zorunda kalsalar bile memleketleri saydıkları Burgaz'ı asla unutmadılar. Çektirilen eziyetin etkisini travmatik biçimde halen hissediyor olmalarına rağmen, zoraki göçmenler Antigoni'yi sık sık ziyaret edip geride kalan dostlarıyla hasret gideriyor.
Zaten adalar günümüzde Ermeni, Süryani, Yahudi, Rum, Levanten, Alevi, Kürt ve diğer cemaatlerle, Osmanlı başkenti İstanbul'un sosyal mozaiğini küçücük bir skalada olsa da, yaşatıyor.
Fakat görünen o ki kenti kuşatan inşaat zorbalığı adalara da dadanmış durumda. Yönetim üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Maltepe ve Yenikapı dolgu alanları gibi projelerle doğaya hiç saygısı olmadığını açıkça gösterdiği gibi tabiat afetleriyle halkı karşı karşıya bırakma riskini de gözardı ediyor.
Geçtiğimiz haftalarda Yassıada'ya yapılan bir ziyaret sırasında çekilmiş olan yukarıdaki fotoğraftan da anlaşılabileceği gibi agresif müdahale adanın doğal dokusunun mahvedilmesine yol açmakla kalmıyor, adanın çeşitli yamaçlarından denize dökülmekte olan toprak, kaya ve hafriyat Marmara Denizi’nin sularına karışıyor.
Yassıada’nın muhtelif mıntıkalarında kaya oluşumları yok edilirken yüksek miktarda inşaat artığı bazı köşelerden denize serbestçe yuvarlanmış halde; ayrıca adanın doğuya bakan yamacında kıyı doldurularak sahil yolu çalışmalarında kullanılıyor.
Adaya ulaşımı bazen olanaksız hale getiren Boğaz'ın akıntısı ve gayet nemli havanın etkisi bir yana, Marmara Denizi’nin bu bölgesinde en şiddetli rüzgar olan lodosun patlayacağı sonbahar günlerinde Yassıada’daki inşaatın sekteye uğrayacağı kesin.
Osmanlı döneminde adaya şato inşa eden İngiliz elçinin bile fazla tahammül edemediği lanetli Yassıada demokrasi sevdalılarına(!) helal olacak mı, göreceğiz… (MT/YY)