İngiliz oyun yazarı Philip Ridley'in “Kürklü Merkür” isimli çarpıcı ve kışkırtıcı oyunu geçtiğimiz Çarşamba akşamı Antalya'da ilk kez sahnelendi. (1) Uzun bir süre boyunca hazırlık yapılan ve sonrasında pandemi nedeniyle yine uzun bir süre sahnelenmek için beklenen oyun nihayet seyircisiyle buluşabildi. Antalya’da söyleşi, panel, müzikal etkinlikler, sinema ve tiyatro gösterilerine ev sahipliği yapan mütevazı kültür merkezlerinden biri olan Baküs Sahne&Atölye ile Kırmızı Kalem yapımı olan oyun Okan Ö. Cinemre yönetiminde sahneye konuldu.
Pandemi nedeniyle seyreltilmiş bir oturma düzeni içinde büyük bir heyecanla oyunu bekledik. Heyecanlı olan sadece seyirciler değildi. Oyun bittikten sonra çıkış kapısı önünde heyecanlarına tanık olduğum oyuncular en az seyirciler kadar coşkuluydu.
Oyunu izledikten sonra telefon ile görüştüğüm Pınar Boyar kendisine yönelttiğim "Oyun hakkında ne düşünüyorsunuz, pandemi nedeniyle verilen uzun bir aradan sonra sahneye çıkmak size neler hissettirdi?" soruma şu yanıtı verdi:
“Şiddetin her türlüsüne karşıyken, argo ve küfürden hoşlanmazken; 'Kürklü Merkür' oyunu ise tüm bu yaklaşımları içermesine rağmen bizi kendine bağladı. Philip Ridley'in kurgusu o kadar çarpıcı ki, hem bize çok uzak hem çok yakın... Metni okuyup da etkilenmemek mümkün değil. Çoğu oyuncunun içinde yer almak isteyeceği, çok anlamlı bir metin. Uzun zaman sonra seyirciyle buluşmak ise oldukça heyecan verici oldu bizim için. Zaten bizler bu heyecan için devam ediyoruz tiyatroya. Yetkililerden yeterince destek görememek her sanat dalının yarası maalesef. Sanatçıların 'Doğru meslek, yanlış ülke' demesi ise gerçeğin tatsız yanı... Her olumsuzluğa rağmen, sanatseverlerin desteği ve içimizde yanan ateşle çıktık bu engebeli yola. Çok da iyi etmişiz, direnmekle, çabalamakla... Harika bir ekip olduk, özverili çalışmalarımızın karşılığı ise bizleri yürekten alkışlayan canım seyircimiz, sanata ve sanatçıya inanan herkes oldu. Bu imkânsız görünen koşullarda bile ışıklı bir yol çizip el ele orada yürüyebilmektir bizim mutluluğumuz, umutlu yanımız. Onca zaman sonra sahnede, tiyatroda olabilmekse; uzun bir seyahatten sonra eve varabilmek gibi hissettirdi bizlere…”
Uzun bir seyahatten sonra eve varabilmek hissi gibi… Pınar Boyar bu hissin bütün oyuncuların paylaştığı bir his olduğunu ısrarla vurguladı.
Eve varmak, evden uzaklaşmak
Ridley’in oyunu şiddetin hayatın olağan parçası haline geldiği bir dünyayı tasvir ediyor. Bu her zaman böyleydi, şiddet gündelik hayatın bir parçasıydı zaten denilebilir elbette ama oyundaki yoğun argo kullanımı bunun fark edilmesini ilk anda çok zorlaştırıyor. Oyunun bütününe yayılan, hemen her oyuncunun repliğinde birer nokta ya da virgül gibi yer alan argo sözcükler bir yabancılaşma duygusu yaratıyor. Dil bizi birbirimize yakınlaştırdığı kadar uzaklaştırır da... Bu uzaklık duygusu oyunun sonuna doğru giderek azalıyor ve yerini alışıldık, bilindik bir dünyanın tasvir edildiği gerçeğini kavramanın yarattığı umut ile umutsuzluk arasında salınan duygulara bırakıyor.
Oyun toplumsal hayatın savaşlarla, çatışmalarla, piyasanın egemen güçleriyle yıkıma uğratıldığı bir geleceği gözler önüne seriyor. Bir tarafta güvence içinde yaşayan ve zulmetme pratikleri sınırsız bir boyut kazanmış egemen bir azınlığın, diğer tarafta ise çöplerle dolu bir dünyada bertaraf edilmesi gereken birer çöp muamelesi gören insanlarla dolu bir dünya bu. Şiddet, yıkım, güvencesizlik ve kırılgan hayatlarla dolu çökmüş bir dünya…
Çöken sadece toplumsal hayat değil. Biyolojik çeşitlilik de çökmüş. Oyunda sadece kelebeklerden söz ediliyor; ama kelebekler güzelliği ve zarafeti çağrıştırmıyor artık. Çeşit çeşit kelebekten sakınılması gereken bir “nesne”, bir uyuşturucu ya da bir zehir gibi söz ediliyor. Kelebekler dışında yaşayan başka canlılar olup olmadığına dair bir değerlendirme yapmamızı sağlayacak bir ifade de yok oyunda. Biyolojik çeşitliliğin çöküşünü temsil eden kelebekler ise tıpkı Marmara Denizini çepeçevre saran müsilaj gibi her yerde.
Oyunda yer alan karakterlerde bütünlüklü bir geçmişe ya da gelecek duygusuna işaret eden bir şey yakalamak çok zor. Belirsizlik her şeye egemen. Kolektif bellek tahrip edilmiş. Geçmişi de, geleceği de şekillendiren tek şey şiddet. Zaman zaman dile getirilen anılar bile şiddetin görünümleriyle ilgili.
Kolektif belleğin tahrip edilmesi geçmişi anlamlandıracak, geleceği ise tahayyül edebilmemizi sağlayacak hikâyeler oluşturabilmemizi ortadan kaldırıyor. Düşüncelerimizin, duygularımızın şimdiki zamana, yaşanan ana sabitlendiği bir dünya hikâyelerden yoksun olduğumuz bir dünyadır ve hikâyelerden yoksun olduğumuz bir dünyada elde kalan tek şey şiddet oluyor belki de.
Mesele sadece hayatta kalmak olduğunda hayatın anlamından söz edebilir miyiz; dostluk, umut, sevgi, paylaşma, dayanışma gibi hayata anlam veren şeylere ne olur soruları oyun bittiğinde zihninizi meşgul ediyor. Kürklü Merkür oyunu bu çerçeveden bakıldığında Cormac McCarthy’nin Yol isimli kitabı ile büyük bir benzerlik taşıyor. (2) Yol kitabında da çökmüş, yıkıma uğramış, şiddetin kol gezdiği, her şeyin belirsizleştiği bir toplumsal hayatta çaresizlik içinde kalmış, yalnızlık duygusunun, umutsuzluğun pençesinde kıvranan ama bir yandan da en küçük bir umut ışığına sarılan insanlar anlatılıyordu. Öyle bir çaresizlik ve belirsizlik hali ki tasvir edilen, bütün gücümüzle sarıldığımız o küçük umut ışığının da şiddeti çağırması, şiddetle son bulması gayet mümkün.
Bu belirsizlik halinin günümüz için de geçerli olduğunu fark etmemiz gerekli belki de.
Oyunu izledikçe, oyuncuların repliklerini kulakları tırmalayan yükseklikteki bir şiddetle seslendirmesine, bağırışlarına, kullanılan yoğun argoya alıştığınızda, ilk anda içinizi saran o yabancılık duygusu aradan çekilmeye başlıyor. Şiddetin kol gezdiği bir dünyanın pek de uzağımızda olmadığını fark ediyoruz. Irak’ta, Suriye’de yaşanan savaşın yol açtığı yıkım, savrulan hayatlar, bir göçmen mezarlığı haline dönüşen Ege ve Akdeniz ve elbette ülkemizde on yıllardır hüküm süren şiddet ve bir türlü gelmeyen toplumsal barış…
Evsiz kalmak
Oyunda betimlenen şiddet sadece insanlara yönelik ya da sadece insanlarla sınırlı değil, insanı çepeçevre saran doğaya da yönelik bir şiddet var. Bir doğadan söz etmek olanaksız, her yeri kaplayan ve oyun boyunca toplandığı halde bir türlü bitmeyen çöplerle dolu her yer… Oyun boyunca aklıma sürekli Marmara Denizi’ndeki muazzam büyüklükteki ekosistem çöküşü geldi. Her yeri kaplayan müsilaj tabakası… Çok değil kırk elli yıl önce yüzlerce balığa, çeşit çeşit kabukluya ya da yumuşakçaya ev sahipliği yapan, bitki örtüsü ve mercan resifleriyle karmaşık, capcanlı bir denizin akıtılan kirlilikle artık sadece müsilajla dolu bir yere dönüştürülmesi meselesi üzerine düşünüp durdum. Bu meselenin ne kadar büyük olduğunu henüz kavrayabildiğimizi sanmıyorum. Tıpkı Kürklü Merkür oyununda tasvir edildiği gibi belirsizliğin her şeye egemen olduğu bir durumun içindeyiz. Marmara Denizi’ndeki çökmüş ekosistemin nereye evrileceğini, zaman içinde ne gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceğini öngörme olanağımız çok sınırlı olsa da, olumlu sonuçlar doğurma ihtimalinin neredeyse imkânsız olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Buna ek olarak şunu da kesinlikle söyleyebiliriz: Doğaya yönelik şiddetle insana yönelik şiddet arasında ayırt edici bir sınır çizmek olanaksız. İnsanın doğaya yönelttiği şiddet en nihayetinde kendisine yönelttiği şiddettir.
Dünya bir sahne ve biz insanlar da o sahnede yer alan birer oyuncu değiliz. Dünya bizim kurguladığımız, üzerinde her türlü rolü sahneleyebileceğimiz cansız bir yapı değildir; aksine yaptığımız her şeye bir yanıt veren ve bizimle sürekli etkileşim içinde olan, zaman içinde değişen bir yapıdır. Yeryüzü hayat doludur. Yeryüzü sahnesinde ne sınırlardan ve ne de mutlak bir güce ve değişmez rollere sahip oyunculardan söz edilebilir. Dünyayı ille de bir sahne olarak tasvir edeceksek, tanıdığımızdan çok tanımadığımız oyuncularla dolu bir sahne olduğunu söyleyebiliriz. Çoğu durumda tanımadığımız diğer oyuncuların rollerini anlamaya çalışmak kendi rolümüzü icra etmekten daha önemlidir. Kendi rolüne narsisistik bir bakış açısıyla odaklanan oyuncu ise er ya da geç hayat sahnesinden düşecek ama yeryüzü sahnesindeki hayat devam edecektir. Bir gezegendeki hayat insansız da olabilir.
Evi onarmak
Ama bu yazıyı umutsuzluğa değil umuda, dayanışmaya işaret eden bir sonla noktalamak istiyorum. Yüz yüze olduğumuz sorunları çözebilecek birikime sahip olduğumuzu, korumaya ve onarmaya yaslanan bir siyasal programa ihtiyaç olduğunu, temel meselenin –neredeyse her ülkede- mafyalaşmış küçük bir azınlığın çıkarına hizmet eden siyasal iktidarı alaşağı etmek olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu bağlamda Kürklü Merkür oyununun yönetmenliğini yapan Okan Ö. Cinemre’ye yönelttiğim "Kürklü Merkür oyununu sahneye koyarken ne gibi zorluklar yaşadınız? Bu oyunun sizin için anlamı nedir?” soruma verdiği umutlu yanıtla, onun dayanışmanın önemini bir kez daha hatırlatan yanıtıyla bu yazıyı noktalamak istiyorum:
“Şimdiye dek bir yıl boyunca prova yapmak zorunda kaldığımız bir oyun çalışmamıştık. En büyük zorluk ekibi bir arada tutma ve bu oyunun oynanacağına olan inancı zinde tutmaktı. Oyuna sahip çıkan ve çalıştıkça vazgeçmeyen oyuncu arkadaşlarım sayesinde sonuca ulaştık. Bir diğeri ise, 40-50 kişilik oda tiyatrosu için planlanmış oyunu büyük sahnelerde oynamak zorunda kalmamız. Prova süreci içinde kurguda bazı değişiklikler yaptık.
Kürklü Merkür bence “in yer face” tiyatro türünün en iyi örneği. Çok sağlam bir ana tema üzerine kurulu: eşitsizlik ve ötekileştirme. Sistemin orta ve alt sınıflardaki insanlara vaat ettiği bir gelecek yok. Egemen güçlerin sonuna kadar sömürdükleri dünyanın kaynakları tükendikçe ayaklanan insanların kitlesel olarak yok edilmesi gerekecek. Önce belleklerini alacaksın ellerinden ki düzeni değiştirecek ve itiraz edecek zemin bulamasınlar. Sonra bu "haşere güruh" toptan temizlenecek. Günümüzde örneği çok, öteki olanı, düşman olanı "insan" olarak görmemeye, onun yok oluşundan etkilenmemeye başlıyoruz. Bu durum sıradan bir hal alıyor, acı duymuyoruz. Gelecek bu günde gizlidir diyorum... Bu akıldışı kalkınma, büyüme, zenginleşme iştahıyla geleceğin dünyası herkes için aynı olmayacak. Ne kadar vahşileşebiliriz ya da ne kadar insan kalabiliriz? Ana soru bu! Böylesine korkunç bir dünyadan "korumak" için çocuklarınızı, sevdiklerinizi kendiniz öldürebilir misiniz? Peki daha bugün aynı şeyi yapanlar yok mu? Uyduruk bir botla gece dalgaların arasına kucağına çocuğunu alıp binmek hangi ruh halinin ürünüdür?
Kapitalizmin dümeninde olduğu sistem bizlere gelecek vermeyecek, onu biz kendimiz oluşturacağız. Yok olacağımız o son anda içimizdeki "iyi" insani bulduğumuzda "kötü"yü yeneceğiz. En güzel örneğini Gezi Parkı direnişinde gördük...
Notlar
1) Gösterim sırasında, pandemi tedbirleri gereği hijyen, maske ve mesafe kuralları uygulanan oyun 23 ve 30 Haziran Çarşamba günlerinde saat 19.00’da Mall Of Antalya Sahnesi’nde tiyatro severlerle buluşacak. İletişim ve kayıt için +905425665399 ve +905056601778 numaralı telefonlar aranabilir.
2) Cormac McCarthy, Yol, Çeviri Sevin Okyay, İthaki Yayınları, 2019.
Kürklü Merkür
Yönetmen: Okan Ö. Cinemre
Çeviri: Cem Kurtuluş
Dramaturji: Okan Ö. Cinemre, Osman Utku Atış
Ses-Işık: Mert Yılmaz
Dekor-Kostüm: Musa Öcal
Makyaj: Ayşe Güreşçi
Video: A.H. Sahabi
Afiş: Ezgi Bilgin
Oyuncular: Ömer İlci, Ahmet Saim, Hanife Özsoy, Gizem Başbuğa, Sencan Köymen Erbaş, Ergül Can, Pınar Boyar, Kutsal Kaynak
(BŞ/AS)