Mikrobiyom mikroorganizmalar (bakteriler, arkealer, düşük ve yüksek ökaryotlar ve virüsler), onların genomları (yani genler) ve onları çevreleyen çevresel koşullar dâhil olmak üzere tüm habitatı ifade eder.
Belirli bir ortamda bulunan mikroorganizma topluluğuna ise mikrobiyota adı verilir.
Vücudumuzdaki belirli bölgelerin (örneğin bağırsaklar, ağız, burun ve deri) kendine özgü bir mikrobiyotası vardır. Mikrobiyota açısından en zengin bölgelerin başında ise bağırsaklar gelir. Yetişkin bir insanın bağırsaklarında bulunan mikroorganizmaların toplam ağırlığı 1,5-2 kilogramı bulabilmektedir. Artan kanıtlar, bağırsak mikrobiyomundaki metabolik aktivitelerin insan sağlığı ve hastalıkları ile çok derinden bağlantılı gösteriyor.
İnsan ile bağırsakta yerleşik bakteri, mantar ve virüs kümesi arasında karşılık bir simbiyotik ilişki vardır. Beslenme aynı zamanda vücudumuzdaki mikroorganizmaları besliyor.
İnsan bağırsağında yaklaşık 10–100 trilyon simbiyotik mikrobiyal hücre yaşar; bağırsak mikrobiyotasının ana bileşenleri, cins, familya, takım ve filumlara göre taksonomik olarak sınıflandırılan bakteri türleridir. Bağırsak bakteri topluluğu esas olarak insanlarda izole edilmiş 2172 türe ayrılabilir ve bunların yüzde 93,5'i Proteobacteria, Firmicutes, Actinobacteria ve Bacteroidetes'e ait 12 farklı filumda sınıflandırılıyor.
Bebeklik ve yaşlılıkta bazı değişiklikler gözlemlenmesine rağmen, mikrobiyota bileşimi ve çeşitliliği yaşam boyunca nispeten sabit kalıyor.
Toksinlerin koruyucusu
Çeşitli bilimsel araştırmalar, sağlıklı bir mikrobiyotaya sahip olmanın insan sağlığında önemli bir rol oynadığına işaret ediyor. Bağırsak mikrobiyotası gıdalar arasında bir ara yüz görevi görür, besinlerin ve liflerin sindirimine yardımcı olur, bazı vitamin ve amino asitlerin sentezine katılır ve yağ asitleri, kalsiyum ve magnezyum emilimini düzenler.
Ayrıca, bağırsak mikrobiyotası, patojen mikroorganizmalara ve toksinlere karşı koruyucu bir bariyer görevi görür ve gastrointestinal sistemin gelişimi için vazgeçilmezdir.
Sağlıklı bir mikrobiyotanın kaybı inflamatuar hasardan tümörler ve nörolojik bozukluklar dahil olmak üzere kronik dejeneratif hastalıklara kadar değişen patolojik durumlara yol açıyor.
Bağırsak mikrobiyotasının ana işlevlerinden biri, sindirilen moleküllerin, mikrobiyal metabolizmanın ara ve/veya son ürünleri olarak üretilen küçük moleküller olan biyoaktif metabolitlere dönüştürülmesidir. Mikrobiyal metabolitler, konağın, yani insanların sinir ve bağışıklık sistemlerinin olgunlaşması üzerinde önemli etkilere sahip.
Ayrıca, bağırsak mikrobiyotasının insan metabolizması ve fizyolojisi üzerindeki etkileri, bağırsağın ötesine karaciğer, kas ve beyin gibi uzak organlara kadar uzanıyor.
Sağlık üzerindeki kritik rolü nedeniyle, bağırsak mikrobiyotası insan vücudunda yeni bir organ olarak kabul ediliyor. Bu organın gıdalarla birlikte alınan toksik kimyasallardan, örneğin pestisitlerden ya da ağır metallerden ne ölçüde etkilendiği ve bu etkilenimin ne gibi olumsuz sonuçlara yol açtığı henüz tam olarak bilinmiyor.
Toksik kimyasal maddeler mikrobiyom bileşimini değiştirerek birden fazla hastalık ve bazı toksik kimyasalların olumsuz etkilerinin artışı da dahil olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir.
Bağırsak mikrobiyotasında toksik kimyasallara maruziyetten kaynaklanan değişikliklerin bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebileceği ve ülseratif kolit, Crohn hastalığı gibi inflamatuar bağırsak hastalıkları üzerinde etkileri olabileceği düşünülüyor. Ancak bu konuda daha detaylı araştırmalara gerek olduğu da belirtiliyor.
Bu çerçevede bakıldığında toksik kimyasal maddelerin kullanımı için verilen izin ve ruhsat işlemlerine esas oluşturan testlerin ciddi bir güven sorunu içerdiği düşünülmeli.
Önümüzdeki yıllarda mikrobiyom ve mikrobiyota konularında edindiğimiz bilgiler arttıkça gıda güvenliği anlayışımızın da derinden değişeceğini düşünüyorum.
(BŞ/EMK)