Torba teklif kapsamında, enerji (özellikle baz yük santralleri için kömür) ve madencilik faaliyetlerinin, “tapuda zeytinlik” olarak kayıtlı ya da fiilen zeytinlik bulunan alanlarda yürütülebilmesine olanak sağlandı.
Kamuoyunda “Zeytinlik Yasası” veya “Süper İzin” olarak adlandırılan yasa, TBMM Genel Kurulu’nda 255 kabul, 199 ret oyuyla 17 Temmuz 2025’te kanunlaştı.
Bu hükümler, yalnızca kamuoyunu yatıştırmaya yönelik; zeytin ağaçlarını gerçekten koruyacak bir içeriğe sahip değil. Bir ağaç, istediğimizde yerini değiştirebileceğimiz bir oyuncak ya da bir yerden bir yere taşıyabileceğimiz bir nesne değil.
Bir şeyi yapabilme kapasitesine sahip olmak yapılan şeyin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Zeytin ağaçlarını taşımak teknik olarak mümkün olabilir ama bu, onların yaşadıkları ekolojik bağlamdan koparılmasını haklı çıkarmaz.
Tıpkı ormanlarda olduğu gibi: Ağaçları kesip başka yere taşımak teknik olarak mümkün olabilir, ama bu müdahale, o ağacın yaşadığı ekolojik ilişkiler ağını ve katkı sağladığı bütün bir yaşam sistemini yok saymak demektir. Suzanne Simard’ın ‘Anne Ağaç: Ormanın Bilgeliğinin Keşfi’ adlı kitabı tam da bu noktada, bir ağacın yerinden edilmesinin yalnızca o ağacı değil, bütün bir orman topluluğunu nasıl etkilediğini bilimsel verilerle ortaya koyuyor.
Simard, ormanı teknik imkanlarla şekillendirilebilecek bir ‘nesneler bütünü’ olarak değil, bir ‘ilişkiler ağı’ olarak görüyor.
Her şey birbiri ile bağlantılı. Simard’ın, bilimsel bulguları kişisel anılarıyla iç içe geçirerek yazdığı ‘Anne Ağaç’ kitabını okuyup bitirdiğinizde hissettiğiniz ana duygu da bu oluyor: Her şey birbiri ile bağlantılı...
Simard’ın kitabını biraz daha ayrıntılı biçimde ele almak gerekiyor.
Anne Ağaç
Orman ekolojisti Suzanne Simard’ın kitabı Barış Gönülşen çevirisiyle Tellekt Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, ağaçların ve orman ekosistemini oluşturan çeşitli öğelerin birbirleriyle olan karmaşık ilişkilerini ve iletişim ağlarını anlatıyor.
Simard, ağaçların yalnızca bireysel varlıklar olmadığını ve yeraltındaki kök mantar ağları (mikorizal ağlar) aracılığıyla birbirleriyle bağ/iletişim kuran sosyal varlıklar olduğunu ve bu işbirlikçi davranışların insanlar için de öğretici olduğunu vurguluyor.
“Sözlüğü açtım. Mikoriza fungusu bitkiyle bir ilişki kuruyordu, bir tür ölüm kalım ilişkisi. Bu ortaklığa girmediğinde bitki de fungus da hayatta kalamıyordu. … İki yönlü bir değiş tokuş. Bir mutualizm. Karşılıklı ortaklık. … Mikoriza. Bu sözcüğü nasıl aklımda tutabilirdim? Myco mantar, rhiza ise kök gibi bir şeydi. Mikoriza kökmantar demekti.” (sayfa 82-83)
Ormandaki büyük ve yaşlı ağaçların (anne ağaçlar), genç fidelerle bağlantı kurarak onlara karbon, su ve besin aktardığını; bu sayede fidelerin hayatta kalma şansını artırarak ormanın sağlıklı bir ekosistem olarak devamlılığına katkı sağladığını ortaya koyuyor. Bu bulguların, ormanların bir bütün olarak sağlığını korumak için dayanışma içinde çalışan karmaşık, canlı topluluklar olduğunu gösterdiğini ifade ediyor.

Ortak yaşamın biyolojisi
Simard, orman ekosisteminin temelinde rekabetin değil, işbirliği ve paylaşımın yattığını vurguluyor. Bunu mümkün kılan şey ise bitkilerle mantarlar arasındaki ortak yaşam ilişkisi:
“Mikoriza ortakyaşarlığının bundan 450 ila 700 milyon yıl önce okyanustan karaya geçen kadim bitkilere dayandığı düşünülüyordu. Bitkilerin funguslarla kolonileşmesi, üzerinde bitki örtüsü olmayan, yerleşime uygun olmayan kayalarda tutunabilmelerine yetecek besinleri elde etmelerini, karada hayatta kalmalarını sağlamıştı.” (sayfa 84)
Kitap, yalnızca bilimsel keşifleri değil, Simard’ın yaşam öyküsünü de içeriyor. Yazarın çocukluk yıllarından başlayan ve bir orman ekolojisti olarak günümüze uzanan yaşam yolculuğuna hem bilimsel hem de edebi bir dille adım adım eşlik ediyoruz.
Simard’ın anlatımı, kişisel yaşamı ile bilimsel araştırmaları arasındaki bağlantıları gözler önüne seriyor. Kitap, bir bilim insanının zihninin nasıl işlediğini anlamak ve araştırmaların kişisel yaşamla nasıl iç içe geçtiğini görmek açısından da okurlara etkileyici bir deneyim sunuyor.
Simard’a yönelik eleştiriler
Simard’ın araştırmalarının, çeşitli açılardan eleştirildiğini de belirtmeliyim.
Simard’ın "anne ağaçlar", "besleme", "yardımlaşma", "bilgi iletimi" gibi kavramları, bilimsel anlamda değilİ; insani ilişkileri çağrıştıracak şekilde kullanması, ağaçlar arasındaki fizyolojik ilişkilere şefkat, iyi niyet, koruma güdüsü gibi insana özgü anlamlar atfetmesi, bilim insanları tarafından antropomorfik (insanbiçimci) anlatım olarak değerlendiriliyor.
Buna ek olarak, sadece belirli orman türlerinde (özellikle Batı Kanada'nın kozalaklı ormanlarında) yaptığı deneylerden elde ettiği bulguların tüm ormanlar için geçerli olduğunu söylemek, yani genelleme yapmak için henüz çok erken olduğu da önemli bir eleştiri olarak öne çıkıyor. Ayrıca, mikorizal ağların ne zaman yardımlaşmaya ne zaman rekabete hizmet ettiğinin ekoloji literatüründe net olarak belirlenememiş olduğunu da eleştirilere eklemeli.
Bütün bu eleştirilere rağmen Simard’ın kitabı, doğaya bakış açımıza yeni bir perspektif ekleyen, ormanların sadece ağaçlardan ibaret olmadığını, karmaşık ve dayanışma içinde çalışan bir yaşam ağı olduğunu, modern ormancılık uygulamalarının doğanın dengesini nasıl bozduğunu, tek tip ağaç dikimi ve büyük ölçekli ağaç kesiminin, orman ekosisteminin sağlığını nasıl olumsuz etkilediğini gösteren çarpıcı bir eser olarak niteleniyor.
Orman ekosistemlerine başka bir gözle bakmamızı sağlayan Anne Ağaç kitabını okuduğunuzda, ülkemizde son yıllarda giderek artan orman yangınlarını, ormanlık alanlarımızla zeytinliklerimizin canına okuyan madencilik ve enerji odaklı faaliyetleri düşünmemek; öfke ve çaresizlik duygularına kapılmamak elde değil. Hele ki zeytinlik alanlarımızı yatırım faaliyetlerine açan son yasa değişikliğinin Meclis’ten geçtiği şu günlerde…
Zeytin ağaçları ve mikoriza gerçeği
Aklımıza zeytin ağaçları arasında da mikorizal mantar ağı var mı, sorusu gelecektir.
Evet, zeytin ağaçları ile mikorizal mantarlar arasında da simbiyotik (ortakyaşam) ilişkisi var; ancak bu ilişki, Suzanne Simard’ın çalıştığı kozalaklı ağaçlar ve ektomikorizal (ECM) ağlardan bazı yönleriyle farklı. Bu ilişki genellikle arbusküler mikoriza (AMF – arbuscular mycorrhizal fungi) formunda; Simard’ın “anne ağaç” kuramında yer alan ektomikorizal ağlar (ECM) ise daha çok kozalaklı ağaçlar (çam, göknar, huş, meşe gibi) ile ilişkili.
AMF'ler aracılığıyla aynı türden veya farklı türden bitkiler arasında besin alışverişi olabiliyor. Ancak bu transferin miktarı, yönü ve anlamı hâlâ tartışmalı. Eldeki bulgular zeytin ağaçlarının, özellikle genç fidan döneminde AMF türleriyle ortak yaşam ilişkisi kurduğunu gösteriyor. Kurulan ilişki fidanın, topraktan besin öğesi alımını, su tutumunu ve tuzluluğa karşı direncini arttırıyor.
Simard’ın kitabının bize gösterdiği en önemli şeylerden biri, enerji ve madencilik yatırımları başta olmak üzere ‘mega’ projeler aracılığıyla orman ekosistemlerine verilen zararların, ağaçları taşıyarak ya da yeni ağaçlar dikerek telafi edilebileceğini öne sürmenin epeyce dayanaksız bir düşünce olduğu.
En hafifinden son derece indirgeyici ve ekosistemin bütününü gözden kaçıran bir düşünme tarzı bu. Bir ekosistemin bütününü görmek epeyce zor, belki de olanaksız ama “Zeytin ağaçları taşınır mı?” sorusuna, “evet, taşınabilir” şeklinde net bir yanıt vermek de olanaksız. Verilecek yanıtın çok büyük bir belirsizlik içerdiği çok açık.
Ekosistemler taşınabilir mi?
Bir orman, sadece ağaçların bulunduğu bir alan değil, toprak, su, mikroorganizmalar, mantarlar, hayvanlar ve bitkilerden oluşan karmaşık bir ekosistem. Ağaçları taşımak ya da ağaç dikmek, bu ekosistemin yeniden oluşmasını garanti etmiyor. Bu tür teknik müdahalelerin doğaya ve onun karmaşık ilişkiler ağına gerçekten ne yaptığına bakmadan, yalnızca yapılabilir olmalarına odaklanmak, ciddi bir yanılgıya, teknik olarak mümkün olan her müdahalenin ekolojik olarak da meşru, yeterli ve zararsız olduğu inancına yol açıyor. Zeytinliklerin ya da ormanların teknik birtakım işlemlerle dönüştürülebileceğine inanmak, doğayı karmaşık bir ilişki ağı olarak değil, parçalarına ayrılıp üzerinde işlem yapılabilecek bir nesne olarak gören bakışın bir sonucu.
Bu inanç, yalnızca bir doğa tasavvuru değil, aynı zamanda bugün uygulamaya konan yasal düzenlemelerin ardındaki en tehlikeli gerekçelerden biri haline gelmiş durumda.
Oysa doğa, bizim dışımızda duran bir kaynak değil; ilişkiler kurduğumuz, parçası olduğumuz, birlikte var olduğumuz bir canlılıktır. Ağaçlar yerinden taşınabiliyor olması, onların toprağıyla, çevresindeki canlılarla, yeraltındaki ağlarıyla kurduğu yaşam bağlarının da taşınabileceği anlamına gelmez.
Yasa geçse de mücadele bitmez
Enerji ve madencilik yatırımları başta olmak üzere ‘mega’ projeler aracılığıyla orman ekosistemlerine verilen zararları, yalnızca ağaçları taşıyarak ya da yeni ağaçlar dikerek gidermeye çalışmak kuvvetle muhtemel telafisi olanaksız sonuçlar doğuracak.
Bu nedenle, birkaç gün önce Meclis’te kabul edilen ve zeytin ağaçlarının ölüm fermanı anlamına gelen yasanın uygulanmasını engellemek için her yolu denemekten vazgeçmemek gerekiyor.
Yasanın Meclis’ten geçmiş olması her şeyin sona erdiği anlamına gelmez, mücadele için bir engel de oluşturmaz.
Çünkü bazen umut, her şeyin kaybedilmiş göründüğü anlarda bile derine inen bir kök gibi sessizce büyür; ya da Albert Camus’nün dediği gibi: Kışın ortasında bile, insanın içinde yenilmez bir yaz vardır. (BŞ/TY)









