Çin askerî birliklerinin Tibet’i ilk tehdidi 1949’a, ülkenin tamamıyla Çin kontrolüne geçmesi 1959 gibi çok geride kalmış hissini veren tarihlere uzansa da, coğrafyanın kadim halkı maziyi asla unutmuş değil.
Bilhassa 14. Dalai Lama’nın gezegen çapında duyurduğu Tibet’in bağımsızlık talebi günümüzde bir şekilde canlılığını koruyor, işgalci devlet konumundaki Çin’in insan hakları ihlalleri tüm kamuflaj ve inkâr çabalarına rağmen birçok başlık altında ortalığa saçılmaya devam ediyor.
İtalya’nın politik duruşunu daima koruyan köklü belgesel etkinliği Festival dei Popoli’nin programında yer almış Metok adlı film Tibet meselesine tekrar parmak basıyor.
Geçen ay 62. kez gerçekleşmiş festivalde Özel Mansiyon’a layık görülen 70 dakikalık İtalya/Arjantin ortak yapımı filmin yönetmeni Martín Solá sinematografiye ağırlık vererek seyirciyi mistik bir havaya sokuyor. Arjantinli sinemacı Filistinli bir direnişçiyi konu edindiği 2013 yapımı Hamdan ile de tanınıyor.
2019 yapımı Metok’ta Budist rahibe ve yaşadıkları, Tibet’in hürriyetine kavuşması yolunda birer sembole dönüşüyor, tehditkâr tavırlarla kaba kuvvetini her fırsatta teşhir etmeye alışmış Çin ve benzer rejimlere karşı adeta “sabrın sonu selamettir” mesajını veriyor.
İşgal ne zaman bitecek?
Tibet’in işgalci devlet Çin tarafından her türlü baskıyla mütemadiyen sindirilmeye çalışılması bir yana, bilhassa kırsal kesimdeki halkın fakirliği ve çaresizliği, ailelerin çocuklarını Budist manastırlara teslim etme âdetinin günümüzde de sürmesine sebep oluyor.
Filmin kahramanı Metok küçücük yaşta Nepal’deki bir manastıra yollanmış, Budizm’in yanında geleneksel Tibet tıbbı hususunda uzmanlaşmakta olan bir rahibedir.
Derken evden ayrıldığı zamandan beri görmediği annesi onu telefonla arar ve köylerinde doğurmak üzere olan hamile bir kadına ebelik yapacak kimse kalmadığı için Metok’u geri dönmeye ikna eder.
Metok aslında ailesini, köyünü, memleketini çok özlemiştir; manastırın baş rahibinden gerekli izni alır, yıllardan beri yaşadığı kutsal mekâna layıkıyla veda eder ve her açıdan tehlikeli olduğu bilinen yola koyulur.
Sert iklim şartlarında dağları aşması zaten zordur, fakat asıl korkutucu olan kaçak geçmesi gereken hudut bölgesidir. Kendisi gibi sürgün olan Tibetli bir adam ona rehberlik etmektedir, fakat amaçlarına ulaşıp ulaşamayacakları, Çin askerleri tarafından yakalanarak gözaltına alınıp alınmayacakları belli değildir; tutuklanıp işkenceye tabi tutulma veya devlet eliyle kaybedilme ihtimalleri de her zaman vardır.
Yüksek bir noktadan izledikleri sınır coğrafyasında askerî birlikler fazlasıyla kalabalık, askerî hareketlilik ise, her an bir savaş çıkacakmışçasına had safhadadır.
Metok her şeye rağmen sonunda köyüne ulaşır ve ondan beklenen yüce görevi layıkıyla yerine getirir.
Estetik ön planda
Filmin başında izlediğimiz Budist manastırı görüntüleri ve ayin sekansı seyirciyi anında büyülüyor.
Muhtelif geleneksel çalgıların kendine has tınıları, meditasyona zemin oluşturan bilumum ritmik vuruşlar, üflemelilerin tiz perdeden çınlamaları bizi o evrenin içine zarafetle çekiyor.
Ayinde yer alanların arasına bir işgalci gibi kamera girmiş olsa da konsantrasyonlarında hiçbir sekme olmuyor, perdeden adeta taşan enerji hipnotize edici hale geliyor.
Akabinde Metok’un dinginliği, baş rahibin sesindeki huzur bize kadar ulaşırken Budizmin sarmalayıcı gücünü iliklerimizde hissediyoruz.
Yönetmenin ulu dağları arka plana oturtmak suretiyle, uzaktaki Metok’un kameraya dönük, defalarca kendi adını bağırarak uçsuz bucaksız coğrafyada sesinin yankılanmasını sağlaması da seyirciyi tesir altında bırakıyor.
Zaten aslında belgeselin bu sekanslarından itibaren mevzunun peşinden koşarcasına değil de, önceden fazlasıyla belirgin bir senaryoya göre hareket edileceğini idrak etme ihtimaliniz yüksek.
Günümüzde artık biraz eskimiş sayılabilecek bu belgesel tavrını benimsemiş olan film ekibi hiçbir işi tesadüfe bırakmıyor sanki; Metok dahil olmak üzere filmin kahramanlarına yaptırılan bazı didaktik konuşmaların da tesadüfi olduğunu düşünmüyorum.
Mesele Çin’in her geçen gün alenen artmakta olan insan hakları ihlallerinde Tibet işgaline gündem maddeleri arasında tekrar eskisi kadar önemli bir yer verilmesi.
Metok’un bunca sene sürgünde olup geri dönmesi, üstelik donanımlı olarak memleketine faydasının dokunması manidar. Son derece fakir köyde doğum yaparken izlediğimiz kadına yüksek irtifadan dolayı oksijen, köye de Metok’un getirdiği umut lazımdır.
Kolonyalistler gibi işgal ettiği toprakların değerlerini iliğine kadar sömüren, onları kendine mal edip bölgenin kadim halklarına hakkını teslim etmeyen zihniyetlerden biriyle karşı karşıyayız ne de olsa. Artık bir şeylerin değişmesi şarttır. Baskı altında uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen kimliklerini ve bilgeliklerini ellerinden geldiğince korumuş Tibetliler cebren allak bullak edilmiş kültürlerini ve gasp edilmiş özgürlüklerini talep etmektedirler.
Acaba bazı devletlerin önümüzdeki kış Olimpiyatlarını protesto edip Çin’e insan hakları ihlallerinden dolayı resmen tavır almış olması aslında iktisadi olan dünya çapındaki savaşta göstermelik bir çaba olarak mı kalacak, yoksa topluca yokuş aşağı sürüklenmekte olduğumuz kaotik dinamikte yeni bir milat mı oluşturacak?
(MT/EMK)