Suriyeli Kürt Leyla Mustafa genç yaşında belediye eş-başkanlığı görevini üstlenmiş karizmatik bir kadın.
Dahası, başkanlığı paylaştığı Arap meslektaşı geleneksel kıyafetleri tercih eden bir erkek olsa da, Leyla’yı görevini başı açık şekilde, bölge kültüründe genellikle Batılılara has kabul edilen kıyafetlerle görüyoruz.
Fakat esas çarpıcı olan coğrafyadaki derin yaraları sarmak, uzlaşmayı ve barışı sağlamlaştırmak, eşitlikçi bir düzen olarak demokrasiyi oturtmak üzere Leyla’nın, bir ara IŞİD’in başkenti ilân edilmiş Rakka’da bu görevi ifa ediyor oluşu.
Erkeklerin egemenliğine alışılmış bir çevrede güçlü olduğu kadar insancıl, çalışkan olduğu kadar mütevazı bir kadınla karşı karşıyayız. Üstelik savaşta kıyımlara sahne olmuş, kentsel dokusu yerle bir edilmiş ve her an yeni saldırılara sahne olabilecek bir şehirde, fazlasıyla kısıtlı şartlarda canla başla mücadele eden idealist bir kadın o.
2020 Cannes ve Roma film festivallerinde yer almış Rakka’da 9 gün (9 jours à Raqqa)/9 days at Raqqa) başlıklı belgesel bizi yoğun savaş dinamiği sona erdikten sonra unutulmaya yüz tutmuş bir bölgeye götürüyor. Tecrübeli yönetmen Xavier De Lauzanne erkek olmasına rağmen, filmin kahramanı en başta olmak üzere kadınları ön plana yerleştirerek ister istemez feminist bir esere imza atmış.
Leyla Mustafa hakkında bir kitap yazmak üzere yola koyulmuş kadın yazar Marine de Tilly eşliğinde dokuz günlük kısa bir sürede, Müslüman ağırlıklı bir diyarda cinsiyetler arasında arzulanan eşitliğin sembollerinden olmaya aday, çarpıcı bir kişiliği tanımaya girişiyoruz.
Sağlam bir kişilik
Birkaç sene öncesine kadar Müslümanlık adına inanılması zor vahşetlerin uygulandığı Rakka’da gerginlik baki. Mazide birçok medeniyete kucak açmış kentte büyük bir çabayla oturtulmaya çalışılan huzuru bozmaya yönelik sinsi saldırılar tedirginlikle bekleniyor. Tehdit oluşturan unsurların olası kaynakları arasında, bölgedeki birçok aktörden biri olarak Türkiye’nin adı daha önce olduğu gibi şimdi de sıklıkla ifade ediliyor.
Tecrübeli sinemacı De Lauzanne insanlığın çatışma dinamiklerine duyduğu ilginin ne kadar hastalıklı olduğunun farkında; üstelik Rakka uzun yıllar boyunca dünya gündemine düşmüş en vahşi görüntülerle hatırlanıyor. Dolayısıyla şimdi barışın bir şekilde oturtulmuş olduğu bu coğrafyanın unutulmaması gerektiğini, tekrar hayata döndürülmek üzere yoğun desteğe ihtiyaç duyduğunu bize zarafetle hatırlatıyor.
Bölgede demokrasinin oturtulmasına nedense karşı olanların yeni düzeni sabote etme niyeti kahramanlarımızı yıldırmıyor. Leyla, Marine ve kadın çevirmenin eşliğinde altyapısı da tamamıyla çökmüş bir kente hizmet götürmeye çalışanları saygıyla takip ediyoruz.
Yönetmen De Lauzanne IŞİD’in Fransa’da üstlendiği vahşi saldırıların rolünün filmi çekmesinde büyük olduğunu ifade ediyor. Fakat tüm imkânsızlıklara rağmen görevini dirayet ve ciddiyetle, en disiplinli şekilde yerine getirmeye çalışan Leyla gibi istikbale ümitle bakmayı tercih ediyor.
Filmin çekimi de aslında gayet kısıtlı bir zaman aralığında, kıvrak bir organizasyon çerçevesinde başarıyla kotarılıp misal teşkil edebilecek iyimser bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
Belgesel boyunca samimi olduğu kadar ciddi, sevecen olduğu kadar mesafeli, klasik itici bürokrat imajından uzak, pratik ve yapıcı bir belediye eş-başkanıyla beraber olmaktan mutlu ve gururluyuz.
Barışı sağlamak savaşmaktan daha meşakkatli
Yalnız Batı ülkelerine değil Türkiye gibi yakın coğrafyalara da hâkim önyargıları yıkmak için Rakka’da 9 gün belgeseli biçilmiş kaftan. Yönetmen De Lauzanne, Arap eş-başkana hiç vakit ayırmayıp Leyla’yı pozitif ayrımcılıkla kayırıyor olmasına rağmen, bölgenin nabzını tutma misyonunu başarıyla kotarıyor denilebilir. Silahların, bombaların, birbirini öldüren insanların görüntülerinin yerine 96 dakikalık nispeten sakin belgeseliyle, medyanın haber niteliği taşımadığını düşündüğü barışın tahsis edilme sürecine methiyede bulunuyor. Sansasyondan uzak, gezegende yaşanan binbir türlü krizin ağırlığına yakışır sinemasal bu cesur dışavurumu kale almakta fayda var. Yine de senaryo ve kurgusu gayet kıvrak, araştırmacı gazeteci tavrı gayet baskın bir belgesel olduğunu belirtmeden edemeyeceğim.
De Lauzanne bu filmin devamı niteliğini taşıyan diğer iki filmin, trilojiyi tamamlamak üzere hazırlık aşamasında olduğunu belirtiyor.
Tekrar kahramanımız, 1988 doğumlu mühendis Leyla Mustafa’ya gelince. Kürt-Arap kontrolündeki bölgede Belediye işlevini gören Sivil Konseyin eş-başkanı olarak çalışmalarına devam ederken filmde gördüğümüz gibi ebeveynine de her fırsatta vakit ayırıyor. Etrafı genelde erkek çalışanlarla çevrili olmasına rağmen şahit olduğumuz kadarıyla otoritesini oturtmakta zorlanmıyor, gittiği her yerde halkın büyük sevgi ve saygısıyla karşılanıyor. Fakat ön plana çıkmak için asla çaba sarfetmiyor, alçak gönüllü doğasına uygun olarak böbürlenmek gibi tavırlar sergilemiyor.
Erkeklerin kocaman oval bir masanın etrafında baskın çoğunluğu oluşturduğu bir toplantıyı yönetirken de görüyoruz onu, açık havada yine birileriyle görüşürken hızla yere eğilip etrafa saçılmış bazı atıkları (küçük pet şişe ve sigara paketi mi yoksa?) hızla topladığını da!
Leyla Mustafa’nın kadınların coğrafyada güçlenmesi için mühim bir sembol haline gelip eşitliğe giden yolda emin adımlarla yoluna devam ettiği kesin. Karşı propaganda ve olası sabotajlara karşı daima temkinli olunması gerektiğini de unutmuyoruz!
Rakka’ya dönersek, binaların yüzde 80’nin yıkılmış olduğu kentin mayınlardan temizlenme süreci de gayet meşakkatli bir süreç olmuş. Alınan bilgilere göre savaş bittikten sonra 150 bin kişinin geri döndüğü Rakka’nın, genel kabul gören anlamda tekrar hayata dönebilmesi için uluslararası yardıma ihtiyacı olduğu Leyla Mustafa tarafından da dillendirilmiş. Son zamanlarda kaydedilmiş ilerlemeler çerçevesinde 200 okulun ve 70 fırının tekrar faal hale getirilmiş olması mühim kazanımlar arasında sayılıyor.
Filmi seyrederken yerkürede öfkeyi, nefreti, savaşları, kısacası kaosu tetikleyen rejim ve liderlere inat Leyla Mustafa gibi insanların barışı sağlamlaştırma çabaları desteklenmeli, örnek alınmalı ve tüm dünyaya yayılmalı! duygusu seyirciyi fethediyor… (MT/AS)