16-17 Kasım 2013 günlerinde Diyarbakır’a sahiden “devlet çıkarması” yapıldı dersek yanlış kelam etmiş olmayız. Evet, siyasal açıdan devlet operasyonuydu şehre yansıyan. Hem öyle tek başına devletin Ankara merkezli iradi çıkarması da değildi. Aynı zamanda “öte yakada” kalan Güneydeki Kürt “devleti”nin de Ankara ile ortak operasyonuydu Diyarbakır ya da Amed Çıkarması.
Bu müdahalenin çok ciddi çıkarsamaları var. Kimileri çıkıp şunu diyebilir; “E, kardeşim orası da Türkiye sınırları içinde bir vilayet değil mi? Neden ülkenin başbakanı gelip mitingini, düğününü Diyarbekir’de yapıp kelamını söylemesin!”. Elbette gelsin. Gelsin de! Yıllardır Kürdün derdine dair siyasal mücadelesini yürüten ve meseleyi dünya âleme “faş” eden bir siyasal hareket, bütün kurumsal ağırlığıyla orta yerde duruyorken! Ve “bak, ey ahali ben buradayım işte” diyorsa ve sen onun ağırlığını görmek istemeyip “öte yakadan” bir Kürt liderini getirip “ben bu cenahla size seçim öncesi mesajımı vereceğim” dersen, işte bu olmaz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tam da siyaseten bunu yapmaya çalıştı. Türkiye Kürdistanı’na 16 bakanı, vekilleri ve bürokratları ile gelirken şunu demeye getirdi. “Ey Kürtler, ben siyasal olarak Kürdistan’da bütün siyasal ilişkileri kullanarak var olacağım. Üstelik siz Kürtlerin geleneksel hatta aşiretçi yapısında ağırlığı olan liderlerinin desteğini de yanıma katarak. Yetmezse ömrü yaban ellerde geçmiş ve hemen her Kürdün hanesinde, bedeninde, dimağında sesi, izi olan sanatçısı Şivan Perver’i artık İsmail Aygün’leştirerek getirip yanıma da katarak” (Neden İsmail Aygün’leştirerek sorusuna yanıt arayanlar, Şivan Perver’in sahnedeki konuşmasına bir daha bakmalı).
Bu da yetmezse “safınızda gedikler açmayı deneyerek, legal politik ve temsili aktörlerinizle de halka sempatik görüntüler vererek, deneysel siyaset yapacağım” der gibi yaptı muktedir.
Kafalar bulanmadı mı? Elbette kimilerinin kulağına “acaba” diyerek kar suyu kaçırıldı. İzzetli laflar edildi. Yıllardır “Kürt, Kürdistan” demenin kelle koparılmasının göze alınmasıyla eşdeğer olduğu dönemlerden geçip badireler atlatanlar gördü ki; artık devlet ricali destursuz ve arka planını bilmeden Kürdistan’ı telaffuz etmeye başladı. İyi bir şey desin(ler). Hiç değilse dilleri alışır belki. Ne de olsa yıllardır dillerdeki fiili durumun resmiyet kazanmasının hâlidir Kürdistani olan biten.
“Dağdakilerin ve mahpustakilerin özgürlüklerine kavuşması”na dair kelama da bir diyecek yok. Gerçekleşirse o da iyi bir şey! Ne ala!
Ama bütün o düğün dernek, çalgı çengi, methu senalı törensel gidişatın aslolan bir de arka planı vardı. Asıl mercek altına alınması gereken sanırım oydu. Aman güme gitmesin!
16-17 Kasım 2013 Diyarbekir “Çıkarması”nın arka planının kayıt altına alınması gereken bana göre özeti şu üç başlık olmalıydı:
Siyasetçi ya da sanatçı kimliğiyle bu “oparasyon”a müdahil olanlar bizatihi o an ve tarih itibariyle artık birer siyasetçi gibi siyasal aktörler olmuşlardır. Bu sebeple onlara yöneltilen eleştirilere karşılık “aman dikkat edelim, şu devlet büyüğüdür, babasının hatırı vardır. Şu da ömrü sürgünde geçmiş değerli bir sanatçıdır” demek gerçekçi değildir. Tercihlerini siyasal muktedirin arzu ve taleplerine göre yapmışlardır. Dolayısıyla eleştiriye de tahammül edeceklerdir, bu bir.
İkincisi ise; bizzat başbakanın açıklamasıyla, önümüzdeki birkaç ay içinde Güney Kürdistan’daki enerji kaynakları, sismik araştırmaları da dahil (petrol ve doğal gaz) Türkiye’nin kullanımına çok rahat ve uygun koşullarla transfer edilecek(miş).
Üçüncüsü ve belki de diplomasi ile komşuluk ilişkileri açısından hayli sorunlu olan en önemli şık şudur: Güneybatı Kürdistan, yani sıkça telaffuz edildiği gibi Rojava, yani ezcümle Suriye Kürdistan’ı için, Türkiye Hükümeti ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ortak politikalarıyla “blokaj” uygulayacakları konusunda “mutabık kalmışlardır.
Bu demektir ki; birincisi siyasal müttefiklik, ikincisi ticari ve ekonomik kaynak transferi ortaklığı, üçüncüsü de diplomatik blokaj paydaşlığı nedeniyle anlamlı bir tercih meselesi zuhur etmiştir işin içine.
Bunların dışındaki vurgular ve kavramsal ifadeler çok da anlam taşımamaktadır.
Türkiye yerel genel seçimleri 2014 Martında yapılacak. Yani dört ay var seçimlere. Siyasal iktidar demeye getiriyor ki; “seçimlere kadar silahlar patlamayacak, süreç tahrip olmayacak Kürt siyasal hareketinden vizemiz var” Olabilir. Taraflardan birinin diğerine siyasette bu tür opsiyonel ara rahatlamalar sağlaması makul ve mantıklıdır. Ama unutulmamalı ve akıldan çıkarılmamalı ki esas olan bilimdir, bilim der ki prematüre çocuk ancak yedinci ayında ana rahminden alınırsa kuvözde yaşatılabilir. Dört aylık prematüre bebeğin yaşaması / yaşatılması namümkündür. Siz siz olun hesap kitabınızı seçimlere kadarki dört aya göre değil, geleceğin uzun erimli kalıcı barışına göre yapın. Bunu bilir bunu söylerim vesselam… (ŞD/EKN)