Olağanüstü dönemler ve bu dönemlerin kanunları hepimizin yaşamını etkilemeyi sürdürüyor.
Yıllar geçmiş olsa bile, olağanüstü dönemden kalan yargılamalarınız, mahkûmiyetleriniz, beraatleriniz, eskiden kalan davalarınız bir gün, mutlaka karşınıza çıkarılıyor.
Yaşamımızı sürekli sorgulayan ve "olağanüstü" yönetimleri sürekli kılanlar, bazen sizlerden sabıka kaydı isterler. Bazen de karşınıza "kamu hizmetlerinden yasaklama" kararı ile çıkarlar. Bazen cezanızı çekmişsinizdir ama yine de "memnu hakların iadesine" dair karar getirmeniz istenir.
Demokrasinin gereği ve olağanmış gibi sundular ceza kanunlarını ve usul kanunlarını ve hatta Anayasa değişikliklerini... Bizim için yaptıklarını söylediler. Olağanüstü dönemlerle hesaplaşılıyor (muş) gibi yaptılar. Aslında olağanüstü dönemin temellerini sağlamlaştırdılar ve bu toplumu bir güzel aldattılar. Bu gün geçmişimizi ve geleceğimizi sürekli tehdit altında tutan, her daim yaşamımızı sorgulayan bir ceza sistemi kurup adına "ileri demokrasi" dediler.
Kim mi yaptı? Kanunları yazan "yazıcılarla", kanun "yapıcıları" yaptı. Kim istedi? Bizler istedik. Demokrasi dedik, insan hakları dedik, özgürlükçe ceza hukuku dedik. Dinlediler ve bizlerin ne istediğini öğrendiler. Yazıcılar ve yapıcılar, bizler için en iyisini düşündüklerini, bizler için en iyisini yapacaklarını söylediler. Sonra da tam tersini yapıp bu günkü korku ortamını yarattılar.
Kısacası; siyasal iktidarın bu toplama dayattığı "özel yetkili" ve "özel görevli" yargılardır hala yaşamımıza egemen olan. Ceza kanunlarına ve ceza usul sistemine yerleştirdikleri "özel" maddelerle çevrili bir yaşama, daha başında mahkûm edildik.
Böyle bir hukuk düzeninde, yaşamınız her gün sorgulanır oldu. Bu sorgulamayı savcı, mahkeme yargıcı yapmasa bile, devletin bir "memuru" arada bir geçmişinizi sorar oldu. Bazen yönetime talip olursunuz Yüksek Seçim Kurulu geçmişinizi sorar. İşe gireceksiniz patronunuz sabıkanızı sorar. Yargılanacaksınız, yargıç kimliğinizi sorar. Ölürsünüz, ölü gömücüler dininizi sorar. Suçlanırsınız, hakkınızda iddianameler düzenlenir.
Mahkemeler niyetinizi sorar, geçmiş yaşamınızı, arkadaşlarınızı, görüşlerinizi, inançlarınızı, eskiden sabıka kaydınızın bulunup bulunmadığını sorar. Boyuna sorulan "soruların" muhatabısınız.
Dün yaptıklarınız, bu gün sorulduğunda şaşırırsınız! Film şeridi gibi aklınızdan geçen geçmişte yaptıklarınızdan dolayı suçlandığınızda, ne diyeceğinizi bir an düşünürsünüz. Şaşkınlığınız kısa sürer. Olağanüstü dönemlerin savcıları tarafından yapılan suçlamaları, sıkıyönetimlerde, DGM'lerde ve olağanüstü mahkemelerde, suçlamaları yanıtlayan siz; bu gün de o yılların hesabı yine ve yeniden sorulduğunda, aynı yanıtları vermeye devam edersiniz.
Geçmişiniz bu gün yeniden sorgulanmaktadır. Geçmişte ödediğiniz cezalar, sanki bu gün yeniden cezalandırılmanız için delil sayılmaktadır. Dün yaptıklarınız için, dün ne yanıt verdiyseniz aynı yanıtı bu gün de tekrarlarsınız. Sanki hayatınız bir tekrardan ibarettir.
Zaten böyle bir ülkede olağan yaşamınız yoktur ki! Böyle bir ülkede sizin rızanızla süren bir demokrasi yok ki. Sizin yanıtlarınız o yüzden değişmez ve sizi bu toplumda "düşman" gören zihniyetin de size reva gördüğü, hukuk, demokrasi ve yargı düzeni de bu kadardır zaten. Olağanüstü dönemlerin olağan hale dönüştürüldüğü toplumların, adalet ve hukuk arayışındaki sıkıntıları bitmiyor. Olağan dönemlerde hukuk nasıldı, unuttuk. Olağan hukuk düzeninin nasıl bir şey olduğunu anımsamak artık hafızaları zorluyor...
Hukuk devletinde, özel yetkili/görevli mahkemeler yoktur. Bizde vardır.
İzmir Barosu'nun 15-16-17 Nisan 2011 tarihleri arasında İzmir'de gerçekleştirdiği toplantılarda "Olağanüstü Yargılamalar ve Medya", "Olağanüstü Yargılamalar ve Hukuk, Demokrasi, Özgürlükler Paradoksu" ile "Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri" başlıkları altında yapılan tartışmalar, geçmişten geleceğe Türkiye'nin hukuk ve adalet arayışında önemli bir kilometre taşına dönüştü. İzmir Barosunun bu emeğini kutlamalıyız. Sonuç bildirgesi niteliğindeki "İzmir Deklarasyonu", başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere, 57 Baro tarafından imzalandı ve kamuoyuna 17 Nisan 2011 tarihinde açıklandı
"Biz aşağıda imzası bulunan TBB ve Barolar, görülmekte olan herhangi bir davayı ima ve işaret etmeksizin ve davalar arasında hiç bir ayrım gözetmeksizin, aşağıdaki kaygılarımızın kamuoyuna aktarılmasında yarar görmekteyiz.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. Maddesi ile kurulan ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin devamı niteliğinde olan, Özel Görevli/yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, yargı birliğine aykırı olarak, olağanüstü soruşturma ve kovuşturma usulleriyle işleyen yapısı sebebiyle, savunma hakkına, silahların eşitliği ilkesine, adil yargılanma hakkına ciddi bir tehdit ve tehlike oluşturmakta, hukuk güvenliğini ve güvenilirliğini zedelemektedir. Bu mahkemelerde avukat ve savunma hakkı hiçe sayılmakta, tutukluluk ve diğer koruma tedbirleri ölçüsüz olarak uygulanmakta, hak ve özgürlükler ihlal edilmektedir.
Terörle Mücadele Kanunu ve TCK 220. Maddesi'nde yer alan ve savunma hakkını kısıtlayan, kişi güvenliğini tehlikeye sokan, suç ve cezanın şahsiliği ilkesini ve orantılılığı, ifade özgürlüğü ile ceza ve infazın genelliğini ortadan kaldıran bazı hükümler, bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır ve bu hükümlerin de kaldırılması gerekmektedir.
Bir hukuk devletinde bu tür mahkemelerin ve bu şekildeki özel usullerin yeri bulunmamaktadır.
O nedenle "demokratik düzenlerin normal zamanlarının normal mahkemeleri olmayan", özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, mahkemeden daha çok devletin ideolojik aygıtı gibi çalışan bu mahkemelerin ve yine bu mahkemeler için öngörülen özel usul hükümlerinin bir an önce kaldırılması gerekir.
Bunun yanı sıra, tüm yargılamalarda da sorun olarak karşımıza çıkan, adil yargılanma hakkına müdahale niteliğindeki karar ve uygulamalara derhal son verilmelidir.
Biz, TBB ve aşağıda imzası bulunan Barolar olarak; bu sürecin takipçisi olacağımızı, savunmadan kaynaklanan meşru ve demokratik gücümüzü gerektiğinde kullanacağımızı, kamuoyuna saygı ile duyururuz. 17 Nisan 2011"
Dün ve bu gün, böyle bir "sürecin takipçisi" olmak yaşamı savunmaktır.
Çünkü savunmanın meşru ve demokratik gücünü savunmaktır bir gün kazanacak olan! (Fİ/EÖ)