Bakanlar Kurulu tarafından 14 Mart 2011 tarihinde kararlaştırılan "Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" 16.03.2011 tarihinde Meclise gönderildi. Kanun Tasarısı için 7 Bakan imzası faksla alınmış. Faks sayfaları üzerinde "Çok Acele" damgası var. Neden şimdi? Neden "çok acele"?
Bu maddeler üzerinde sürdürülen çalışmalar bir yılı çoktan geçti. Çok acele edilmesinin nedeni, baş ağrıtan basın özgürlüğü ve içerideki gazetecilerin çokluğu mudur?
Yoksa Hükümet bu Tasarıyla gazeteciler üzerindeki yargının cezalandırma tehdidine çözüm getirdiklerini, gazeteciler için yapmadıklarını bırakmadıkları halde kimseye yaranamadıklarını söyleyerek vatandaşlardan oy istemeyi mi hedefliyor? Yoksa cezaevindeki gazetecilerin unutturulması çabası mıdır? Bunlar sorulması gereken sorulardır...
Tasarıyla Türk Ceza Kanunun bazı maddeleri değiştirilmek isteniyor. Bu maddelerden birisi de "özel hayatın gizliliği" hakkındaki suç. (TCK.m.134) Tasarının genel gerekçesine göre; saygı gösterilmesi gereken özel hayatın gizliliği kavramı, "aile ve ev hayatı, fizikî ve moral bütünlük, onur ve saygınlık, kişinin yanlış tanıtılmasından kaçınılması, ilgisiz ve utandırıcı gerçeklerin açıklanmaması, özel fotoğrafların izinsiz yayımlanmaması, özel iletişimin kötüye kullanılmaması, sır olarak verilen veya alınan bilgilerin açıklanmaması, özel hayat kapsamı içerisinde değerlendirilmektedir".
Gerekçeye göre; özel hayatın gizliliği bilimsel ve teknik gelişmelere karşı korunmalıdır. Ama aynı zamanda bu gizliliğin, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve haberleşme özgürlüğü ile de bağdaştırılması gerekmektedir. Günümüzde, anılan bu özgürlüklerin bağdaştırılması, haber alma hakkıyla daha da zor bir hâle gelmiştir.
Kişinin hayatının bir kısmı kişisel ve aile hayatını, bir kısmı ise sosyal hayatını içermektedir. Kişinin özel hayatı, sosyal hayatının aksine, bir araştırma ve ifşa etme konusu yapılamaz. Basın özgürlüğü çerçevesinde, kişinin sosyal hayatıyla ilgili yapılan araştırma ve ifşa etme faaliyetleri meşru olarak kabul edilmektedir.
Zira sosyal hayatın ifşa edilmesinde kamu yararı bulunduğu değerlendirilmektedir. Ancak, özel hayata ilişkin olay ve bilgilerin ifşa edilmesinin meşru bir amaçla açıklanması her zaman mümkün olamamaktadır. Özel hayatın korunması, bu değerlerin bir başkası tarafından bilinmesi ve müdahale edilmesini yasaklamakla mümkündür.
Özel hayatın gizliliği kavramıyla çatışan basın özgürlüğü ve haber alma hakkı TCK Değişiklik Tasarısının "genel" gerekçesinde böyle açıklanıyor.
Türk Ceza Kanununun 134 üncü maddesine göre kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Eğer gizlilik görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilirse, bu takdirde cezanın alt sınırı bir yıldan az olmayacaktır.
Tasarının gerekçesinde bu suç için, hapis cezalarının caydırıcılığının sağlanması ve etkin olması amacıyla ceza artırımına gidildiği yazılıdır. Bu nedenle "altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para" cezası "bir yıldan üç yıla kadar hapis" ve aynı fıkrada yer alan "cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz" ibaresi ise "verilecek ceza bir kat arttırılır" olarak değiştirilmesi önerilmektedir. Kısaca, ceza arttırılmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında yer alan "görüntü veya sesleri" ibaresinden sonra gelmek üzere "hukuka aykırı olarak" ibaresi eklenmiştir. Aynı fıkradaki "bir yıldan üç yıla kadar hapis" ibaresi "iki yıldan beş yıla kadar hapis" olarak değiştirilmiş ve anılan fıkranın ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
Tasarıda, "haberleşmenin gizliliğini ihlal" suçunda yer alan gerekçe "özel yaşamın gizliliği" maddesinin değişiklik gerekçesinde de tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarlardan çıkan sonuca göre, aslında Tasarı "iletişimin dinlenmesi, kaydedilmesi ve denetlenmesi" üzerine kurgulanmıştır.
Nitekim madde gerekçesinde yer alan "Bilindiği üzere, haberleşmenin gizliliği mutlak değildir. Haberleşme içerikleri, belirli hallerde, haberleşen kişilerin bilgisi veya rızası olmasa da hukuka uygun olarak öğrenilebilmektedir" cümlesi bu görüşümüzü doğrulamaktadır.
Madde gerekçesinde Anayasanın 22 nci maddesine atıfla, "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı" ile veya "yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri" ile haberleşme içeriklerinin öğrenilebildiği ve dolayısıyla da bu hâllerde artık haberleşmenin gizliliğinden söz edilemeyeceği belirtilmiştir. AİHS'nin 8 inci maddesinde de benzer düzenlemeye yer verildiği yazılıdır.
Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesi uyarınca, koruma tedbiri olarak şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla haberleşmesinin kayda alınıp dinlendiği ve 140 ıncı maddeye göre "teknik araçlarla izleme" yöntemiyle yani "ortam dinlemesi" ile şüpheli veya sanığın katıldığı alenî olmayan konuşmaların dinlenebildiği ve kaydedildiği ve dolayısıyla bu uygulamalar sırasında kişilerin özel hayatına ilişkin konuşmalar ve hatta görüntülerin de dinlenebildiğinden ve kayda alınabildiğinden söz edilmiştir.
Bu durumdan çıkan sonuç gerekçede şöyle belirtilmektedir: "Kişinin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerin, bilgisi dışında hukuka uygun olarak izlenebildiği, dinlenebildiği ve kayda alınabildiği bu durumlarda, dinleme ve kayda alma fiiline münhasır olarak herhangi bir suçun oluştuğundan söz edilemeyecektir. Ancak, bu içeriklerden bir kısmı, soruşturma dosyasına konularak soruşturmanın süjelerinin bilgisine ve bilahare iddianame kabul edildikten sonra da kamunun bilgisine açık hale gelmektedir. Bu gibi durumlarda ikinci fıkrada tanımlanan suçun oluşmayacağı muhakkaktır."
Daha da netleştirelim. Demek ki günümüzde özellikle "özel yetkili ve görevli" savcılar ve dahi emniyet, kendisinin haberi bile olmadan kişinin özel yaşamında gizli kalması gereken görüntülerini, seslerini ve iletişimini, izleyebilmekte, dinleyebilmekte ve kaydedebilmektedir.
Hatta bütün bu kayıtlar, iddianamelere yazılabilir, dava dosyasına da konabilir. Hukuka uygundur, çünkü hâkim kararı vardır (!) O halde "özel yaşamın ihlali" suçunun oluştuğundan söz edilemez. Daha açık yazarsak, önerilen değişikliğe göre; "kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis" cezasıyla cezalandırılacaktır.
Maddeye "hukuka aykırı olarak" ibaresinin eklenmesinin nedeni ise, suçun oluşması için ifşa fiilinin hukuka aykırı olduğunun fail tarafından bilinmesi gerekmektedir; yani bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilecektir.
Bu durumda iddianamelere veya dava dosyalarına konulmuş özel yaşamla ilgili "görüntü", "ses", "iletişim kayıtları" eğer kasten konulmuşsa suçtur. Aksi halde suç değildir. İddianame hukuksal bir metin olup içeriği hukuka uygun olduğundan, iddianameye yazılan özel yaşamla ilgili kayıtların "hâkim kararına dayalı delil" olduğu iddiası ve bu delillerin de dava dosyasında bulunması hukuka aykırı olamayacağından... İddianame yazıcıları ile soruşturma ve dava dosya hazırlayıcılarının eylemleri hukuka uygun sayılacaktır. Ardından bu kadar "hukuki" bir ortamda, iddianameden ve alenilik kazanmış dava dosyalarından alınarak yayınlanacak olan özel yaşam kayıtlarının ifşasının da hukuka aykırı olmayacağı açıkça anlaşıldığından... Haberleriyle, yazılarıyla, söyleşileri ile gerçekleri ortaya çıkaranların (!) ifşaatları da hukuka uygun sayılacaktır.
Önce kendilerini ve kendilerinden olanları kurtardılar ve adına; halkın haber alma hakkını sağlamak için gazetecileri yargının ceza tehdidinden kurtararak basın özgürlüğünü sağladık dediler. (Fİ/EÖ)