Bir bitkinin de acıktığını ve susadığını
Bir hayvanın da canının yandığını
Şefkat ve sevgi beslediğini
Anladığımız oranda
Onların da özgürlük sorunları olduğunu anlayacak
Devamında da aklımız ve vicdanımız oranında
Gardiyanlaşıp gardiyanlaşmadığımzın ayırdına varacağız...
Bu bir AKP klasiğidir
AKP'nin Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Meclis'e ulaşan “hayvanları katletme” taslağı karşısında büyüyen öfke ve başlayan tartışmalar, tüm eksiklerine ve içerdiği yanılgılara rağmen değerlidir; daha ileri, nitelikli ve sonuç alıcı adımların sebebi ve katalizörü olmalıdır.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, bu konuda “Ölümlere yol açan, yaşlılara ve çocuklara saldıran, trafik kazalarına neden olan durumlar söz konusu oluyor; bunu da önlemek lazım. Bunu önlemek için de birtakım tedbirler almak gerekiyor. Belediyelere ve kurumlara düşen görevler olacak. Bu anlamda bir yasal düzenleme ihtiyacı olduğu açık. Burada dengeyi iyi korumamız lazım. Hem hayvanlarımızı koruyalım; ama tabii ki insan sağlığına zarar verecek, insan sağlığını tehdit edecek durumu da ortadan kaldırmaya yönelik bir 'orta yol' bulunması gerekecek” dedi. Bu açıklamalar, olgunun özünü değiştirmiyor. Bu ülke halkları AKP'yi 22 yıllık icraatlarından tanıyor. Sanki bir çözüm, bir orta yol aranıyormuş gibi gösterilse de sokak hayvanlarının toplanarak “uyutulmak” istendiği biliniyor. Bu bir AKP klasiğidir ve gerçekte dilinden demokrasiyi düşürmeyip peşinden Hakkari halkının iradesini kayyumla gasp etmesinden öz itibariyle farklı değildir.
Asıl mesele şu ki seçimlerden birinci parti olarak çıkan ve tabanının büyük çoğunluğu bu konuda hassas/duyarlı olan CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel veya benzer duruşa sahip pek çok kişinin bu denli meşru bir duruşu/itirazı dillendirirken, bir savunma psikolojisi ile hareket ediyor olmasıdır. Açıklamanın bütününde doğru şeyler söylese de “Hayırsız ada” katliamından (o rezalet diyor) bahsetse de “Türkiye’de bir başıboş sokak köpekleri sorunu vardır. Bu sorunu özellikle sabah erken saatlerde okula yaya gitmek zorunda kalan çocukların, gençlerin; bu sorun sabah erken saatte camiye giden yaşlıların bir güvenlik sorunu haline dönüşmüştür” biçimindeki savunmaya girdiğinde bilerek veya bilmeyerek karşı tarafın gerekçelerine güç katmış oluyor. Çünkü karşımızda gerçekten sokak hayvanlarına çözüm üretmeye veya doğadaki diğer dostlarımızla ortak yaşamı tesis etmeye çalışan değil, araçsallaştıramadığı hayvanlardan kurtulmak isteyen bir güç/iktidar var.
Her konuda olduğu gibi doğa-çevre-insan vb. konularda da mücadelenin/özgürleşmenin yöntemi tartışılırken duygusal ve psikolojik olan ile bilimsel ve felsefi olan iç içe geçebiliyor, karışıyor veya karşı karşıya düşebiliyor. Bu, olgunun doğası gereği belirli oranlarda anlaşılabilir bir durumdur. Tartışmalar, aklı çelmelmeye ve iktidarın projelerine su taşımaya, güç katmaya hizmet etmediği sürece konunun gündemleşmesi, görünür kılınması ve ortak duruş geliştirmek açısından gereklidir.
Marksizmin bu konudaki saptamaları, sahip olduğu fikri temel ve eksiklerinin tartışılmasını bir başka yazıya bırakarak, bu çalışmada duyarlılık oluşturmayı da amaçlayan, acil meselelere yer veren bir çerçeve ile yetineceğim.
AKP'nin bu türden hamlelerle gündem değiştirmiş de olduğunun, örneğin acı reçete, kayyum vb. meseleleri en azından kimi çevrelerde ikincil boyuta düşürmeyi başardığının da farkındayım. Ama yine de bu konu için gerekli duyarlılığın ve direncin oluşturulmasının önemi hafife alınmamalıdır.
Hepimiz için “kötü olacak”
Rönesans döneminde yaşamış Leonardo da Vinci'nin “Bir gün hayvanların öldürülmesine de insanların öldürülmesi gibi bakılacak” dediği aşamaya, algıyı kırıcı/bozucu pek çok nedenle bugün hala gelinmiş değil ama bunu anlatmanın bir yolu mutlaka olmalı. Olmalı, çünkü gezegeni bir bütün halinde yok etmeye doğru giden bir süreçten geçiliyor. Ve ne yazık ki bu bilinç oluşana, bu gidişat değiştirilene kadar, Sait Faik'in 1952'de “kötü olacak” dediği durum yaşanacak; yaşanmaya devam edecek.
“Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak.” (Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar)
Her konuda olduğu gibi bu konuda da etkili, yol gösterici, çözüm niteliği taşıyan pek çok söz söylenmiş durumda. Çok değerli sözler, saptamalar, yorum ve öneriler var. Ancak bunlar tek başına, sınıfsal duruş/bakış geliştirilmeden çözüme dönüşmüyor. Sınıfsal bağlam üzerinden geliştirilmiş neden-sonuç ilişkisi kurulabildiği oranda sözün yanında eylemin de olmasının çözüm için kaçınılmaz olduğu görülecektir. Gerçekte söz ile eylem ilişkisi, birinin diğerini yadsımadığı, tamamlayıcı rol oynayan olgular olarak görülmelidir.
Doğanın tüm farkları, tüm canlıları ile bir bütün olduğunu, canlıların birinin diğerinden değer-yetenek vb. açısından kıyaslanıp, önem ikilemine sokulmaması gerektiğini Steve Best'in aşağıdaki sözlerinde net biçimde görmek mümkün.
“Elbette hayvanlardan farklıyız; hayır, onlar elbette uzay gemisi yapamazlar, hayır onlar matematikten anlamazlar, hayır tabi ki Shelley gibi romantik şiir yazamazlar.
Lanet olsun! Siz bir balina gibi yüzebilir misiniz? Kartal gibi uçabilir misiniz? Bir yarasa gibi işitebilir misiniz? Bir kedi kadar güzel misiniz? Bir kedi kadar güzel kokuyor musunuz?”
Saldırı politiktir
Dünya hızla bir yok oluşa doğru sürükleniyor. Olup bitenin nedenleri ile beraber görülmesi ve anlaşılması için, bütünlüklü bir bakışa ihtiyaç var. Bunda her bir insanın bilinçsizce veya hesapsızca yaptıklarının etkisi olsa da asıl olarak iktidarların/devletlerin yani daha temel bir nedenle söylersek sermayenin rolü en belirleyici olanıdır.
Bugün iktisadi olarak “zorlanan,” satacağı/özelleştireceği şeyler büyük ölçüde tükenen iktidarlar, daha önce çeşitli biçimlerde doğayı korumak üzere koydukları sınırları ya kaldırarak ya da çiğneyerek doğa varlıklarını sömürüye açmanın ve ticarileştirmenin yöntemlerini geliştiriyor.
Doğaya dönük saldırının kendisi bir siyasi saldırıdır; diğer bir ifadeyle bu konu da ekonomi-politiktir. O zaman ona karşı verilecek mücadele de o ölçüde bir siyasallığı üretmelidir. Gelinen aşamada bugün artık saldırıların çap büyütmesi karşısında saldırının olduğu her alanda mücadeleyi politikleştirmek gerekiyor. Onlar her alanı ve her şeyi ticarileştirip metalaştırarak bir pazar öğesi haline getirirken biz de her mücadeleyi, daha kapsamlı ve daha geniş ufuklu olması bağlamında politikleştirmek durumundayız.
Artık çeşitli toplumsal dinamiklerin, kimliklerin vb. mücadelesi ortak bir paydada buluşmayı gerektiriyor, Marks'ın Münzer'den aktararak söylediği gibi “Tüm mahlukat mülkiyete dönüştürülmüş; sudaki balıklar, havadaki kuşlar, yerdeki bitkiler… tüm mahlukat da özgürleşmek zorunda.” (Marks, Yahudi Sorunu, sayfa 49)
Ormanların yakılmasından, imara açılmasından akarsuların özelleştirilmesine veya hayvanların salt ticari meta olarak görülmesine kadar yaşanan talanın, hoyratlık ve yok ediciliğin ekonominin durumuyla ve iktidarın politikalarıyla doğrudan ilintisi vardır. Artık “üreterek” kar sağlamak sermayeye yeterli gelmiyor. İnşaat ekonomisinin de sınırlarına gelindi. Geriye doğa varlıklarının talanı kalıyor.
Ne yazık ki bu işi, devrimcilerin değil “çevrecilerin” sorunu gibi düşünen arkadaşlarımız oluyor. Gerçekte ise tersine birincisi; bu, bütün insanlığın özgürleşme sorunudur; ikincisi salt çevrecilere bırakılmayacak kadar önemlidir; üçüncüsü, çevre/doğa/hayvan sorununun devrimcilerin en temel sorunlarından ve mücadele başlıklarından olduğu kavranmadığı sürece insana ve emeğe dair mücadele de eksik kalacaktır. Bugünün koşullarında artık “başka ulusu ezen ulus özgür olamaz”dan hareketle söylersek; başka türleri ezen bir tür özgür olamaz...
(MY/VC)