Gençlik çalışmasına sığmayan bir yanı vardı.
“Gülmek devrimci bir eylemdir” sözü ona çok yakışıyordu.
Yannis Ritsos’tan esinle söylersek;
O, yumruklarını,
“avuçlarında dünyanın nişan yüzüğünü ısıtır gibi sıkan” bir kuşaktandı.
Devrimciliği, hafife değil ciddiye alanlardandı.
Sinemada bazı roller kimi sanatçılara çok yakışır.
Devrimcilik de O’na çok yakıştı.
Ölümsüzlük yolculuğunun üçüncü yılında Timur’un anısına...
“68 kuşağı” şu veya bu şekilde tanımlandı; anlaşıldı ve tarihe kaydoldu. Ancak aynı şeyi “78 kuşağı” için söylemek zor. Aradan yarım asra yakın süre geçti ama tanımlanmaya kalkıldığında hala bir zorlanma, bir anlatamama veya “kendini anlatmakla yetinme” hali yaşanıyor. İçine öznellikler de pişmanlıklar da karışıyor. Halbuki 68’den de öğrenmiş ve bilinenle yaşananı yeniden üretmiş, siyasal devrimi gerçekleştirememiş de olsa kendi hayatında devrimi iliklerine kadar yaşamış o kuşağı bugün bilmek, anlatmak, anlaşılmasını sağlamak, bilgi kirliliğinden kurtarmak; mücadele için de hayat dersi olarak da çok anlamlı ve yararlı olurdu.
Bunda belki benim yaşadıklarımın ve duygusallığımın da rolü var ama “78 kuşağı” denince aklıma ilk gelen Timur Semerci oluyor. Bunun nedenini bu kısa metne sığdırmak elbette mümkün değil ancak onda '71 devrimciliğinin mirasını da güncellenmiş derslerini de görmek, kavgada cesaret ve basireti, yaşam biçiminde geleceğin ipuçlarını izlemek hiç de zor olmuyordu; çünkü devrimcilik onun için bir yaşam biçimiydi. Hayatının tüm kesitlerinde tüm yaptıklarıyla devrimci bir insanın örnek tavırlarını taşıyordu.
Timur’un devrimciliğinde radikallik, Marks’ın tanımındaki gibi olguları kökünden kavramak biçimindeydi; sertliği sınıf düşmanlarına, yüzünün tüm hatlarıyla gülümsemesi dostlarına, yoldaşlarınaydı.
'72 sonrasındaki süreç, kimileri için tekrar (kalınan yerden devam) anlamına gelirken, Türkiye’nin Marksizmini yazanlar için tekrar değil kapsayarak aşmak esastı; 12 Mart’ın devlet-toplum ilişkisinden emperyalizme bağımlılığa, sınıf ilişki ve çelişmelerine kadar sebep olduğu değişimler ve bunların sınıflar mücadelesine izdüşümü dikkate alındığında ortaya önce Devrimci Gençlik’le sonra da Devrimci Yol’la ifadesini bulan süreç çıktı. Timur, bu sürecin yaratıcı ve uygulayıcı önder öznelerindendi.
Yaşamda mutlu yenilgide onurlu
Yaşam biçimi olarak da algılanan o alternatif YOL’da yürürken olduğu gibi, yıllar sonrasında da yaşananları/devrimciliği “ödenen bedeller” üzerinden değil, içerdiği anlam ve verdiği mutluluk üzerinden okumak, algıda ve kavrayışta önemli bir farklılıktır. Timur’un yıllar sonrasında “Benim hayatım içeride olduğum, işkence gördüğüm dönemler dahil hep mutluluklar içinde geçti. Hep olumlu şeyler düşünüyorum” diyebilmesi bunun ifadesidir. Yenilgiden dahi onunla yüzleşerek ve onur duyarak çıkan bir kişilik, bir duruştur söz konusu olan. Varlığı ileri aşamadayken fark edilen kanserle mücadelesinde de aynı duruşu, pozitifliği korudu.
Timur gibi yaşayanlar için yaşam süreyle değil nitelikle ölçülür. Bunu vaktinde Kazım Koyuncu, “Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur” diyerek çok güzel ifade etmişti.
Ölüm, ister istemez boğazınızı bir süre düğümlüyor ama böyle yaşayanların ardından hissettiklerinizde acıdan öte içerikler oluyor. En önemlisi Timur gibiler kolay ölmüyor, mutlaka yoldaşlaştıkları mecralarda ve kişilerde yaşamaya devam ediyor. Kimi adlarını çocuklarına veriyor, kimi bıraktıkları dersleri rehber ediniyor ve daha da önemlisi onlara karşı sorumluluğumuz devam ediyor.
Sonuç yerine
O yıllar, devrim tarifinin sevda tarifine benzediğini öğrenip yaşadığımız yıllardı. Kavga, marş ve şiir iç içeydi. O günden öğrendiğimizi güncelleyerek söylersek; geleceğin şiirini yazmaktır devrimcilik; hayat bilgisini, geleceğe doğru inşa etmektir; itirazı ve yıkmayı içerse de yapmak, düşü gerçeğe çevirmek temel amacıdır.
O günden bugüne öyle mülkiyetsiz bir toprağa ekmişiz ki tohumlarımızı, her şeyi sevdaya verme bilinci, daha çok dolduruyor koynumuzu. Hep solu gösteren o pusulaya göre söylersek; mülkiyet, sevdada sadece bir hantallık ve yabancılaşma sebebi değildir; “alacağım” derken vermeyi de zayıf düşüren bir engeldir. Ve tam da bu engel sebebiyle sevda bugün, sosyolojisine ters düşenleri, içsel dinamiği ile cezalandırıyor. Metanın ve mülkiyetin esiri olmayanlar ise özgürleşme basamaklarında YOL almaya devam ediyor.
Bu son sözleri, yoldaşlığı zaman aşımına uğramayan Timur Semerci’ye atfediyor; onu saygıyla anıyorum.
(MY/VC)