Darbeler dönemi çoktan kapanmıştır. Bu nedenle aynı söylemlerle politika yapmak da beyhudedir. Askeri darbe veya girişimleri Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin reddettiği suçlardır. Toplumsal hiçbir kazanımı olmayan askeri darbelerin geçmişi ve yaşanılanlar, geride bıraktığı acılar, nereden gelirse gelsin ve kim yaparsa yapsın herkesin karşı çıkmasını gerektiren demokrasi görevi olduğunu kanıtlamıştır… Tekerrürü olmayan ve tarihin çöp sepetinde atılmış askeri darbeler hukuk devleti ilkelerine aykırıdır, eğer hukuk devletine inanıyorsanız!
Demokrasi ve yeni devlet düzeni kurmak adına askeri darbe eylemlerini “siyasal suç” olarak gösterme çabaları, askeri darbelerin kanlı geçmişi nedeniyle kabulü mümkün olmayan tarihsel hukuki yanılgılardır ve tümü trajedidir, tekerrürü ise komedidir. Askeri darbelere karşı olmak gerekir, yana olunmaz, alkışlanmaz.
15 Temmuz 2016 gecesi saat 22.30’dan itibaren “köprü kapatma” eylemine tanıklığımızla başlayan askeri darbe kalkışmasından geriye, Başbakan’ın açıklamasına göre 161 ölü, 1440 yaralı kaldı. “Darbecilerden” kaç ölü ve kaç yaralı istatistiği de vardır herhalde… Askerlerden 2839 kişi hakkında gözaltına alındı, suç işledikleri iddiasıyla…
Bu eylemlerin Türk Ceza Kanunundaki karşılığı nedir?
Hemen ilk bakışta gözükenler “Anayasayı ihlal”, “Yasama Organına Karşı Suç”, “Hükümete Karşı Suç” ve diğerleri…
Türk Ceza Kanunu; İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, Beşinci Bölüm’de yer alan “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında sayılan suçlar 15 Temmuz 2016 tarihli askeri darbe kalkışmasının karşılığıdır. Türk Ceza Kanununda vatana ihanet başlığı altında düzenlenmiş bir suç tipi yoktur.
Bu düzenlemeye göre; “(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzeninin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırırlar” (TCK Madde 309). TBMM’yi ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye (Madde 311) ve aynı şekilde Hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye (Madde 312) teşebbüs edenler içinde de aynı ceza uygulanır. Bu suçların işlenmesi sırasında başka suçlar işlenmişse bu suçlardan dolayı da ayrıca ceza verilir. Bu suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek de suçtur (Madde 314).
Akıldan çıkarılmaması gerekir, “ölüm cezası” geri gelmemek üzere kaldırılmıştır. Kimse böyle bir cezayı aklına bile getirmesin, dillendirmesin. Hiç bir toplumda adalet duygusu yaratmayan insanlık dışı böyle bir ceza olamayacağı gibi; ölüm cezasını anımsatmak bile insan hakları ve hukukun kasten linç edilmesi demektir.
Tam da Anayasada yer alan “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” ilkesinin unutulmaması gereken ve askeri darbe sonrası siyasi partilerin demokraside birleştiği, herkesin hukuka gereksinim duyduğu şu günlerde…
Bütün ülkelerde ve ceza hukuku doktrininde “Devletin şahsiyeti aleyhine cürümler” sürekli tartışma konusudur. Son yıllarda karşılaşılan değişik olaylar bu suçları düzenleyen maddelerin yeniden tartışılmasını zorunlu kılıyor. Bu cürümler Türkiye’de 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmasından sonra eskisinden çok daha fazla tartışılacak…
Öncelikle, bu suçlara neden olan fiillerin cezalandırılmasının için maksat açık olduğu halde doktrinde değişik açılardan bu maksada bakılmış ve suçların isimlendirilmesi tartışılmıştır.
Prof. Çetin Özek’in yarım yüzyıl önce yazdıklarına göz atalım. Sayın Özek; bu suç grubunun isimlendirilmesi ve tasnifi yönünden “bu fiillerin cezalandırılmasındaki menfaati, gayeyi göz önünde bulundurmanın” zorunlu olduğu görüşünde. Çünkü Sayın Özek’e göre devlet bir topluluğun, hukuki ve politik birliği ve düzeni olarak “himaye” görmektedir. Hukuk, devlet şeklinde ortaya çıkan siyasi organizasyonu bir bütün halinde, sahip olduğu biçim içinde korumaktadır. Hukukun gayesi, devletin varlığını ve devamını olduğu biçimde korumak olarak kabul edilince, bu hukuki muhtevaya uygun olarak, suç teşkil eden fiiller de devlet varlığına ve biçimlenişine karşı işlenmiş olmaktadır. Devletin varlığı, onun sadece varlığını “idame ettirmesini” ifade etmemektedir. Aynı zamanda varlığına esas oluşturan siyasi ve etik ideolojileri, siyasi biçimlenmeyi ve siyasi fonksiyonları da içerir.
Sayın Özek, bu suçların isimlendirilmesinden başlayarak kanaatini şöyle açıklıyor: “Yani varlık, o günkü devletin kuruluş şeklini de içine almaktadır. Bu bakımdan devletin mevcudiyetine karşı olmamakla beraber, ideolojik bir değişmeyi hedef alan fiiller dahi, devletin mevcut varlık biçimine karşı suç teşkil etmektedir. İşbu sebeple, tetkik konusu suçların, hukuki muhtevalarına uygun olarak, ‘Devletin varlığı aleyhine cürümler’ şeklinde isimlendirilmesinin yerinde olacağını zannediyoruz” (Özek, İÜHFD. Cilt 32.Sayı 2,1967).
Sayın Özek’in siyasi iktidar aleyhine cürümlerle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede “Devlet, halen siyasi toplulukların en genişi olmakla beraber, siyasi iktidarın en kuvvetli, gelişmiş olduğu topluluktur” diyor. Özellikle bu suçlar bakımından devlet/siyasal iktidar yapılanmasındaki ilişkiye çektiği dikkat başka bir yazının konusudur.
Askeri darbeye kalkışma fiiliyle ilgili olup bitenler baştan sona haberdi. Medya haberleri, yorumları ve görüşleri aktarmakla ziyadesiyle görevini yaptı. Demek ki olaylar hakkında yayın yasağı koymayınca da oluyormuş. Böylece haberleri izleyerek olup bitenleri öğrenen kamuoyu ve özellikle kendisine karşı askeri darbe yapılan siyasal iktidar da olup bitenlerden haberdar olabiliyormuş… Haberdar olma ve gerçekleri öğrenme hakkına sahip toplumun gözü kulağı olan gazetecilere teşekkürünüz ziyadesiyle memnuniyet vericidir, o halde gazetecilik suç değildir.
Siyasal hiçbir çıkara hizmet etme görevi olmayan medyanın, demokratik hukuk devleti ilkelerine göre yayın yapması esastır. Koşulları var mıdır? Vardır; çünkü habere ulaşabilmenin, bilgi ve haberi elde edebilmenin ve serbestçe yayın yapabilmenin yollarını açmakla, yayınların serbestçe dolaşımını sağlamakla ve basını korumakla görevli olan siyasal iktidar/devlettir. Ama devletin kendisi engeldir. Devlet sınırlandırma engeli olmaktan çıkıp bu görevi yerine getirmelidir. Çünkü demokratik hukuk devleti olmak demek, haberlerin ve görüşlerin serbestçe dolaşımının sağlanması, engellenmemesi, sansürlenmemesi, eleştirinin ve yorumun hak sayılması, herkesin görüşünü endişe etmeden, korkmadan serbestçe ve ceza tehdidi olmadan açıklayabilmesini sağlayan devlet demektir. Aksi, antidemokratik devlettir. O zaman devletin bu ortamı sağlaması için demokratik hukuk devleti olmayı içine sindirmesi ve ilkelerini benimsemesi gerekir. Gazetecilik yapan gazetecileri sadece gazetecilik yaptıkları için ceza tehdidi ile karşı karşıya bırakmayın, hakkınızdaki eleştiriler yüzünden ve haberlerinden dolayı gazetecileri ve insanları yargılamayın. Haberlerinden dolayı suçlamayın, gazetecilik suç değildir. Bu gerçekleri önce kendiniz öğrenin ve yaptıklarınızla yüzleşin. Basın özgürlüğünü sağlayın ve herkesin ifade özgürlüğüne saygılı olun, bizler sizlere teşekkür edelim, hesapsız, çıkarsız ve ön yargısız…
Hukuka her aykırılık haberdir. Askeri darbeye kalkışma suçunu işledikleri iddiasıyla yapılacak olan soruşturma, uygulama ve yargılamanın her işi; basının denetimi altında olacaktır. Böylece medyanın haberleriyle bilgilenecek olan toplumda ortaya çıkacak olan tartışmalar daha yaşanılır bir demokratik toplum düzeni, adalet ve vicdan demektir. Kimse, kızmasın, devlet hiddetlenmesin.
Herkesin reddi gereken askeri darbeler ve askeri darbeye kalkışma suçlarının yargılamalarında ortaya çıkacak olan her uygulama; hukukun, insan haklarının ve demokratik hukuk devleti olmanın turnusol kâğıdıdır. (Fİ/EKN)