Olmayacak bir zamanda; filmin tam orta yerinde telefon çaldı. İnsanın içini “Sırası mı şimdi” duygusu kaplasa da arkadaşlık hatırına açıldı telefon ve o kritik sözcükler duyuldu: “İstanbul’da, Ankara’da bir şeyler oluyor. Askerler Boğaz Köprüsü’nü tutmuş. Ankara’da da alçaktan uçuyormuş uçaklar. Kötü şeyler oluyor; senin bilgin var mı?”
“Kötü şeyler”i öğrenmiştik: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... Uzun söze gerek yoktu: görünen köy belliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koyuyordu.
Her felakette olduğu gibi insanın aklına ilk olarak koruyamayıp yitirdiklerimiz düştü ve döküldü satırlar: Türkiye kaybetti. Hepimiz kaybettik. Demokratik bir ortamda farklılıklarımızla birlikte yaşamayı beceremedik. Yazık oldu bu güzelim ülkeye...
Sizi bilmem ama AKP siyasetine muhalif bir kişi olarak benim aklıma ilk gelen “Neyi daha iyi yapabilirdik?” sorusu oldu. AKP’ye oy veren milyonların içerisinde de bilmem benzer sorular yankılandı mı? Eğer olduysa bundan sonrası için bir şansımız olabilir...
Farkında mısınız; darbe girişimi, Gezi’de sokaklarda olan insanlarla, 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle sokaklara çıkan insanları “demokrasi” üst başlığında buluşturdu. Kuşkusuz her “mahalle”nin demokrasiden anladığı çok farklı. Ve bu bir sorun . Ama belki de demokrasi başlığında buluşan bu farklı “mahalle”ler, bugünden sonra uzlaştıkları kavramının içeriğini birlikte doldurmak konusunda yol katedebilirler. Aslında başka şansları da yok: Aksi halde başarıya ulaşacak bir sonraki darbede topluca ortadan kaldırılacaklar çünkü.
Eşyanın tabiatı gereği herkes kendi “mahalle”sini biliyor. Bizi soran olursa, bizim “mahalle”de haklı kaygılar var: Darbe girişimi öncesini hiç söylemeyeyim ama şimdi de tekbirler, selalar, cihat ve idam söylemleri, işkence anlamına gelecek ters kelepçeler, çıplak toplamalar bizi haklı olarak korkutuyor. Öte yandan açık sözlü olayım; haksız bir algımız da var; “biz”den başka kimselerin demokrat olamayacağına ve “demokrasi mitingleri”nin kendisine dair...
Öteki “mahalle”yi ise bilmiyorum. Ve bu iki “mahalle” aslında birbirini çok da iyi tanımıyor. Ve her iki “mahalle”de de yabancılığın var ettiği haksız kaygı ve korkular, haklı kaygı ve korkularla içiçe... Ama bir yerden başlamak lazım: ne dersiniz darbeden başlayalım mı?
İlk olarak isterseniz “Yeri gelir sokak demokrasinin tek güvencesi olur” diyelim mi? Ve ardından hep beraber ekleyelim: “İnandığı değerler için sokağa çıkan sivil insanlara şiddet uygulanmaz. Eğer gaz, cop, kurşun falan sıkan olursa da, her kim olursa olsun onun karşısında olunur”.
Kanaatimce 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm farklılıklarla korunması gerektiğini hepimize öğretmiştir. Çünkü orada “demos” varolur. Demokrasilerde ise “demos”a dokunulmaz; tıpkı “demos”u var edenlere dokunulmayacağı gibi.
Dahası sayıca fazla olanlar, siyasette çoğunluk olmanın darbe girişimlerini önleyemediğini de bi-tecrübe öğrenmişlerdir diye düşünüyorum. Öyle ya sayıca ne kadar güçlü olunursa olunsun, an geliyor insan kendi televizyonuna bile çıkamıyor, bir FaceTime’a muhtaç kalıyor. O zaman kötü günleri düşünerek; bu ülkede eksiksiz bir demokrasiyi var etmekten, farklılıklara tahammül etmeyi öğrenmekten, çoğulcu bir yönetimi inşa etmekten ve devleti insan haklarına dayalı organize etmekten başka çıkar yol var mı? Eğer “biz çoğuz hallederiz” deniyorsa emin olun çok kaygılıyım: ansızın bir gece gelenler bir daha FaceTime şansı bırakmayabilirler diye.
Ne iyi ki; 15 Temmuz’da bu toplum darbeye tüm farklılıklarıyla karşı durdu. Muhafazakarından liberaline, Kemalistinden sosyalistine, Türkünden Kürdüne kadar geniş halk kesimleri darbeye vize vermedi. Bu nedenle darbeciler de toplumsal bir karşılık yaratamadılar ve kaybettiler. Ama bir gerçek var ki; sokaklarda sadece “muhafazakar demokrat”lar var(dı). Çünkü darbe öncesi sivil siyaset döneminde toplum aşırı derecede kutuplaştırılmıştı ve geniş halk kesimlerinde “muhafazakar demokrat”lara haklı bir güvensizlik var(dı). Zaten darbeciler de bu güvensizliğin farkındaydı ve yayınladıkları bildiriden de görüleceği üzere bu güvensizliğe oynadılar. Neyse ki, başarılı olamadılar. Toplumsal olgunluk, kutuplaştırmanın yarattığı güvensizlikten daha güçlüydü. Ama yarın için bunun garantisi yok. O halde hızla farklı “mahalle”ler arasında kutuplaştırmayı giderecek politikalar yaşama geçirilmeli. En önemlisi siyasi iktidar, başarısız darbe girişimini, darbecilerle birlikte muhaliflerini de ortadan kaldırmanın “lütfu” olarak okumamalı. Aksi halde yarın sokaklara farklı “mahalle”den insanlar inecektir; ama darbecilere değil birbirlerine karşı...
15 Temmuz darbe girişimi TBMM’deki her partiyi yanyana getirdi. Hatta Bahçeli’nin MHP’sinin, HDP ile aynı metne imza koyabildiğini, aynı tarafta durabildiğini ve dünyanın yıkılmadığını da herkese gösterdi. Ne dersiniz; darbecilere karşı yanyana durduğunuz gibi barış için de yanyana gelemez misiniz? Hatırlatmak isterim; “savaş” ortamında sığınakta bombalanırken yanyanaydınız. Barış için de yanyana olamaz mısınız? Çözümü ve silahların ebediyen susmasını konuşamaz mısınız? Eğer gelemezseniz biliniz ki; silahlar konuştukça bir gece ansızın gelenler olacaktır.
Dostlardan başka hiç kimsenin bir gece ansızın gelmemesini sağlayacağımız bir Türkiye umuduyla...