15 Temmuz akşamı hava oldukça sıcak, misafirlikteyim ve önceki gecenin uykusuzluğu intikam alırcasına göz kapaklarımı aşağı çekiyor. Saat 21 gibi uykuya dalıyorum. Saat 22.00 dolaylarında arkadaşım tarafından uyandırılıyorum:
“Kalk galiba ülkede darbe olmuş, İstanbul’da köprüleri falan tanklarla tuttukları söyleniyor” uyku sersemliğinden sıyrılıp söylenene adapte olmam kısa sürüyor; Zira bu ülkenin bir darbe zemininde ilerlediğini uzun zamandır düşünüyorum. Yinede şaşkınım.
Hızla televizyonun karşısına geçiyorum. Arkadaşımın eşini de uyandırıyoruz. Küçük çocuklar klimanın serinliğinde çoktan uyumuş. Televizyonda CNNTürk açık. Gayri ihtiyarı TRT’yi açıyorum. Öyle ya haber doğru ise TRT çoktan ordu denetiminde yayın yapıyor olmalı. O da ne! TRT’nin birinde dizi, diğerinde ise hava durumu var. CNN’e dönüyorum. Darbe girişimine ilişkin an be an haberler akıyor, NTV’de de öyle… CNN’de kalıyoruz. Köprülerde tank ve asker görüntüleri yansıyor, Ankara ve İstanbul’da kimi emniyet binalarının hedeflendiği söyleniyor, bazı kaymakamlık binalarına askerin girdiği, İstanbul valiliğine girilmeye çalışıldığı haberleri dolaşıyor.
Az sonra Başbakan Binali Yıldırım yayına bağlanıyor. Bir kalkışma ile karşı karşıya olunduğunu ilan ediyor, halkı sokağa darbeye karşı durmaya davet ediyor. Ama ses hiç de şokta olan birine has değil, hatta nispeten rahat! Muhalefet liderleri, gazeteciler, kimi askeri komutanlar sırayla bağlanıyor; demokrasiye bağlılıktan bahsedip girişime karşı olduklarını bildiriyorlar. Komutanlar fiilin emir-komuta zinciri içinde olmadığını ilan ediyor, 3. Kolordu komutanı kendi kolordusundan katılan darbecilere sesleniyor: “Kışlalarınıza dönün yoksa hukuki işlem yapacağım”.
Bu nasıl darbe, kim kime yapıyor, gerçek mi oyun mu anlamaya çalışıyorum. İlk başta duyduğum derin kaygı yerini sorulara bırakıyor. Başbakanlık ve bakanlıklara asker girmiş mi? Cumhurbaşkanlığına gitmiş mi? Başbakan ve bakanlar konuştuğuna göre henüz onlar sağlam! Az sonra Cumhurbaşkanının telefonla bağlanacağı duyuruluyor demek ki, ona da bir şey olmamış. Kafam karışıyor. Darbe hükümete karşı yapıldı ise; ilk yapılacak şey herhalde başbakanlık ve bakanlıklara el koymak, muhatapları gözaltına almak ve Saraya gitmek olmalı, diyorum. Genelkurmay Başkanlığı adına yönetime el konulduğuna dair sosyal medyaya yansıyan mesajlar okunuyor. TRT’de okunan bir bildiriye rastlıyoruz. “Yurtta Sulh Konseyi” adına okunan bildiri Cumhurbaşkanı ve hükümeti ihanetle suçlarken “Meşruiyetini kaybetmiş siyasi iktidara görevden el çektirilmiş” sözleriyle bitiyor
Şaşkınım, Diyarbakır’da durum ne merak ediyorum, yayını izlerken nerede ise her 10 dakikada bir sokakları izlemeye balkona gidiyorum. Gözlerim askeri cemseler, her gün gördüğümüz TOMA, URAL gibi zırhlıların, asker ve polisin hareketliliğini arıyor. Yok! Hiçbir şey yok! Diyarbakır sokaklarında hayat gayet sakin akıyor. Diğer Kürdistan illerini merak ediyorum, internetten ajansları ve sosyal medyayı takip ediyorum. Oralarda sakin! İçerdekilere dönüyorum. Arkadaşım ve eşi endişeli.
“Bu ne tuhaf bir darbe! Hükümet üyeleri ve cumhurbaşkanı yayınlara bağlanıyor, onlara bir şey olmamış. Henüz Saray’a ve başbakanlığa el konulduğuna dair bir haber geçmedi! Özel haber kanalları açık ve darbe karşıtlığı üzerine yayınlar gerçekleştiriyorlar, İnternet erişiminde problem yok, yani tüm iletişim kanalları açık ve ordunun denetiminde değil, Sadece bir grup asker; askerle, polisle ve bir grup halkla karşı karşıya!” Hatırladığım 1980 darbesi ile şimdiki durumu kıyaslamaktan kendimi alamıyorum. Ankara ve İstanbul’da yoğunlaşan çatışma haberleri, uçaklı ve helikopterli bombardıman haberleri gelmeye başlayınca hem kaygım hem şaşkınlığım artıyor.
Camilerden bitmeyen sala sesleri ve sokağa çıkma çağrılarının tüm yurtta saatlerce sürdüğünü öğreniyorum. Ne çabuk diyanet organize olmuş diyorum… Kışla ile cami ikileminin camii lehine güncellenmesini izliyorum. “Bu darbe kimin, kime” diye soruyorum. Medyadan ordu içinde Fethullah Gülen’e bağlı cuntacı bir ekipten bahsediliyor. Gülen’in ordu içinde bu denli güçlü olması nedense bana inandırıcı gelmiyor. Başkaları da olmalı diyorum. Haberleri takip ederken aslında darbeci grubun diğerleri tarafından yalnız bırakıldığını düşünüyorum.
Sokağa çıkan insanların görüntülerine bakarken Twitter’den bir hesap; Cizre de aylardır saat 21 de başlayan yasağı hatırlatarak “çıkalım mı çıkmayalım mı bir karar verseler” diye yazıyor. Gülüyorum. Diğer yasaklı kentlere göndermeler dolu mesajlar okuyorum. Kürdistan’da başbakanın sokağa çıkma davetine pek de rağbet olmadığını sosyal medya takibinden ve izlediğim Diyarbakır sokaklarından öğreniyorum. Kimi hesaplarda “Hep biz sokaktaydık biraz da onlar çıksın…”, “Bu gece sokağa çıkma yasağına gönüllü katılıyorum” türünden mesajlara rastlıyorum. Kimi hesaplar da her ne yaşansa Kürtlere faturanın çıktığını hatırlatıp “sokağa çıkılmamasını provokasyona gelinmemesini” yazıyor.
Ama bu hiç çıkmadıkları anlamına gelmesin. Örneğin Diyarbakırlılar sokağa daveti biraz değiştirerek markete davete dönüştürüyorlar ve olası sıkıyönetim günleri için erzak almak için marketlere akın ediyorlar. 2-3 saat süren kuyruklarda müşteriler darbe muhabbetine doyuyor, esnaf da son bir yılın hasılasına… Kimi ürünlerde fiyat artışlarını da çaktırmadan yapan esnaf darbe gecesinin ilk kazananı gibi… En büyük sıkıntı hazırlıksız yakalandıkları için nakit para sorunu. ATM’lere koşanda boş geliyor. Zira bankalar darbe korkusuyla olsa gerek para çıkışını önlemiş, ATM’lerden para çekilemiyor.
Peki, market önüne biriken Diyarbakırlılar ne diyor? Önce şunu belirteyim ki Diyarbakırlılarda öyle büyük bir endişe yok, rahat hatta yer yer neşeli bir alışverişte, rutinlerini uygular gibiler. Sıkıyönetim günleri için gerekecek temel gıda malzemelerini yüklenip gidiyorlar. Darbe içinse ağırlıklı söylem “Biz zaten darbe koşullarında yaşıyoruz ve ne olduğunu biliyoruz… Bizim için bir şey değişmez batı düşünsün” biçiminde. Kimileri de “Hiçbir darbe Erdoğan iktidarının yaptıklarından daha kötü olamaz… Yesinler birbirlerini” diyor. Çok büyük bir kesimse ortada iktidarın bir darbe oyunu olduğunu düşünüyor.
Ağırlıklı AKP ve HÜDAPAR seçmeninin oluşturduğu protestocular kent merkezinde yoğunlaşıyor. Aylardır kent içinde oluşturulan onlarca güvenlik noktasının azaltılmış olması ve oldukça az sayıda zırhlı araca rastlamış olmamızsa işin bir diğer garip yanı oluyor… Yan komşu “Burada HÜDAPAR’lılar, AKP’liler İstanbul’da da IŞİD’liler sokağa çıkmış” diyor
Diyarbakırlıların ağırlıklı olarak sabaha kadar televizyon başında takip ettiği darbe görüntüleri açımdan giderek trajedi yüklü bir parodiyi andırıyor. Cumhurbaşkanının telefon bağlantısını dikkatle dinliyorum. Beklediğimden çok daha sakin. Bu çapta bir darbe girişimini bilmemesi imkansız geliyor. O zaman da niye Marmaris’te olduğu kafama takılıyor. Aklıma Davutoğlu’nun görevden alınması geliyor. 4 Mayıs’ta görevden el çektirildiğinde kulislerde dolaşan “Alınmasaydı darbe olacaktı” söylemini hatırlıyorum.
Tablo benim için ilk iki saatte netleşiyor. Askeri komutanların, Başbakan ve Cumhurbaşkanının sarf ettiği söylem ve yansımalardan darbenin başarısız olduğuna kanaat getiriyorum. İktidarın en azından 4 Mayıs’tan bu yana bir grubun darbe hazırlığında olduğunu bildiğini düşünüyorum. Yanımdakilere; “Bildikleri darbeyi engellemek yerine, hazırlığı tamamlanmadan darbecilerin harekete geçmesini sağlayıp, başarısız olmalarına yol açtılar galiba. Yani erken doğum yaptırdılar.”
Ekranlara yansıyan görüntülere de işaret ederek; “Aynı zamanda kitleleri yeniden mobilize etme imkanı yaratarak halkta oluşan tepkileri gidermeyi, halkın gazını almayı ve desteğini yenilemeyi umuyorlar. Hem de başkanlığa giden yolu temizleme olanağı buldular…” diyorum. Böyle düşününce taşlar yerine oturuyor. Bu işte esas hazırlıklı olanın AKP iktidarı olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın havaalanındaki konuşması geçiyor ekranlardan: “Bu Allah’ın bir lütfu. Çünkü tertemiz silahlı kuvvetlerimizin temizlenmesine vesile olacaktır” diyor.
Uçaklar TBMM’yi vurduğunda, Ankara ve İstanbul’da kimi devlet kurumlarına dair kuşatma ve bombalama haberleri geldiğinde, ölü sayısının arttığına dair bildirimler yansımaya başladığında, CNN’Türk’ün basılması anını izlediğimde başarısız bulduğum darbenin canlanma kaygısı ile sabahı ediyorum. Kanlı darbe gecesini tüm Diyarbakırlılar gibi aklımda kimi kaygılarla, ekranına kilitlenerek yaşıyorum.
Ne mi bu kaygılar? Özetleyeyim: Kışla- cami arasındaki sembolik değerin camiden yana yükselmesi gibi, asker-polis arasında yıllardır var olan güç kavgası ve rekabetinde artık tartışmasız biçimde ibre polisten yana kaydı. Sokağa çıkma yasakları ile ne tür bir operasyonel tecrübe edindiğini yakından bildiğimiz polis peki siyasal, güncel hayatımızda ne denli etkili olacak? Polisin yükselişi Türkiye’yi daha demokratik yapmayacağı gibi, insan hakları ve özgürlükler üzerindeki “güvenlik kılıcı”nın daha sert sallanmasına yol açmaz mı? Hükümet ve Cumhurbaşkanına dönük eleştiri ve muhalefet şimdi bir de darbecilik gerekçesiyle mi bastırılacak? Bundan sonra Türkiye siyasetini kuracak olan toplumsal kültür bizim darbe gecesi gördüğümüz linç kültür mü olacak? AKP seçmeni olmayan ve muhalefet edenler kendini ne kadar güvende hissedecek? Dış politika sorunlarını ve suçlarını Davutoğlu’yla temize çekenler, Kürdistan’daki insanlığa karşı suçlarını bu darbeci askerlerle mi temize çekecek?
Daha doğrusu gerçekten Türkiye demokratik bir ülke olacak mı? Yaşananlar yeni demokratik Türkiye inşasına vesile olacak mı? Zira ne Türkiye demokratik bir ülke, ne de AKP iktidarı demokratik bir iktidar. (YG/HK)