Paris Olimpiyatları’nda konuşulan transfobiyi, ülkemizde olan göçmen nefretini, sosyal medya kısıtlamalarını, Filistin’e ve Filistin halkına karşı uygulanan katliamları endişeyle takip ederken, birden telefonum çaldı. Karşımdaki ses, bianet’te staj yapmaya hak kazandığımı söylüyordu. Şaşkınlıkla dolu bir mutluluk içinde, en yakın arkadaşlarımı aradım. Evrim, Tuğçe ve Aren ile aynı ofiste olacağımı duyduklarında kıskandıklarını hissettim ve bu beni daha da heyecanlandırdı. Doğruyu söylemem gerekirse, bu satırları yazarken ben bile kendimi kıskanıyordum. Sosyal medyada dayanışma içinde olduğum insanlarla aynı ofiste çalışmak ve onlarla yüz yüze tanışmak benim için bambaşka bir onur yürüyüşünün habercisiydi.
Ve pazartesi geldi çattı. “Acaba yapabilecek miyim?” diye içimde büyüyen o endişeyle ofisin zilini çaldım. Kapıyı Leyla açtı ve bianet’teki stajım resmen başlamış oldu. Bilgisayarımı açtığımda, “Şimdi ne yapacağım?” diye düşündüm. Tam o sırada Murat beni yanına çağırdı. Birazdan toplantıya gireceğimizi ve bu yüzden gündemi taramam gerektiğini söyledi. Toplantı başladığında, sosyal medyadan ve yürüyüşlerden tanıdığım Tuğçe ve Aren’i görünce garip bir mutluluk yaşadım. Yüzümde beliren gülümsemeyi saklayamadım. Tuğçe’nin karşılık verdiği o sıcak gülümseme, içime derin bir huzur yaydı. İçimden “Kesinlikle doğru yerdesin Aytok” dedim.
Murat toplantı başladığında, hangi haberi yapmak istediğimi sordu. Hayvanların öldürülmesini meşrulaştıran yasaya karşı ben de bir şeyler yapmalıydım. Murat’ın onayı ve Tuğçe ile Ali’nin verdiği destekle, ilk haberimi yazmaya başladım ve haberim o gün paylaşıldı. O an, neden gazeteci olmak istediğimi daha iyi anladım. Kendinizi o patili dostların yerine koyuyorsunuz; bazen kesilen bir ağaç oluyorsunuz, bazen yanan bir orman, bazen onca nefrete karşı gökkuşağı, bazen grevdeki işçi, bazen ise haksız yere demir parmaklıklar arasında tutulan şair, milletvekili ya da gazeteci.
Sonraki gün öğle yemeği vakti geldiğinde, Aren’in bana anlattıkları özgür basına ve hak mücadelelerine olan inancımı ayağa kaldırdı. bianet, bana başka bir iletişimin mümkün olduğunu gösterdi. Burada, seni sen olduğun için kabul eden, varlığını değerli kılan ve ifade özgürlüğünü bir yaşam biçimi haline getirmiş insanlar var. Ve evet, bianet’te öğrendiğim en büyük doğru “dayanışma, gazeteciliğin vazgeçilmezi.”
Murat’ın hak odaklı haberciliğe dair bakış açısı, Vecih’in her an yardıma koşan tavrı ve stres yönetimindeki ustalığı, Ruken’in aşılamayı başardığı özgüveni ve siyasi gündemi değerlendirirken ettiğimiz şahane sohbeti, Hikmet’in bir anda güldüren konuşmaları ve şehir sohbetleri, Korcan’ın içtenliği ve bitmek bilmeyen kıskanılası enerjisi, Ayça’nın olaylara karşı gösterdiği dirayet, Evrim’in dayanışmacı ruhu, mücadelesi ve verdiği destek -ki bu benim için çok çok özel-, Ali’nin zorlandığımda yanıma gelip verdiği tavsiyeler, her stajyerin yanında görmek isteyeceği olumlu ve eğitici tavır, Aren’in daha ilk andan gösterdiği rehberlik ve farkında olmadan verdiği motivasyon ve tabii ki Tuğçe’nin o neşesi, esprileri, enerjisi, mırıldandığı şarkıları, her an yanımda hissettiğim desteği, haber önerileri ve onu hiç görmesem de, patileriyle birlikte hak odaklı gazeteciliğe katkıda bulunduğunu hissettiğim can dostu Küba. Bütün bu anlar ve kişiler, her biri benim için çok özel. İyi ki varsın dayanışmanın kalemi bianet. Dayanışmayla…
(AEB/VC)