Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kaos GL Derneği’nin LGBTİ+ yürüyüş ve etkinlik yasaklarıyla ilgili iki başvurusunu birleştirdi.
AİHM, davayı toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, ayrımcılık yasağı ve etkili başvuru hakkı temelinde incelemeye başladı. Türkiye’nin 1 Ekim’e kadar AİHM’e yanıt vermesi gerekiyor.
Avukat ve Kaos GL İnsan Hakları Programı Koordinatörü Kerem Dikmen ile Kaos GL Derneği’nin LGBTİ+ etkinlik ve yürüyüş yasaklarına ilişkin AİHM’e başvuru sürecini konuştuk.
Başvuru süreci
AİHM’e başvuru süreciniz hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz?
Elbette. İki ayrı başvuru var. İlki, 2015 yılında yapılmak istenen 17 Mayıs yürüyüşünün Ankara'da yasaklanmasıyla ilgili. Yasaklama gerekçesi, aynı tarihte yapılacak AKP kongresiydi. Ankara Valiliği yasaklama kararı aldıktan sonra biz de mahkemeye başvurduk.
İkinci başvuru ise 2017 Kasım ayında ilân edilen Ankara'daki genel LGBTİ+ etkinlik yasağıyla ilgiliydi. Bölge İdare Mahkemesi bu yasağı iptal etti, ancak yürütmeyi durdurma talebi reddedilmişti. İç hukuk yollarını tükettikten sonra, önce Anayasa Mahkemesi’ne, sonra da AİHM’e başvurduk. Anayasa Mahkemesi, kurum olarak bir karar elde edildiğini belirterek başvuruyu reddetti. Ancak dosyayı AİHM'e taşıdık ve süreç devam ediyor. Özetle, bu başvurular toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili ve de mahkeme Türkiye’ye 1 Ekim’e kadar yanıtlaması için sorular yöneltip, savunma istedi.
AİHM kararı, LGBTİ+'lara yönelik hak ihlalleriyle ilgili ne tür sonuçlar doğurabilir?
AİHM'in kararları uluslararası ve bölgesel düzeyde etki yaratabilir. Türkiye'de uluslararası kararların bir kısmı uygulanırken, bir kısmı da uygulanmıyor. Biz, bu dosyadan olumlu bir karar alacağımızı umuyoruz. Ancak kararın uygulanabilirliği konusunda bazı endişelerimiz var. Eğer AİHM, keyfi yasaklamaların önlenmesi yönünde bir karar verirse, bu kararın etkili olması için yerel yönetimlerin davranış değişikliği göstermesi gerekir. Türkiye'de valilikler ve kaymakamlıklar zaman zaman yasaklamalara devam ediyor. İç hukukta kazandığımız davalar bile bazen sonuç getirmiyor. Türkiye'deki yargı sistemindeki sorunlar, bir ihlal kararı alsak bile kararın kalıcı bir etki yaratıp yaratmayacağı konusunda soru işaretleri oluşturuyor.
Ama hukuk devletinde özellikle anayasanın 90. maddesini ve Türkiye Cumhuriyeti'nin AİHM’in yargı yetkisini tanıdığını da gözettiğimizde tabii ki bir sonuç üretmesi gerekir. Yani tutum değişikliğine sebep olması gerekir. Veriler bu konuda bizi çok umuda sevk etmiyor ama sonuçta mücadelemizi vermeye hukuk zemininde devam edeceğiz.
AİHM, Türkiye’ye LGBTİ+ yürüyüş ve etkinlik yasaklarını sordu
Son yıllarda benzer başvurularınız oldu mu?
AİHM’de bir de nefret söylemi konulu başvurumuz var. Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti devleti LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemini hiçbir şekilde önlemiyor. Önlemek bir yana RTÜK, nefret videolarının yaygınlaştırılmasına aracılık ediyor.
Basın İlan Kurumu nefret yayınları konusunda sistematik olarak ihlalde bulunan basın organlarını yüksek derecede ilân ve reklam gelirleriyle fonluyor. Keza başka kamusal özneler, örneğin 2020 yılındaki hutbe mevzusu. Bunların suç teşkil ettiği iddiasıyla yapılan şikâyetlerin hepsi başvuru yolları dediğimiz derece mahkemelerinde veya savcılıklarda nefret söylemi olmadığı ve ifade özgürlüğü koruma alanında bulunduğu gerekçesiyle başarısızlığa uğratılıyor. Henüz bir sonuç alınmadı ama maalesef AİHM’deki süreçler de kısa değil, uzun yıllara dayanıyor. Dolayısıyla başvurular zaman alıyor.
“Diğer ülkelerdeki LGBTİ+’ları da etkileyebilir”
Kararlar, Türkiye’de LGBTİ+ hakları konusunda yasal veya politik değişikliklere neden olabilir mi?
Ankara yasaklarıyla ilgili başvuruya dönecek olursak, Ankara Valiliği'nin yasak kararını İdare Mahkemesi iptal etti. Ancak, bu iptal kararının ardından Valilik 2018 tarihli yeni bir yasak kararı aldı. Ankara Valisi, İdare Mahkemesi'nin kararını dikkate almıyor gibi görünüyor. Bu noktada, AİHM kararlarının dikkate alınması gerektiği vurgulanabilir. Benzer bir durum İzmir’de de yaşandı: Genç LGBTİ+ Derneği’nin İzmir Valiliği’nin Onur Yürüyüşü’nü yasaklama kararlarının iptali için açtığı davalarda mahkemeler yasakları iptal etti, ancak bu karar İzmir Valiliği’nin tutumunda bir değişikliğe yol açmadı.
Ulusal mahkeme kararlarının kamu otoriteleri üzerinde tutum değişikliğine yol açmadığı göz önünde bulundurulduğunda, AİHM kararlarının bir etki yaratıp yaratmayacağı konusunda belirsizlik devam ediyor. Ancak, bu kesinlikle göz ardı edilemez bir durum. Sonuç olarak, bu başvurular yalnızca temel haklara erişim için yapılmış girişimler değil; aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere dayalı yükümlülüklerini ihlal ettiğini kayıt altına almak açısından da önem taşıyor. Bu nedenle, konuyu ciddiyetle ele alıyoruz.
Ayrıca, insan haklarına saygı gösteren ve uluslararası sözleşmelere uyan devletler var. Avrupa Konseyi üyesi olan bu devletler arasında, örneğin Estonya, Litvanya, Malta ve Gürcistan yer alıyor. Eğer başvurularımızda bir ihlal kararı alırsak, bu kararlar, bu ülkelerdeki LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü hakkını savunmak adına da güçlü bir argüman oluşturacaktır. Bu geniş perspektiften de meseleyi ele alıyoruz.
“Tutum ve politika değişikliği gerekiyor”
Söz konusu yasaklarla ilgili olarak ne tür adımlar atılabilir?
Türkiye Cumhuriyeti, öncelikli olarak kendi anayasasına uygun davranmaya önem vermelidir. Anayasaya uygun davranmak, sorunların hepsini çözmez ama önemli bir kısmını çözer. Türkiye, kendi anayasasına uygun bir yönetim pratiği geliştirirse, devlet kurumları zaten sorunların bir kısmını çözmüş olacak. Kalan kısmının çözümü tek bir defada mümkün değil.
Tutum değişikliği ve politika değişikliği gerekiyor, bilhassa karar alıcılarda. Bunun hemen olmayacağını biliyoruz. Basit kanun değişiklikleriyle hemen sonuç almak mümkün değil. (AEB/TY)