Derin iktisadi krize rağmen Türkiye ile İtalya arasında halen en aktif ticaret yollarının birinde seferlerini sürdürmekte olan RORO gemisiyle seyahat ediyorum. Bazıları için denizleri aşılmaz kılan çetin kış şartlarına nispet yaparcasına sakin yolculuğu sağ salim tamamlayarak Trieste limanına varıyorum.
Bilhassa kışın saat 22'den sonra fazlasıyla sessiz kente ulaşmamla gece yarısını biraz geçe Trieste depremle sarsılıyor. Depremin merkez üssü değerli Bizans eserleriyle ünlenmiş Ravenna kentine yakın, üstelik 4 derecenin biraz üstünde olmasına rağmen yer sarsıntısı ertesi gün liman kenti sakinleri için kısa bir süre de olsa gündem oluşturuyor.
Fakat son günlerde yalnız Trieste'yi değil, tüm İtalya'yı sarsması istenen gündem eski solcu militan Cesare Battisti'nin iadesiydi. Brezilya'nın akıllara zarar lideri Bolsonaro iktidara gelir gelmez eski PAC (Komünizm İçin Silahlı Proleterler) üyesinin İtalya'ya iadesine yönelik olarak harekete geçmiş, bunun üzerine Battisti Bolivya'ya kaçmış, orada yakalanmış ve memleketine deport edilmişti.
Fakat polis armalı mont giymiş hoyrat İçişleri Bakanı Matteo Salvini ve Adalet Bakanı Alfonso Bonafede'nin Battisti'yi Roma Ciampino hava alanının pistinde karşılaması geniş bir kesim tarafından şov olarak algılandı.
Gezegende neo-faşizmin önde giden temsilcilerinden Salvini sansasyonel politikasını ırkçılığa dayandırıp sayılarını epeyce abarttığı göçmenleri nefret odağı haline çoktan getirmişti.
Battisti'nin iadesi vesilesiyle iyice coşup İtalya güvenlik kuvvetlerinin başka ülkelerdeki meslektaşlarıyla işbirliğini yoğunlaştırarak dünyanın çeşitli diyarlarında keyif çatan daha birçok suçluyu çizmenin hapishanelerine tıkmak için elinden geleni ardına koymayacağını da bildirdi.
Arada Trieste'nin dinî otoritesi, piskopos Giampaolo Crepaldi'nin göçmenlikle ilgili talihsiz bir ifadesini de çirkin emellerine alet etmeye çalıştığından piskopos sözlerinin Salvini tarafından haksız biçimde kullanıldığını duyurmak zorunda kaldı.
Bu arada kentin "Uyuyan Prenses" olarak betimlenmesine inat, coğrafyanın nabzını tutan yerel Il Piccolo gazetesinde bir okuyucu Trieste'nin medarıiftiharı Pedocin plajının kültürel varlık olarak tescillenmesine ateş püskürüyordu.
Okuyucuya göre mevzubahis plaj bir kapris uğruna günümüzde kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı denize girmesine imkan sağlamaktan başka özelliği olmayan nostaljik bir Avusturya Macaristan İmparatorluğu kalıntısıydı.
Kadınlarla erkeklerin nispeten yakın temasta olduğuna dair, kulaktan kulağa yayılmış bir dedikodunun merkezinde ise limandaki bir mekân vardı. Yine Il Piccolo'dan aktarma suretiyle, bilhassa Türkiye kökenli şoförlere hizmet veren söz konusu mekân hem restoran görevi görüyor, içinde bir market barındırıyor, televizyon, tuvalet ve duş hizmetlerini de sağlıyor. Fakat mekânı daha çekici hale getirmek için seçilmiş kadınlar dahil 20 adet personelin geleceği tehlikede çünkü işletmeyi üstlenmiş şirketin bürokratik yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmediğine dair şaibeler var.
Kesin olan bir şey varsa o da, bu haberin yayımlanmasından iki gün sonra aynı gazetede Mersin'den gelen bir gemideki üç kaçak yolcunun gayet sıkışık bir alanda günlerce seyahat ettikten sonra bitkin halde bulunduğuna dair bilgiydi. Haberde ayrıca Türkiye'nin Suriye'deki otonom Kürt bölgelerine yeni bir operasyon hazırlığında olduğu, geçen sene Afrin kantonuna düzenlenmiş olanından çok daha kanlı bir işgalin beklendiği, bu durumda da büyük olasılıkla göçün yoğunlaşacağı iddia ediliyordu.
Kentte, Trieste Film Festivali başlamadan hemen önce çok ilgi gören bir gösterim de Il Piccolo'nun dikkatinden kaçmadı. Coğrafyanın gerçek sahipleri konumundaki Slovenler bir yana, Trieste'nin en köklü ve kalabalık cemaatlerinden Sırplara ilişkin belgeselde adeta izdiham yaşandı. Trieste'nin bağımsızlığını korumaya çalışan son alternatif sineması Ariston'da gösterilen, yönetmenliğini Alessio Bozzer'in üstlenmiş olduğu The Community - Ordinary Serbian Life in Trieste (Cemaat - Trieste'de Sırpların Gündelik Hayatı) adlı filme yoğun ilgi kentin faşizmle özdeşleştirilen mazisine nazire yapar gibiydi. Ne de olsa Mussolini 1938 yılında ırkçılık politikasını Trieste'nin denize hakim ana meydanı Unita' d'İtalia'da çok kalabalık ve coşkulu bir halk topluluğu karşısında resmen açıklamış, gerisi bir çorap söküğü gibi gelmişti…
Asi Trieste Film Festivali
İçine kapanık, egosantrik ve narsist İtalya'nın aksine önce doğusundaki yakın coğrafyaya, yıllar içinde de daha geniş bir alana ilgisini yönelten Trieste Film Festivali neo-faşizmin yükselişe geçtiği bu dönemde otoriteye, sınırlamalara, baskılara bir kez daha meydan okuyor ve politik misyonunu sürdürüyor.
Etkinlik için özel olarak hazırlanmış, sade olduğu kadar şık bez çantanın bir yüzünde emir kipinde "Çizgiyi Aşma" anlamındaki DO NOT CROSS THE LINE yazıyor, fakat olumsuzluk belirten DO NOT kısmının üstü çizilmiş, böylece anarşik sayılabilecek bir mesaj verilmiş.
18-25 Ocak tarihleri arasında gerçekleşmekte olan etkinliğin posterinde Isabelle Adjani'yi 1980 senesinde Berlin'i ikiye ayıran duvarın önünde görüyoruz. Fotoğraf Dominique Issermann'a ait. Yönetmenliği Andrzej Zulawski'ye ait ödüllü Possession (Cin Çarpması) adlı filmin çekimi sürerken yoğun baskı altındaki Adjani bir dinlenme anını değerlendirerek dünyayı ikiye ayıran zihniyete nispet yaparcasına duvarın yanı başında neşeyle ip atlayarak gevşemeye çalışıyor. Trieste Film Festivalinin bu unutulmaz karesiyle onurlandırdığı Issermann'ın geniş spektrumlu kariyerinde müteveffa Leonard Cohen'in şarkılarına çekilmiş klipler bile var.
Etkinlikte Possession dışında, Berlin duvarını konu almış Billy Wilder, Giorgio Bianchi, Christian Petzold ve Bartek Konopka imzalı başka eserler de seyirciyle buluşacak.
Festivalin 30 senelik geçmişinin muhtelif programlarındaki parlak örneklerden müteşekkil Wind of Change (Değişim Rüzgarı) adlı seçmede tekrar görülmesi gereken filmler de kaçmaz. Cristi Puiu, Damyan Kozole, Danis Tanoviç, Milcho Manchevski, Goran Paskalyeviç bu bölümde filmi gösterilecek yönetmenlerden.
Trieste'deki her zamanki gibi geniş çaplı etkinlikte bu sene masterclass verecek olan sinemacılar Ildikó Enyedi, Sergei Loznitsa ve Jacopo Quadri.
Rusya'nın kirli çamaşırları
Loznitsa'nın geçtiğimiz aylarda Türkiye'de gösterilmiş olan Donbass adlı çarpıcı eseri festivalin uzun metrajlı filmler yarışmasında yer alıyor. Ukrayna'daki şiddet dolu girift vaziyeti aktaran bilumum anekdotlar insanlığın içine sürüklenmekte olduğu karanlık çukurun net bir profilini çiziyor. Filmden asabınız bozulmuş, bitkin ve ümitsiz çıkmadıysanız linç gibi hadiselere, şiddet ve kötülüğe karşı hissizleşmişsiniz demektir!
Festivalin açılış filmi olan Meeting Gorbachev'de de günümüz Rusyasına eleştiri eksik olmuyor. Werner Herzog ve André Singer imzalı belgesel Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine tekrar dönmemizi sağlarken Gorbachev'in silahlanma karşıtı mesajlarını da iletiyor.
Belgesel yarışmasında yer alan Vitalij Manskij imzalı Putin's Witnesses de Putin'in iktidara geldiği ilk yılları yakından takip ederek acımasız lider hakkında gerçekçi bir fikre sahip olmamızı sağlıyor. Manskij o zamanlar devlet televizyonunun resmi belgeselcisi olduğundan hadiseleri içeriden, olabildiğince tarafsız ve normalde göremeyeceğimiz detaylarla izliyoruz.
Trieste ve deniz
Trieste'nin dillere destan çılgın borası, çok yüksek sayıdaki yelkenli katılımlı Barcolana'sı ve özellikle klasik ahşap yelkenlileri estetik fotoğraflarıyla ölümsüzleştiren Franco Pace'si olsa da, kentin ne yazık ki denizle alakası her geçen gün eriyip gidiyor.
Alpe Adria'nın düzenlediği Trieste Film Festivali aşağı yukarı her sene Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun limanı konumunda şanlı bir geçmişe sahip şehrin sakinlerini denizle alakalı filmlerle buluşturmayı yine de ihmal etmiyor.
Bu sene Ege'de, Yunanistan adalarıyla Anadolu arasında mekik dokuyan 1910 yılı, Birleşik Krallık yapımı Moya adlı yelkenli tekneye misafir oluyoruz.
Alla Ricerca di Europa (Looking for Europe/Europa'yı Ararken) adlı belgeselin yönetmeni Alessandro Scillitani, zarif mi zarif yelkenlinin misafirleri de meşhur Triesteli yazar Paolo Rumiz ile tarihçi ve denizci kimliğiyle geziye katılan Piero Tassinari. Ekip Brexit sürecinin hızlandırıyormuş gibi göründüğü Avrupa'nın çözülmesini mitolojik referanslar çerçevesinde tartışıyor.
Avrupalı olmanın anlamından, yozlaşmış Avrupa değerlerinden, ortalığı kasıp kavurması için her yerde pompalanan muhtelif milliyetçi akımlardan, Avrupa deyince bazı insanların aklına bankaların, Almanya'nın veya korkuların gelmesinden dem vuruluyor.
IDFA'da seyrettiğim ve Trieste Film Festivalinde de yer alan Eszter Hajdú imzalı Hungary 2018 (Macaristan 2018) veya Avusturya'dan Nikolaus Geyrhalter'in yönettiği Die Bauliche Massnahme (The Border Fence/Sınır Çiti) gibi belgeseller vaziyetin vahametini bize zaten kanıtlamış eserlerden.
Yaşlı kıtanın halini sorgulayan aydın kahramanlarımız arada Egeli bir balıkçıya da Avrupa hakkında ne düşündüğünü soruyorlar ama cevap iyimser olabilmek için gayet yetersiz.
Ama kesin olan bir şey varsa o da Europa'nın Doğu'da, Fenikeliler'in topraklarında doğup Zeus tarafından Batı'ya kaçırılmış olduğu. Lakin şu anda nerede olduğunu kimse kestiremiyor, akibetini tahmin edebilen de yok, bu durumda çizgiyi aşmaktan başka çare kalmadı sanki…
30. Trieste Film Festivali hepimize hayırlı olsun!
Festival hakkında teferruatlı malumata buradan ulaşabilirsiniz
(MT/EKN)