Geçtiğimiz aylarda Türkiye'nin muhtelif limanlarından İtalya'nın kuzeydoğusundaki Trieste'ye TIR taşıyan UN RO-RO işletmelerinin İtalya acentası Samer, BKT RO-RO'nun Tekirdağ üzerinden yeni açtığı hatta savaş ilan etti. 1987'den beri limanda adeta tekel gibi çalışmaya alışkın sözkonusu şirket, Yugoslavya'nın dağılmasıyla patlak veren kaosu baypas ederek gelişen deniz taşımacılığı sayesinde hem kendi saltanatını kurmuş, hem de yıllardır sönmekte olan şehrin limanında serum vazifesi görmüştü.
Mahzun güzel Trieste'yi Avusturya Macaristan İmparatorluğu, şaaşasıyla terkedeli çok olmuş, Sloven'i, Hırvat'ı, Sırp'ı, Yunan'ı, Ermeni'siyle mozaik oluşturan dokusu faşist dönemde epey acı çekilmesine yol açmış, hatta İtalyan topraklarındaki yegâne toplama kampı burada kurulmuştu. Tito kısa da olsa bir süre için şehri ülkesinin topraklarına katınca tüm İtalya memleketin bütünlüğünün korunması için tek yürek olmuş, 1947 Paris anlaşmasıyla ABD ve İngiliz birliklerinin Birleşmiş Milletler adına yönetimi ele alması şehre derin nefes aldırmıştı.
Serbest Bölgenin nimetlerinden yararlanan Trieste'liler savaş yorgunu İtalya'dan farklı olarak, özellikle Amerikalıların ihtiyacını karşılamak üzere limana yanaşan gemilerin hayrını fazlasıyla görmüş, fakat şehrin 1954'te tamamıyla millî topraklara katılmasıyla koca liman, Prenses Sissy'nin şatosu olarak bilinen Miramare gibi kaderiyle baş başa bırakılmış, uzak ve yalnız, gündem dışı.....
Geçen yüzyılda dört ayrı hâkimiyet altında ezilen ve coğrafi konumuyla'da Antakya'yı hatırlatan şehir "korkunç düşman" komünizmle komşuluğu boyunca paranoyalarını beslemeye devam etmiş, mağdur edebiyatı milliyetçilik propagandasıyla beslenerek mazoşizme dönüşmüş, Yugoslavya'nın dağılmasıyla sanki bu ayrıksı durumdan beslenen ve yoksul komşuların bavul ticaretinden medet umacak hale gelen ahaliyi adeta felce uğratmış.
Bu arada devasa limanın canlandırılması için yıllarca çeşitli teklifler verilmiş, girişimlerde bulunulmuş, ama nafile, Trieste'de zamanın adeta durmasını isteyen gizli güçler hâkimiyetlerini onyıllarca sürdürmüş. Derken imdada Türk TIR'ları yetişince, Uluslarası Nakliyeciler Derneği işletmecilik örneği göstererek şehri ölmekten kurtarmış, Samer de Avrupa'nın denize açılan en büyük meydanı olmasından gurur duyulan Piazza Unità d'Italia'daki görkemli binaların birinde yerini almış.
Fakat o da ne? Baharda Trieste Liman İşletmeleri Tekirdağ'dan yeni gelen gemiyi Yolcu Rıhtımına yanaştırınca ortalık karıştı. Samer hukuki yollara başvurarak usulsüzlüğe ve resmî makamların yol açtığı haksız rekabete dikkati çekmek isterken, şahsen rekabete tahammülsüz olmakla suçlandı, kendini limanın imparatoru sanma gafletinde bulunduğu söylendi; duruma Belediye Başkanı bile müdahale ederek "Şehri bloke eden ufak tefek sefilliklere yeter demek lazım, tekele son!" diye çıkışınca karşılık olarak rakip acenta Ocean-Sit'in, limandaki vinçlerin yegâne sahibi sıfatıyla asıl tekeli oluşturduğu afişe edildi. Gelin görün ki mahkeme yeni Tekirdağ hattını işletenlerin hayrına bir karar verince, birkaç sene önce Amerikan menşeli bir şirkete yüksek bir ederle satılmış olan UN RO-RO İşletmelerinin kaygıları adeta bir şantaj olarak ortalara döküldü, Samer sözkonusu rekabetin sonuçları var olan ticarete halel getirecek boyuta ulaşırsa, hattın komşu Slovenya'ya kaydırılma ihtimalini yerel gazete Piccolo'ya ifşa etti.
Bu durum kimseyi şaşırtmadı, çünkü bağımsızlıklarını kazandıktan sonra hızlı adımlarla Avrupa Birliğine uyum sağlayan pratik zekâlı Slovenler, bir zamanlar İtalya topraklarında olan Capodistria'yı (şimdiki Koper) ucuz ve etkili hizmetle zaten Venedik'ten sonra bölgenin en faal ikinci limanı haline getirip durgun Trieste'yi bir kademe daha geriletmiş, illallah dedirten İtalyan bürokrasisinin gümrük işlemlerinde de son derece etkin olduğunu teyit etmişti. Tam da bu günlerde İtalya'nın sanayi devi Fiat, Sırbistan'da üretim yapan fabrikası için, kendi limanlarına adeta ihanet ederek Koper'le iletişime geçti: yıllık 200 bin araçlık bir kapasiteden bahsediliyor.
Bir Orta Avrupa şehri olduğunu iddia etmeye devam eden, kendi öz nostaljisinin kurbanı olarak rahatını bozmak istemeyen Trieste'nin diğer makamları da küçük elektroşoklarla duruma katkıda bulunmayı sürdürüp eskiden düşman olan üç ülkenin liderlerini, Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano, Hırvat meslektaşı Ivo Josipovic ve Sloven Cumhurbaşkanı Danilo Türk'ü bir konserde buluşturmayı başaran orkestra şefi Riccardo Muti'ye Fahri Hemşehrilik unvanı veriyor.
Fakat aynı şehirde tek bir göndere hem İtalyan hem Avrupa Birliği bayrakları iç içe asılabiliyor, bazı kurumların önlerini solmuş, hatta tiftik tiftik, paçavraya dönüşmüş sancaklar süsleyebiliyor; sokak çalgıcıları "etrafa verdikleri rahatsızlık" yüzünden sansasyonel biçimde yasaklanabiliyor, tepki gösterilince izinli grupların çalabileceği söyleniveriyor.
Güvenlik kuvvetleri neredeyse her gece sokağa işeyen gençlerden kişi başı 500 euro toplamayı başarırken, şehir nüfusuna göre hayli yüksek bir yüzde oluşturan evcil köpeklerin atıkları pek gündeme gelmiyor, bu arada Sloven Tiyatrosu'nun plakasının üzerine halen yazılabilen faşist sloganların gizemi sürebiliyor, sorumlular yakalanamıyor; her ne kadar şehiriçi ulaşımı üzerlerinde koca puntolarla "ekolojik araç" yazan minik otobüslerle desteklense de, insanın birincil ihtiyacı oksijen sunumunda Anadolu'daki eski (?) şehirlerarası otobüslerden geri kalınmıyor, zaten geleneksel mutfağa tehdit oluşturan ve sterilliği tartışılan Kürt dönercilerin sayısının hızla artması da önlenemiyor.
Ljubljana Belediye Başkanının Kuzey Avrupa ülkeleri seviyesindeki yeni atık sistemi kıskançlıkla takip edilirken -her ne kadar seyircileri aşka getirmek için konserde Sloven bayrağını dalgalandırmış olsa da- Lady Gaga'nın Hırvatistan'ın başkenti Zagreb'i ziyareti sanki şaşkınlık uyandırıyor.
Eski işadamı, Trieste'nin yanıbaşındaki Koper'in hukukla arası pek iyi olmayan, ama durumun farkında olan Belediye Başkanının, bir zamanlar asil İtalyanların köleleri olarak görülen barbar Slavların intikamını alırcasına, "Trieste uyuyor, hatta gün geçtikçe daha da derin bir uykuya dalıyor" beyanatıyla ortalık yine çalkalanıyor. Oysa geçen kıştan beri gündemde Unicredit'in önderliğinde tüm bölgeyi kapsayan ve özellikle kırılgan Trieste'yi hayata döndürecek olan Süper Liman projesi tartışılıp duruluyor, toplantılar yapılıyor, Roma projeye destek olduğunu bildiriyor, ama karşı görüş bildirenler de her zamanki gibi bol olduğundan mı ne, bir türlü rahat bir nefes alınıp somut bir adım atılamıyor.
Ne yazık ki UN RO-RO bu arada Fransa'nın güneyi Marsilya'ya yeni bir hat açarak Trieste'ye bir işaret vermiş gibi görünüyor, oysa memleketin deniz taşımacılığı devlerinden, aslen bu bölgeden olup Cenova'ya kaçmış Cosulich ailesi, eski hattın başarılı olamamasına rağmen, yepyeni bir Tekirdağ hattını, daha geçenlerde, bir heves açıyor.
Bütün bu keşmekeşte ümit ışığını kesin olarak göremeyenler bir tek Türk TIR'larının şoförleri olsa gerek; onların mücadelesi dil bilmeden Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde direksiyon sallamak, memleketinden ve ailesinden haftalarca uzak kalmak, ırkçılığın dört nala at koşturduğu kıtada çeşitli memurlarla Türk pasaportu sahibi olarak baş etmek, Trieste limanında saatlerce, hatta bazen günlerce iptidai şartlarda eğreti yaşamak, yıkanmak ve beslenmek için gayet yetersiz ve Avrupa Birliğinin başka ülkeleriyle kıyaslanamayacak seviyede mekânlara talim etmek, kendi aşını limanda ateş yakma yasağı yüzünden hazırlayamamak, aracın önünde uyumaya çalışırken Sibirya'dan gelen Bora'yla mücadele etmek, özellikle sindirim sisteminin maruz kaldığı zorlanmalardan dolayı hastanelere düşmek, vize almak için yaptırılan sağlık sigortasının aslında göstermelik olduğunu farkedip yapılan müdahaleyi kendi cebinden ödemek zorunda olduğunu anlamak, sendikalı olunduğunda işten atılma riskini her an hatırlamak, hatta birilerinin yanlış yorumlaması yüzünden vize süresinin geçirilmesi durumunda sınır dışı edilip on sene İtalya'ya girememe ve işini kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya olmak ....... geçmiş olsun Trieste! (MT/EÜ)