Bu sene 31. yaşını kutlayan IDFA 14-25 Kasım tarihleri arasında gerçekleşti.
Amsterdam'da gösterilen film sayısı bu sene 300'e yakındı, sektörden etkinliğe katılanların sayısı 3 bin kişiyi aştı.
Bu haftaki yazımda, her zamanki gibi kalabalık seyirci kitlesiyle buluşan eserler arasında ağır meselelere eğilen, politik olarak iddialı yapımlara ağırlık verdim.
American Dharma
Beyaz Saray'ın eski baş stratejisti ve Trump'ın seçim kampanyasının CEO'su Steve Bannon, başkanı hakkında artık eleştirel düşüncelerini ifade etse de dünyaya bir bela gibi yayılmakta olan Trump tarzının mimarı olarak çoktan damgalanmış vaziyette.
Tecrübeli sinemacı Errol Morris'in American Dharma adlı 98 dakikalık belgeseli Bannon'ı etkilemiş olan sinema eserlerinden de yola çıkarak iktidar sarmalındaki erkeğe odaklanıyor.
Aşırı sağcı Breibart News'un yönetiminde de ülkesinin başına bela açmakla tanınan Bannon kamera karşısında gayet rahat, icraatını yüzsüzce aktarıp yorumlamaktan fazlasıyla memnun görünüyor.
İşini epeyce ciddiye alan usta belgeselci Morris de zaten eserini bir dehşet filmi olarak betimleyip Bannon ve emsallerinden ne kadar rahatsız olduğunu ifade etmekten geri durmuyor. Ne de olsa Trump'a uzun süre tahammül etmeniz gerektiren yapımda Bannon'ın fikirlerinin Avrupa'ya ihraç edilmesinden de dem vuruluyor…
Macaristan 2018
Mesela Macaristan, nefrete, ayrımcılığa, düşmanlığa dayalı mevzubahis Trump tarzını uzun süredir deneyimleyen bir diyar. Ülkenin başındaki Viktor Orbán'ın ülkenin kötü gidişatının sorumlusu olarak senelerdir yüklendiği şer üçlüsü mülteciler, Soros ve AB'yi temsilen Brüksel.
Ne de olsa Macaristan kendinden başka dostu olmadığını düşünen zihniyete sahip memleketlerden, dolayısıyla çuvaldızı kendine batırmaktan çok yaygara koparıp günah keçilerini linç etmekle meşgul.
Daha önce Judgement in Hungary ile dünyada çeşitli ödüller kazanmış olan yönetmen Ezster Hajdú ülkesinin utanç verici ölçüdeki ilkelliğini teşhir etmeye devam ediyor. Gayet bildik ve sıkıcı seçim propagandalarına maruz kalıyoruz, yetersiz muhalefetin temsilcisi Ferenc Gyurcsány'nin özel hayatına da.
Hungary 2018 adlı eser günümüzde insanların nasıl kolaylıkla manipüle edildiğini, Avrupa medeniyetinin ortasındaki bir coğrafyadan fışkırtılan cehaleti haykırıyor.
Türkiye ile Macaristan'daki vaziyet arasındaki benzerlikler o kadar çok ki!
Sınıra çit?
Macaristan'ın kapılarına dayanmış mültecilerin günün birinde Avusturya'ya yönelmesi ihtimali de Avrupa'daki faşist icraattan birine yol açmış vaziyette.
Kıtanın sağcı eğilimini sık sık ön plana çıkaran ülkelerden Avusturya'nın İtalya ile olan Brenner (Brennero) Geçidi sınır bölgesini çitlerle kuşatma planları gündemi uzun süredir meşgul etmekte. Bu tehdidin gerektiği zaman ısıtılıp ısıtılıp yabancı düşmanlığını körüklemek üzere halkın önüne konulmakta olması da bildik bir dinamik.
Yönetmen Nikolaus Geyrhalter mevzu hakkında hiç yorum yapmadan insan hakları sicili kirlenmiş bir AB üyesine dikkatli kamerasını yöneltiyor.
The Border Fence adlı 112 dakikalık film neyse ki Tirol halkının geleneksel misafirperverliğine de genişçe yer ayırarak Avrupa değerlerinin hâlâ yıpratılamadığını, insanlığa dair ümitli olmaya devam edebileceğimizi belgesel estetiğinin hakkını vererek fısıldıyor.
İspanya'nın sessizliği
Görünürde çökmüş olsa da faşist iktidarın istikbale yönelik sinsi planı sayesinde hakkında fısıldanmasına bile gerek kalmamıştı: Franco diktatörlüğünün icraatını unutmaya yönelik İspanyol halkının mutabakatı neyse ki son yıllarda çatlamaya başladı.
Yapımcıları arasında Pedro Almodóvar adını da gördüğümüz bol ödüllü The Silence of Others inkâr edilmeye çalışılan suçlara, üstü örtülmüş katliamlara, yerini bulmaması için direnilen adalete etkin biçimde odaklanıyor.
Yönetmenler Robert Bahar ile Almudena Carracedo toplu mezarlarda gömülü 100 bin civarındaki kurbanın izini sürmenin zorluklarını, hakkını arayan insanlara çıkarılan engelleri, hesap ödemek istemeyenlerin yüzsüzlüğünü layıkıyla afişe ediyor ve gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkacağına dair ümit beslememizi sağlıyor.
Kossakovsky cömertliği
Putin'den, Trump'tan nefret etmeye vakit ayıramayacağını belirten usta belgeselci Victor Kossakovsky gezegeni kurtaracak güç olarak suyu, olabilecek en görkemli halleriyle çıkarıyor karşımıza. Kasırgaların, kudurmuş okyanus dalgalarının, gümbürtülerle parçalanan buzulların resmigeçidi halindeki Aquarela adlı başyapıtta su, eninde sonunda insana küçüklüğünü hatırlatacak kuvvet olarak taçlandırılıyor.
Kendimizi fırtınayla boğuşan yelkenli bir teknede, hatta canavarlardan aşağı kalır yanı olmayan dalgaların içinde hissetmemizi sağlayan olağanüstü bir sinema deneyimi ile karşı karşıyayız.
Filmin çekildiği ileri teknolojik yapıyı perdeye layıkıyla yansıtacak teçhizatın halen dünya sinema salonlarının birçoğu tarafından tedarik edilmesi bekleniyor. Amsterdam'ın tarihi Tuschinski sinemasının gösterim sırasında yerinden oynamış olması boşuna değil. Baykal Gölü'nden Kutuplara, İrma'nın vurduğu Miami'den Baltık kıyılarına suyun çeşitli hallerine doyuyor, öforiye teslim olmaktan başka çaremiz olmadığını idrak ediyoruz.
Nükleere hayır!
Nükleer silahlanma karşıtı duruşunu ileri yaşında sürdüren Mikhail Gorbachev düşüncelerini kendisine tanınan her fırsatta coşkuyla dillendiriyor. Putin karşıtlığı yüzünden kara listedeki yerine rağmen kameraları karizmasıyla hipnotize edip mesajlarını yaymayı sürdürüyor.
Doktorların yasaklarını delerek hakkındaki Meeting Gorbachev'in Moskova'daki gösterimine gitmesi de silahsızlanma yolundaki çabalarının son ispatı.
Filmin yönetmen hanesinde Werner Herzog ile Andre Singer adlarının olmasının da bunda payı vardır herhalde. Belgeselin duayenlerinden Herzog'un her zamanki tavrı sahneyi kahramanıyla yüksek oranda paylaşmasına sebep oluyor. Herzog fazlasıyla duygusal anlarına rağmen ironik tavrıyla siyasal pozisyonunu bir kez daha perçinliyor.
Telluride Film Festivalinde de gösterilmiş olan 92 dakikalık belgesel Rusya'nın girift politika sahnesini deşmek için birebir.
Rusya kasveti
Putin'i gayet yakından tanımak isteyenler için tecrübeli belgeselci Vitaly Mansky'nin Putin's Witnesses adlı filmi birebir. Mansky'in Rusya televizyonundaki sağlam pozisyonu sayesinde Putin'in iktidara geldiği ilk seneyi çok özel ayrıntılarla takip ediyoruz.
Şahit olduğumuz dinamikler kameranın arkasında görev alanları da bir şekilde işbirlikçi konumuna sokmuyor değil.
İktidarı Putin'e devreden Yeltsin'dir; halefinin gözünde gittikçe değersizleşmesi nankörlük olarak değerlendirilebilir mi?
Putin'in iktidar hakkındaki fikirleri nelerdir?
Alınan siyasal kararlar yanlış olsa da bu konuda Putin hesap vermeye ne kadar gönüllüdür?
Karanlık ve dolambaçlı koridorlarda, Rusya politikasının korkunçluğunu teninizde hissedebileceğiniz, her an bir tehlikeyle karşı karşıya kalabileceğinizi aklınıza getiren mühim bir belgesel.
Panama belgeleri deyince...
Tabii ki daha geniş kapsamlı sırlara vâkıf olmak isterseniz The Panama Papers adlı belgeseli seyretmenizde fayda var. Kara para piyasasının ve vergi kaçakçılarının ipliğini pazara çıkaran belgesel tabii ki Panamalı Mossack Fonseca şirketinin faaliyetine dayandırılmış. Malum listede başbakanlar, başkanlar, futbolcular, şeyh ve emirler de var.
Yönetmen hanesinde Alex Winter'ı gördüğümüz 100 dakikalık film Süddeutsche Zeitung gazetesinin çalışanlarının mevzubahis bilgileri dünya ile paylaşma hususundaki dirayetli çalışmalarına da geniş yer ayırıyor.
Ortaya çıkarılan belgeler birileri için Maltalı gazeteci Daphne Caruana Galizia'nın 2017 yılında öldürülmesine sebep olacak kadar tehlikelidir.
Araştırmacı gazetecilerin kirli iktidarlar tarafından düşman ilan edilip günah keçisi vazifesi görmesinin nedenleri arasında Panama belgelerinin payı yüksek.
Samouniler'e saygı
Dünyanın kangren haline gelmiş trajedilerinden Filistin hakkındaki Samouni Road ise bakışımızı İsrail'in tahakkümü altındaki Gazze'ye bir kez daha çevirmemizi sağlıyor. Cannes'dan ödüllü Stefano Savona imzalı 129 dakikalık etkileyici eser salondan allak bullak ve tamamıyla karamsar biçimde çıkmanıza sebep olabilir.
2009 yılında aynı aileden 29 kişinin katledilmesine sebep olan saldırıyı animasyon gücüyle birebir yaşıyoruz. Coğrafyada çekilmiş birçok esere has klişelerden uzak, geride kalanların tarumar edilmiş hayatlarına eğilen, yakınlarını kaybeden çocukların travmasını yakından hissettiren bir ağıt.
Sadece çiftçilikle uğraşan insanlara yönelik saldırının ibret olsun diye gerçekleştirilmiş olma ihtimali vaziyetin vahametini katmerliyor.
Samouni ailesinin cenazeleri herhangi bir grup veya partiyi dahil etmeden, siyasete alet olmadan kaldırmak istemesi de dikkat çekici bir ayrıntı.
Mandela davası
Güney Afrika'nın tarihindeki çok mühim bir davanın görüldüğü 1964 yılına, mahkeme salonundaymışız gibi dönmeyi de animasyon maharetine borçluyuz.
Nelson Mandela ve arkadaşlarının yargılandığı süreçte sadece ses kaydı yapılmış olduğundan yönetmenler Nicolas Champeaux ve Gilles Porte çizgilere önemli bir rol yüklüyor.
The State Against Mandela and the Others adlı 105 dakikalık eser için hem hukuk(suzluk) hem de tarih dersi veriyor denilebilir. Arada müteveffa Winnie Mandela dahil olmak üzere çeşitli şahitlerin röportajlarına da dayandırılan çarpıcı belgesel Apartheid hakkında tekrar tekrar düşünmemizi sağlıyor.
Üniversiteler direnişte
Mandela'nın hapisten çıkma süreci sırasında yaşanan halk ayaklanmalarına en çok yaklaşıldığı dönem, Güney Afrika'da üniversite öğrencilerinin bir süre önce başlattıkları protesto süreci oldu. Öğrencilere yönelik zamlara karşı 2015'te başlatılan direniş günümüzde tabii ki bitmiş değil.
Batı ülkeleri sömürgeci mazilerine bakmamayı tercih etse de Hollanda Güney Afrika'ya yönelik dikkatli takibini Everything Must Fall gibi filmleri IDFA seyircisine sunarak sürdürüyor denilebilir.
Apartheid sonrası değişmesi beklenen ortamda ırk ve cinsiyet ayrımı yüzünden bazı şeylerin muhafazakârlar tarafından aynen korunduğuna şahit oluyoruz. Öğrencilerin dirayetli mücadelesi üniversitelerin hizmet sektörüne de sirayet ediyor, akademik kadronun mevzuya gösterdiği anlayışlı tavır sayesinde epey mesafe katediliyor.
Çaresizliğini itiraf eden devlet ve poltikacılar polisleri öğrencilerin üzerine sürüyor, iktidar temsilcilerinin kaba kuvvet kullanması sadece haksız olduklarının altını çiziyor. Rehad Desai'nin çarpıcı belgeseli tüm gezegende eğitimli insanlara karşı girişilmiş saldırıya sağlam bir cevap, Witwatersrand Üniversitesinden tüm ülkeye ve dünyaya yayılan bir mücadele ve eşitlik çığlığı.
Su kesintileri, nereye kadar?
Kossakovsky bizi suyun bolluğuna ve doğal intikam gücüne ikna etmiş olsa da Cape Town'da başgösteren susuzluk yüzünden su birilerinin elinde çirkin bir silaha dönüşebiliyor.
Su kesintileri bazı mahalleler için rutine dönüşürken bazı mahallelerde suyun sağladığı konforlardan yararlanmaya sınır konmuyor. Yasakları delerek saksıdaki çiçeğini sulamış birisi kolaylıkla ihbar edilebiliyor, güvenlik kuvvetleri anında olay yerinde belirerek faşist otoritenin acımasızlığını teyit ediyor.
Su kaynakları özelleştirilirken kuraklık baş gösteriyor, sınıfsal farklılıkların fazlasıyla yaşanmaya devam edildiği Güney Afrika'da bazıları arabasını hortumla yıkatmayı sürdürüyor, golf sahalarının çimenleri cömertçe sulanıyor. Su idaresi, gerekli önlemleri almadığının itirafı olarak su kesintilerini sıklaştırıyor.
Yönetmenliğini François Verster ile Simon Wood'un paylaştığı 13 dakikalık Scenes from a Dry City adlı belgesel gelecekte hepimizi bekleyen kesinti ve kısıtlamalar hakkında bir uyarı niteliğinde. (MT/EKN)