Kalıcı barışın inşası insan haklarının korunmasıyla mümkündür.
DEM Parti İmralı Heyeti, 6 Temmuz Pazar günü İmralı’da Abdullah Öcalan’la, ertesi gün de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. Görüşmenin ana gündeminin yürütülen çözüm süreci, bilhassa da silahsızlanma ve Meclis’te kurulacak komisyonla ilgili olduğu yapılan açıklamalarda ifade ediliyor. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz ve gerçekleşmesi için mücadele ettiğimiz barış adına umutluyuz.
Süreç insan haklarına ihtiyaç duyar
İnsan hakları savunucuları olarak barış, ana ve daimi gündem maddemizdir. Bununla birlikte, kalıcı ve anlamlı barışın gerçekleşmesinin insan hakları ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesiyle mümkün olduğunun da farkındayız. Bu sebeple, geçen hafta yaşanan bazı hak ihlallerine dikkat kesilmemiz gerekiyor. İnsan hakları örgütleri olarak raporladığımız ihlaller, ifade özgürlüğü, işkence yasağı, siyaset hakkı ve kayyım politikalarıyla ilgili.
İşkence her koşul altında mutlak yasaktır
Leman Dergisi’nin 26 Haziran 2025’te yayımlanan sayısında yer alan bir karikatür sonrasında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dergi hakkında ‘dini değerleri alenen aşağılama’ gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216. maddesi kapsamında soruşturma başlatıldı. Soruşturmanın ardından, 30 Haziran Pazartesi akşamı Beyoğlu’nda Leman Kültür’ün bulunduğu bina önünde toplanan bazı gruplar tarafından nefret içerikli fiziki ve sözel şiddet gerçekleştirildi.
Ayrıca, soruşturma kapsamında Leman Dergisi yöneticisi ve çalışanı dört kişi (çizimi yapan karikatürist, derginin sorumlu yazı işleri müdürü, müessese müdürü ve grafikeri) evlerine baskın yapılarak, fiziki şiddet ve ters kelepçe uygulanarak gözaltına alınıp, tutuklandı. Derginin ilgili sayısı hakkında da toplatma kararı verildi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) açıklamasındaki aşağıdaki kısım Leman Dergisine yönelik sürece ilişkin insan hakları prensiplerini net bir biçimde ortaya koyuyor:
“Türkiye’nin en popüler ve tanınan mizah dergisinin yönetici ve çalışanları olmasına, davet edilmeleri halinde usulüne uygun şekilde ifade vermeye gidecek olmasına karşın evlerine baskın yapılarak yaka paça, hatta yalın ayak bir şekilde, yüz üstü yere yatırılıp ters kelepçe uygulanarak gözaltına alınmaları da hiçbir şekilde kabul edilmez. Çünkü, tüm bu fiiller silsilesi de işkence ve diğer kötü muamele uygulamak yoluyla ifade özgürlüğünün özünü ilga etmektir. Ancak daha da vahim olanı, gözaltına alma işlemi sırasında kişilere ters kelepçe uygulanarak yapılan işkence ve diğer kötü muamelenin taammüden görüntülerinin alınması ve yetkililer tarafından kamuoyuna servis edilmesidir.”
Bu olayda temel mesele, TİHV’in yanı sıra Türk Tabipleri Birliği (TTB), Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) olarak bizim de altını çizdiğimiz gibi: İşkence her koşul altında ve mutlak yasaktır.
İşkence ve kötü muameleyle ilgili durum, ülkemizdeki insan hakları alanındaki gerilemeye paralel bir seyir izliyor. Dünya İşkence Karşıtı Örgütü’nün (OMCT) 26 Haziran İşkence Mağdurlarıyla Dayanışma Günü vesilesiyle yayımladığı Küresel İşkence Endeksi’ne göre Türkiye, işkence açısından yüksek riskli ülkeler kategorisinde yer alıyor.
Yüksek riskli ülkeler, insan haklarına riayet ve işkenceye karşı güvencelerin uygulanması bakımından ciddi eksikliklerin olduğu yerler olarak tanımlanıyor. Bu kategoride yer alan diğer bazı diğer ülkeler şöyle: Pakistan, Hindistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kolombiya, Meksika, Endonezya, Malezya ve Filipinler.
Esasen, OMCT’nin Küresel Endeksi İHD, TİHV, TTB ve bu alanda sahada çalışan diğer insan hakları örgütlerinin raporlarıyla da uyumlu.
Leman Dergisi süreciyle ilgili gözden kaçmaması gereken bir diğer olay ise Aslı Aydemir hocanın gözaltına alınıp tutuklanmasıdır.
Basın ve ifade özgürlüğü
Geçen haftadan bu yana gündemde olan bir diğer konu ise Halk TV ve Sözcü TV’nin ekranlarının 8 Temmuz itibariyle 10 gün boyunca karartılacak olmasıdır.
Halk TV hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararı, maalesef ihlali tamamen kaldırmıyor. Diğer hak ihlalleri alanlarında olduğu gibi, basın özgürlüğü açısından da ülkemizdeki durum pek iç açıcı değil.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2025 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 159. sıraya gerileyerek, tüm dünyada basın özgürlüğü durumunun en ağır olduğu 22 ülke arasında yer aldı.
Siyasi saiklerle gerçekleştirilen operasyonlar sürece katkı sunmaz
Geçtiğimiz Cumartesi sabahı CHP’li belediyelere yönelik yeni bir gözaltı dalgası yaşandı. CHP’li Adana, Adıyaman ve Antalya belediye başkanları gözaltına alındı. Sonrasında Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek tutuklandı ve görevinden uzaklaştırıldı. Ayrıca, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve 156 kişi hakkında da gözaltı kararı verilmiş; Soyer dahil 60 kişi tutuklanmıştı.
Yolsuzluk iddiasıyla gerçekleştirilen bu siyasi operasyonlar seçilmişleri hedef alıyor. Siyasi saiklerle yapılan bu operasyonların ve yol açtıkları hak ihlallerinin, Kürt sorununa dair yürütülen çözüm sürecini tehlikeye sokma riski taşıdığını belirtmek gerekiyor.
Esasen, bu riski sadece insan hakları hareketi değil, sürecin temel aktörlerinden DEM Parti de görüyor. Bu bağlamda, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ziyaretinin ardından yaptığı açıklama kayda değer. Hatimoğlulları, basın toplantısında, Kürt sorununa ilişkin barış umudunun yeşermesine yönelik adımların atıldığı bir dönemde CHP’li belediyelere yönelik bu tür operasyonların toplumda soru işaretlerine yol açtığına ve bu nedenle toplumsal barışa katkı sunmadığına dikkat çekiyor. Bu konudaki görüşünü de muhtemelen toplumla buluştukları yerlerde kendilerine yöneltilen sorularla ifade ediyor: “Türkiye toplumu ile barış böyle mi sağlanır, demokrasi böyle mi kurulur, böyle mi demokratikleşme olacak?”
Siyasetin alanının daralmasının bir diğer örneği de CHP lideri Özgür Özel’e yönelik soruşturma oldu. Siyasetin alanının daralması, kürsü dokunulmazlığı bulunan siyasetçilere yönelik soruşturmalar açılması, ifade özgürlüğünün alanını daraltma riski taşır.
Esasen, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve siyaset yapma özgürlüğünün olmadığı koşullarda, keyfi gözaltı ve tutuklamaların yaşanması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali neredeyse kaçınılmaz bir sonuçtur.
Tüm bu insan hakları ihlalleri ise, Tülay Hatimoğulları’ının çok yerinde bir biçimde dikkat çektiği gibi, barışın toplumsallaşmasının önünde engel teşkil eder. Bu engelleri kaldıracak olan, insan haklarının korunmasıdır.
Barış, sürecin toplumsallaşmasıyla sağlanır
Sürecin toplumsallaşması, insan haklarının korunması ve geliştirilmesiyle mümkündür. Bu toplumsallaşmayı sağlayacak olan ise, daha özgür bir konuşma ortamı ile insan hakları ve özgürlükleri alanının genişletilmesidir.
İnsan hakları savunucuları olarak barış düşlememizin, talep etmemizin ve barış için mücadele etmemizin nedeni şu: Barışın olduğu ortamlarda insan hakları ihlalleri azalır. Öte yandan, şu gerçeği de çok iyi biliyoruz: İnsan hakları ihlallerinin azalması da kalıcı barışın inşasını mümkün kılar. İnsan hakları savunucuları olarak barış düşümüzün peşindeyiz. Bu düşü gerçekleştirmek için, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi çabamızı artırmalıyız.
Son söz yerine
Bu yazıda değindiğim ihlaller, bu koşullarda bir barış sürecinin mümkün olmadığına ilişkin bir görüş değil. Aksine, bu ihlallerin, başta Kürt meselesi olmak üzere tüm alanlarda barışa olan ihtiyacı ortaya koyduğuna ilişkindir.
Yaşanan ihlallerin ardından zihnimde dönüp duran temel formül şu: İnsan hakları savunucuları olarak, ihlallere son vermek ve barış için daha fazla mücadele etmeliyiz, süreçte daha aktif rol almak zorundayız.

Barışın türküsünü yazma zamanı – I
(Oİ/VC)








