İsviçre'nin nezih kasabası Nyon'da düzenlenen uluslararası belgesel festivali Visions du Réel, filmlerin gösterildiği muhtelif salonlar arasında malum koşuşturmayla geçti. İlkbaharın iddialı habercilerinden mor salkımların daha yeni açmış olması iklimdeki çalkalanmayı teyit ederken Leman gölünün karşı yakasında Fransa Alplerindeki kar örtüsü manzaranın ihtişamını taçlandırıyordu.
Köklü festivalde belgesellerin kurmacayla flörtünün dörtnala koştuğu verilen ödüllerle de kesinleşmiş oldu.
Bu arada Nyon'un sokakları ve meydanlarının stratejik noktalarına yerleştirilmiş reklam panolarında hakikatin mühim temsilcilerinden biri olarak fotoğrafın da rötuşlanmak suretiyle kurmacaya epey yaklaşabildiği ayrıca teyit ediliyor gibiydi. Duyurulmakta olan Nicolas Righetti imzalı "Superdoğan" başlıklı fotoğraf sergisi, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın bilhassa seçim propagandalarında kullanılmış fotoğraflarından oluşuyor, öznenin gerçek görüntüsünden çok daha genç sanılabileceği, kırışıklardan mümkün olduğunca arındırılmış, adeta cilalı portreler tercih edildiği hemen dikkat çekiyordu.
Sanatçının siyasi liderin fotoğrafını çekmek gibi bir niyeti olmadığı, sadece ilgili kişiler tarafından şekillendirilmiş imajı ve kitleler üzerindeki tesiriyle alakadar olduğu kesindi. Bir fotoğrafta bazılarının yakışıklı bulduğu Hollywood yıldızı Kevin Spacey'nin havası yok muydu?
Seçimler geçip gittiğinde, muhteşem propaganda malzemesi ortalığa saçılıp parçalanırken, rüzgârla savrulup yerlerde sürüklenirken ihtimamla görüntülenmiş ve bu sayede ölümsüzleştirilmiş kişiye (ve ayrıca çevreye) hürmette kusur edilmiyor muydu?
Righetti'nin aynı başlıkla yayımlanmış iddialı kitabında da bu tezat zaten teferruatlı şekilde yansıtılıyordu...
Festivalin ödüllülerinden bazıları
Visions du Réel'in öne çıkan yarışmalarından Burning Light klasmanında ödül sanal dünyada geçen bir filme verildi. İnternet dünyasındaki oyuna dalan genç sinemacılar Ekiem Barbier, Guilhem Causse ve Quentin L'helgoualc'h avatarlara dönüşerek 963 saatlerini orada geçirmişler; bu sayede tüm oynayanlar gibi korkularını, hayallerini dışa vurmuş oldular. Bir hayatta kalma macerasının içinde şiddetle karşılaştılar, sanal olsa da seyircinin bu alandaki tahammül sınırlarını zorladılar, aynı zamanda siyasi manada duruşlarını dışa vurmayı da ihmal etmediler. Nispeten eski sayılabilecek oyunda tabiatın ve insanın canladırılma estetiği de esas hallerine göre rahatsız edici boyutlarda olsa bile "Knit's Island" adlı film FIPRESCI'nin de ödül vermeye layık gördüğü belgesel oldu.
Belgesel ile kurmaca arasındaki çizginin belirsizleştiğine dair garip bir hisse kapıldığımız bir diğer film "This Woman" oldu. Festivalde muhtelif ödüllerle başarısı taçlandırılan Alan Zhang imzalı filmde allak bullak olmuş Çin coğrafyasında bir kadının yolunda emin adımlarla ilerleyişine şahit olurken oryantalist bir bakış açısıyla, cinselliğini kameradan çekinmeden yaşaması, bilhassa muhafazakâr bir toplumun temsilcisi olduğu düşünüldüğünde çarpıcıydı. Para ve emlakla rahatlıkla baş eden kahramanın erkeklerle münasebetlerinde sık sık hayal kırıklığına uğraması, duygularını samimiyetle dışa vurması ve bilhassa hayat enerjisi seyirciyi büyüledi; salonda alkışlar hararetliydi. Yönetmen Zhang'ın oyuncaklı senaryosu sayesinde "This Woman"ı izlemek gayet eğlenceli bir tecrübeye dönüştü, film kendine has numaralarla geleneksel belgesel çizgisinin ötesine geçti.
Nyon'da seyirci ödülü klasmanında yarışanlar arasında "Pianoforte" festivalin kazananı oldu.
Piyano çalma hususunda istikbalin yıldızları sayılan genç yetenekler Polonya'nın prestijli Uluslararası Chopin Piyano Yarışmasında yer alırken enerjileri perdeden taşıyor, onlara yön veren öğretmenlerinin bilgeliği bilhassa o yaşlarda ihtiyaç duyulabileceklere birebir karşılık veriyor. Batı medeniyetinin "cici" ve "nezih" dünyasından aslında çok bildik bir mevzuyu zarafetle işlemeyi başaran yönetmen Jakub Piątek muhteşem bir montajla filme gayet müzikal bir ritm kazandırıyor, kahramanlarının hayatında çok mühim manası olan anları yakalarken bir klasik müzik ziyafetine de seyirciyi cömertçe dahil etmiş oluyor.
Coğrafya büyüler!
Seyrettiklerimin arasında, festivalde geleneksel belgesel sinema sanatı açısından açık ara favorim "El Eco" adlı kırsal coğrafya güzellemesiydi. Berlinale'den ödüllü, Tatiana Huezo imzalı eser, yalnız fotoğraf direktörlüğüyle seyirciyi büyülemekle kalmadı, kırsal kesimde yaşamanın sihirli yanları kadar değişmekte olan bir toplumun acılarına da dahil etti. Meksika'nın ücra köşelerinin birinde hayvancılıkla uğraşan, geniş ailelerden müteşekkil El Eco köylüleri arasında en çok çocuklar ve ergenlikle beraber isyan duyguları tetiklenmiş gençler, gayet şefkatli kameranın zarif hedefi haline geliyor.
Huezo bizi sanki asla terk etmek istemediğimiz bir masal dünyasına götürüyor ve tüm zorluklarına rağmen doğayla uyumlu ve iç içe yaşamanın lüksünü layıkıyla hatırlatıyor.
Büyüleyici bir diğer coğrafyada, çölde geçen "Borj el Mechkouk" adlı kısa ve mütevazı film bizi Fas'ın Errachidia bölgesine taşıyor. Çok yönlü sanatçı Driss Aroussi'nin yönetmenliğini kotardığı şirin belgeselin iki kahramanı var: Biri çölde su arama görevi edinmiş bir adam, diğeri onun küçük arabasını çeken tatlı bir merkep. Tarım için sonuna kadar sömürülmüş yer altı su kaynakları iklim değişikliğiyle iyice kuruduğundan kahramanlarımızın işi çok zor. Çöl manzaralarının muhteşem fonunda ritmimizi düşürerek fabl benzeri bir anlatıma dahil olurken "medeniyet"ten uzak olmanın konforuna kavuşuyoruz. Yönetmen genel manada pesimist bir neticeye ulaşsa da kültürel referanslardan mahrum bırakmadığı belgeseliyle seyirciyi mutlaka tatmin ediyor.
Afrika coğrafyasında ise Uganda'ya gayet hızlı bir pike yapıp çekirgelerle empati kurmaya çalışıyoruz. Genelde tarım alanlarını talan etmeleriyle tanınan bu ilginç yaratıklar "Grasshoper Republic" adlı belgeselde insanın kurbanı olup geceleri çok güçlü ışık kaynaklarıyla hazırlanan tuzaklara kanıyor ve milyonlarcası ölüme kendilerini balıklama atmış oluyorlar. Boyut olarak bana okyanuslardaki sardalya avlarını hatırlatan vahşi dinamik, böceklerin insanları besleme kapasitesinin geniş çapta anlaşılmasıyla yakında onların da yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduklarını hissettiriyor.
Her ne kadar yüksek bütçeli ve ticari belgesel şablonuna takılı kalsa da Daniel McCabe'nin birbirinden enteresan detayı genel dokuya işleyerek ortaya çıkardığı cilalı sonuç, gezegendeki can pazarlarından birini afişe etme misyonunu layıkıyla yerine getirmiş oluyor.
Kuir gençlik dağıtırken...
Çin'in 20 milyonu aşan nüfusuyla en kalabalık dördüncü şehri Çengdu'da kuir gençliğin sevdiği bar Funky Town yakında kapanacaktır. Yeni bir metro istasyonunun inşası için yok edilecek barın etrafındaki inşaat gürültüsü tüm mıntıkayı çoktan cehenneme çevirmiş vaziyettedir.
Fakat alkol ve muhtelif maddelerle çılgınlıklarını sürdürmeye endeksli gençler için ölümüne yaşadıkları dinamikler silsilesinin yanında gürültünün pek bir önemi kalmamış gibidir. "The Last Year of Darkness" adlı belgeselde yönetmen Ben Mullinkosson kahramanlarıyla mutlaka empati kurduğunu hissettirirken bizi eğlencelere, partilere, muhtelif drag gösterilerine dahil ediyor; kahramanlarının aynı zamanda hassas ve kırılgan evrenini hoyratça teşhir etmekten de geri durmuyor.
Ne de olsa istikbalden pek ümitli olmayan, intihara meyilli bir jenerasyondan bahsediyoruz; Çin gibi tutucu bir toplumda Batı klişeleriyle bezeli hür bir hayat sürdürmek sevdası ortaya adeta kayıp bir jenerasyon çıkarmış, genç sinemacı Mullinkosson da bunu karabasan gibi belgeseliyle gün yüzüne çıkarmış, daha ne!
Festivalin ödülleri hakkında teferruatlı malumata buradan ulaşabilirsiniz.
(MT/AÖ)