Her an belirsizlik içinde, her zaman tehdit altında, daima tehlikeyle iç içe bir hayat sürdürmenin, azınlıklara has tedirginlikle coğrafyada tutunmanın ağır bedeli sesindeki endişede vücut buluyor…
Farklı etnik ve dinî özelliklere sahip halkların daha önce barış içinde, belirli bir ahenkle yaşadığı diyarların birindeyiz…
Milliyetçiliğin var olmadığı veya toplumlar için mühim yer tutmadığı, bölgeler arasında sınırların çizilmemiş olduğu İmparatorluk misali eski Sovyetler Birliği coğrafyası, kısa zamanda bilumum kangrenli yaralara mı dönüştü?
Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki son savaş sonucunda 2020’den itibaren Azerbaycan toprağı sayılır hale gelmiş geniş bir vadiden ve etrafındaki dağlık bölgeden bahsediyoruz.
Oraları hâlâ terk etmemiş Ermeni erkek, bölgeye otuz sene önce Azerbaycan topraklarından bir sığınmacı olarak gelip yerleştiğini belirtiyor.
Şimdi yeni bir sürgüne tabi tutulma korkusuyla istikbaline şekil verememekten, tepedekilerin kavgası yüzünden bir kez daha ezilmekten muzdarip.
Hudut bölgesi olmasından dolayı derin bir güvensizlik içinde, paranoyaları besleyen dinamiklerle yoğrulmuş, neredeyse akıl sağlığını korumakta zorlanan hassas bir ruh…
Gitmek de zor, kalmak da
İsviçre’nin Nyon kasabasında bu sene 54. kez düzenlenmiş olan belgesel festivali Visions du Réel’in Burning Lights yarışmasında yer alan filmlerden Landshaft’ın adını Türkçe’ye manzara kelimesiyle tercüme etmek yetersiz kalıyor.
Yönetmen Daniel Kötter gönülden bağlandığı meselenin belgeselini çekerken filmin senaryosunu, fotoğraf direktörlüğünü ve montajını da üstleniyor.
2023 Almanya-Ermenistan ortak yapımı 97 dakikalık belgesel seyirciye coğrafyanın muhteşemliğini cömertçe sunduğu kadar yaşananların kasvetini de gereğince aksettiriyor.
Uçsuz bucaksız hissini verse de, bozkır özellikleri taşıyan vadinin ulu dağlarla kuşatıldığını görüyor, tepelerdeki tehlikenin insanların üzerlerinde kolaylıkla tahakküm kurduğuna şahit oluyoruz. Coğrafyanın, oralarda yaşayanların ruh hallerini nasıl şekillendirdiğine, jeopolitik olarak onları adeta rehin almış olduğuna ikna oluyoruz.
Eskiden çok daha aktif olan ve orada yaşayan herkesin geçimini sağladığı maden ocaklarının coğrafyadaki belirleyiciliği azalırken bu çorak kırsal bölgede patates yetiştiriciliğinin yetersizliği de yüzümüze çarpılıyor.
Doğu Ermenistan’da, Sevan gölü ile Sotk altın madeni arasında mekik dokuyan solgun renkli, Lada marka şirin bir otomobil bize rehberlik ederken, ejderhaya benzer yük trenleri vadiyi ağır ağır katetmek suretiyle hipnotik varlıklara dönüşüyor.
Koyun sürüsü
Filmde Ermeniler’in Azerbaycanlılar’a Türk dediğini idrak ediyor, eskiden birbirlerine kirvelik müessesesini layık görecek kadar güvenenlerin siyasi nedenlerle düşman haline getirildiklerini anlıyoruz.
Dostluğun yerini yağmanın, vahşetin, intikam duygularının aldığına ikna olurken, Azerbaycan ordusunda Türkiye’nin tedarik ettiği insansız hava araçları sayesinde cengâverliğin yerine steril savaş taktiklerinin tercih edildiği ve bu sayede “başarı”ya erişildiği hissine de kapılıyoruz. Rusya’nın bölgedeki bekçiliği sürerken aslında mühim kararlara dair iktidarını da kaybetmediğini bir kez daha anlıyoruz.
Filmin argümanı meseleye çözüm bulmak değil asla. Tam tersine sorulan bazı suallere cevap bile verilmiyor, zaman mevhumu sanki bir ileriye, bir geriye taşınarak coğrafyanın zamansız mekân özelliğine parmak basılıyor; seyirci sanki uyanılması imkânsız bir uykuda görülmekte olan çok tatsız bir rüya âlemine sürükleniyor.
Yönetmen grinin muhtelif tonlarına seyirciyi doyururken muhtelif numaralara başvurmaya gerek duymadan film boyunca coğrafyaya hâkim olan duyguya ihanet etmiyor; ağır bulut örtüsünün filtrelediği ideal ışığı alaca karanlık limitine kadar zorlayarak harikalar yaratıyor.
Landshaft’ın benim için zirve sekansında, filmin kahramanlarından koyun sürüsünün güneş battıktan epey sonra ahıra dönerken çirkin beton bloklara karışan görüntüsü, kapkara yerleşim merkezinin yeni yanmış sokak lambalarının asla parlamayacak gibi duran sönüklüğü unutulmazdı.
Belgesel bittiğinde de zaten hafızalarda çınlayan kalabalık sürüdeki koyun ve bilhassa kuzuların melemeleri, güdülmeye ve grup halinde hareket etmeye alışmış toplulukların zayıflığının ve çaresizliğinin birebir tezahürü gibiydi!
(MT/EMK)