13.6.1952 kabul tarihli 5953 sayılı "Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun" 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, Milli Birlik Komitesi tarafından 4 Ocak 1961 kabul tarihli 212 sayılı yasa ile değiştirildi.
Bu yüzden Basın İş Yasası veya "212 sayılı Yasa" olarak biliniyor. 212 sayılı Yasa kabul edilince, gazete işverenleri gazetecilere çok fazla hak verildiği gerekçesiyle isyan ettiler ve 10 Ocak 1961 günü gazetelerini üç gün süreyle yayınlamama kararı aldılar.
Buna karşılık gazetecilerde "Basın" adlı bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Bu yüzden 10 Ocak 1961 tarihi, gazetecilerin mücadele günü olarak kabul edilen önemli bir tarihtir.
Neden herkes gazetecileri koruma alışkanlıklarını yitirdi? Niçin gazetecilere karşı yapılanlara karşı örgütlenerek mücadele etmekten vazgeçenler çoğunluk oldu? Gazeteciler neden kendi meslektaşlarının gözünü oyarak ve onların üstüne basarak gazetecilik yapmayı seçti?
Gazetecilik mesleğini hiçe sayanlar; hapse atılan ve mahkûm olan gazeteciler ile haksız yere tutuklu tutulan, hükümet ve patron işbirliği ile atılan ve işsiz kalan gazeteci meslektaşları ardından suskunluğu seçenlerdir. 10 Ocak gazetecilerin mücadele günü... Kutlayalım mı, yas mı tutalım?
UNESCO'nun isteği üzerine özel bir Uluslararası Komisyon tarafından hazırlanan ve 1980'de Kasım ayında kabul edilen "Macbride Raporu" olarak bilinen "Bir Çok Ses Tek bir Dünya" / "İletişim ve Toplum-Bugün ve Yarın" başlıklı Rapor, otuz yılı aşan geçmişiyle güncelliğini koruyor. İşte Raporun Beşinci Bölümünde, "Gazetecilerin Hak ve Sorumlulukları" başlığı altındaki "Habere Ulaşma" hakkı ve basın özgürlüğü hakkındaki aşağıdaki bölüm günümüzde güncelliğini koruyor...
"Gazeteciler haberi engellenmeden araştırma, güvenli ve etkili bir biçimde iletme hakkını talep ederler. Bazı gazeteciler çalıştırıldıkları görev, editörlük, sütun yazarlığı ya da yorumculuk olduğu zaman görüşlerini özgürce anlatabilme hakkını da talep ederler. Bu, bir yandan haberleşme ve anlatım özgürlüğü, öte yandan da kamunun - okuyucu ve dinleyicilerin - her yurttaşa ait ama pratikte gazetecilerin özgürlüğüne bağlanmış her farklı görüşü dinleme ve haberdar olma hakkına ilişkin bir sorundur.
Kuşkusuz, haberi arama ve bildirme ve görüşleri anlatabilme hakkı herkes tarafından kullanılabilmelidir. Fakat gazeteciler görevlerini etkili biçimde yapabilmek için ve bu nedenle temel bir koşul olarak bu haklardan yararlanmalıdırlar; yetkililer tarafından gelen sınırlamalara karşı özellikle duyarlıdırlar. Bu yüzden kendileri istesinler ya da istemesinler çoğu kez özgürlüğü savunan kimseler arasında en ön safta bulunurlar.
En geniş anlamında basın özgürlüğü, bir insan hakkı olarak kabul edilen, her yurttaşın anlatım özgürlüğünün ortak biçimde genişletilmesi anlamına gelir. Demokratik toplumlar halk egemenliği kavramına dayanmaktadır. Halkın genel iradesi ise bilgili bir kamuoyu tarafından belirlenmektedir. Kamunun bu bilme hakkı, meslekteki gazetecilerin, yazar ve yapımcıların yalnızca birer koruyucusu oldukları iletişim araçlarının özgürlüğünün özünü oluşturur. Basın özgürlüğünün yoksunluğu öteki özgürlükleri kısıtlar.
Basın dördüncü kuvvet olarak tanımlanmaktadır, çünkü halkın olup bitenler hakkında tam ve doğru biçimde bilgilendirilmesi hükümetler, kurumlar, örgütler ve her düzeydeki yetkililerin halka karşı ve halk tarafından denetlenmesini sağlayan bir araçtır.
Bununla birlikte yetkili kimseler, sık sık kendilerine karşı kamuoyu oluşturması olası olan ya da işlerine gelmeyen şeyleri gizleme eğilimindedirler. Kişinin habere ulaşması reddedilir, açık ya da gizli sansür uygulanır, yanlış yola yöneltmek için resmi sözcüler tarafından kasıtlı girişimler yapılır.
Yasa ve tüzüklerin içinde kutsal olarak kabul görmüş yüce ilkelere karşın pek çok ülkede gazeteciler gerçeği söyleme konusunda özgür değildirler. (...)
Otoritelerin ya da güçlü grupların hoşuna gitmeyen gazeteciler rahatsız edilmekte ve sindirilmektedir. Korku havası da üstü örtülü bir biçimde oto sansüre yol açmaktadır. Bu eğilimlerin hiç biri kabul edilemez ve bunlara karşı çıkılmalıdır. Gerçeğin pek çok algılanma biçimi bulunabilir. Bununla birlikte, karmaşık ve çoğulcu dünyamızda insanların gereksinimi olan daha bütünsel ve tam bir gerçeğe ulaşabilmek için farklı olma hakkı da dâhil olmak üzere araştırma ve anlatım hakkı gereklidir.
Her haber organı ve her haberleşme sisteminin değeri güvenilirlikleri ile ölçülür.
Halkı ilgilendiren olguların etkili bir biçimde izlenmesi ve açıklanması, bir gazetecinin mesleki yeteneklerini gösteren ölçütlerdir. Gazetecinin araştırmacı rolü tüm yetkililerin eylemlerini soruşturup incelemek ve iktidarın kötüye kullanıldığı, yetersiz kaldığı, yolsuzluk ya da başka sapmaların bulunduğu durumlarda bunları açıklamaktır. Bürokratik kötü idare ve yolsuzlukla ilgili konuları araştırıp, yayımlamak konusunda gazetecinin gücünün, sahtekârlık ve bilgisizliğin bulunduğu her yerde, bunların tüm sistemi bozmasına, bundan doğacak haksızlıklara engel olunmasında en etkili yollardan biri olarak, özel bir önemi bulunmaktadır.
İktidarda olanlar bu nedenle resmi haberlerin ya da normal yollarla ulaşılabilen haberlerin ötesindeki olguların araştırılmasına sık sık karşı çıkarlar; üstelik incelemeye yönelen gazetecinin patronu da çoğu zaman elamanını korumak ya da savunmak konusunda aşırı bir duyarlılık göstermez. Tüm bu düşünceler ve de gazete sahiplerince getirilen sınırlamalar değişik ülkelerde gazetecilik mesleğinin gerçek bir bunalım içinde bulunduğunu göstermektedir. Bu da dürüst gazetecilerin mesleği bırakmaları ve genç yeteneklerin bu mesleğe girmemeye karar vermeleri gibi yeni bir durum ortaya çıkarabilir." ( UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yayını. Ankara 1993.s.260-261)
Özgürlük ve demokrasi mücadelesine olan katkıları nedeniyle "Dördüncü Güç" olarak anılan medyanın, günümüz kapitalist sistemi içinde "devlet-sermaye-medya" üçgeninde nasıl bir yeri olduğunu yeniden keşfetmeye gerek yoktur.
Globalleşen dünyada, yeniden tasarlanan ve kurulan "devlet-sermaye-medya" ilişkilerine göre medyanın toplumla olan ilişkisi, devletin ve daha çok, büyük sermayenin halkla ilişkilerini yürüten güce dönüşmüştür.
Bu yüzden çokuluslu şirketlerin gizli veya açık çıkarlarının korunması için, önemli bir güç olan gazeteciliğin ticari şirketler tarafından teslim alınması süreci tamamlanmıştır veya tamamlanmak üzeredir.
Gazeteciler mücadele günlerinden vazgeçiyorlar.
10 Ocak gazetecilerin mücadele günü adına; sermayenin ve "güçlerin medyası" olmaktan vazgeçip, basının yeniden dördüncü güç olması çok mu zor? (Fİ/EÖ)