bianet Sungur Savran ve Gençay Gürsoy ile YÖK’ün kuruluş döneminde yaşanan baskıları ve tüm tepkilere rağmen YÖK’ün 32 yıldır varolmasını konuştu.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tutuklu öğrenciler, disiplin soruşturmaları, akademik özgürlüğe yönelik baskılar, “reform” olarak ortaya sürülen ancak üniversite bileşenlerinin “üniversiteyi ticarileştireceği” kaygılarını dile getirdiği yeni yasa tasarısı tartışmalarıyla 32. yılına giriyor. Üniversite öğrencileri YÖK’ün kapatılması talepleriyle bugün yine alanlarda olacak.
1980 darbesinin ardından 6 Kasım 1981’deY ÖK kurulduktan kısa süre sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunuyla özellikle sol görüşlü 71 üniversite personeli görevlerinden uzaklaştırıldı. Bu kanuna ve YÖK’e tepki gösteren bazı akademisyenler istifa etti.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yardımcı doçentken profesörlerin sıkıyönetim kararıyla işten çıkarılması üzerine 1983 yılında istifa eden Sungur Savran, YÖK’ün şimdiye dek kalıcı olmasının üniversite içinde ve dışındaki nedenlerine işaret etti.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1983 yılında 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’na dayanılarak “bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmamak üzere” görevinden uzaklaştırılan ve 1990’da Danıştay kararı ile kaybedilmiş haklarını geri alarak görevine dönen Gençay Gürsoy da iktidarların YÖK’ü değiştirme vaatlerinin karşılıksız kaldığını anlattı.
Her ikisi de Gezi Direnişine atıfta bulunarak, öğrenci hareketinin YÖK’ün kalıcılığının önüne geçebileceğini vurguladı.
Savran: YÖK'ü ve sıkıyönetimi protesto ettik
Savran, üniversitedeki görevinden ayrılma sürecini şöyle anlatıyor:
“YÖK kabul edilir edilmez ayrılan arkadaşlarımız oldu, ben öyle yapmadım. 1983’te bizim iktisat fakültesinde Marksistlerden oluşan bölümümüz 1402'lik denen süreçte, sıkıyönetim kararıyla darmadağın edildiği zaman, daha genç olan kadro protesto için istifa ettik.
“Bu, YÖK’e de, sıkı yönetimin profesörleri bir saman kağıdıyla görevden almasına da bir protestoydu.”
Daha sonra üniversiteye geri dönmemesinin politik hayatıyla ilgisi olduğunu belirten Savran, “Üniversitede çalışılmaz diye düşünmüyorum” cümlesini şöyle devam ettiriyor:
“Ama üniversitenin içinde üniversiteyi baştan aşağı değiştirmek, devrimci bir şekilde altüst etmek üzere.”
“YÖK kalıcı oldu, çünkü…”
Savran, YÖK’ün kalıcı olmasının nedenlerini iki maddeyle açıklıyor; 12 Eylül’ün kurduğu düzenin benimsenmesi ve üniversite içinden gelen destek.
“Kalıcı olması, 12 Eylül’ün kurduğu düzenin daha sonraki bütün düzen politikacıları, sözde demokrat politikacılar tarafından nasıl benimsendiğini ve Türkiye burjuvasinin tüm kanatlarıyla birlikte 12 Eylül’ün solu bastırmaya, işçi sınıfına saldırıya yaslanan politikasını nasıl kucakladığını gösteriyor.”
İkinci nokta olarak da üniversite içinden gelen desteğe dikkat çeken Savran “YÖK’ün bugüne dek gelmiş olmasında üniversite öğretim üyelerinin kendisini daha çağdaş, demokrat, sol vesaire sunanların katkısı büyüktür” diyor.
“Ağacın kurdu kendinden olur misali, üniversitenin kendi içinden, proletaryaya karşıt olarak profesörya dediğim katmanlar arasında 2 ters ama ikisi de vahim eğilim doğdu.
“Bunlardan ilki, askerlerin arkasına düşüp Anıtkabir'e yürümeye gidecek kadar YÖK’ün karşısında olduğunu iddia eden sözde solcu insanların bile katıldığı, tamamen düzenin destekçisi olan kanattı. 2000’lerin ortasında ordu aracılığıyla Türkiye’yi kurtarmaya çalıştılar.
“Diğer eğilim de AKP iktidara gelir gelmez ondan demokrasi bekleyip YÖK’e karşı onunla mücadele etmek gibi akıllara şaşkınlık verecek bir yaklaşım içinde olanlar oldu. AKP’nin YÖK’ü ele geçirmesiyle birlikte ikinci kanat da boşa çıktı.”
Savran, üniversite içinden YÖK’e desteğin nedeni olarak da üniversitelerin ticarileşmesine dikkat çekiyor:
“YÖK’ün tüm devletçiliğine rağmen zaman içinde üniversite ticarileşti, faaliyetlerinin bir kısmı özelleştirildi, bu profesörler de bundan nemalanmaktadırlar. Kişisel kanatim budur.”
“Geziyle durum değişti”
Savran, YÖK’ün geleceği konusunda Gezi ve ODTÜ direnişlerine dikkat çekiyor:
“Şimdiye dek yaşadı ama Gezi Parkının adıyla anılan büyük halk isyanı bu durumu değiştirdi.
“Öğrenci kitlesinin çok yaygın şekilde siyasi olarak gözü açıldı. ODTÜ her ne kadar şimdilik çevreden destek alamamış olsa bile, muazzam ümit veren mücadele.
“Ben üniversite öğrencilerin uygun ortamı bulduğunda çok ciddi mücadeleye girişeceklerini, 68 kuşağı gibi yeni bir kuşağın yetişeceğini düşünüyorum. Üniversite emekçileriyle ve genel olarak işçi sınıfıyla birleşirse bu mücadele başarıya kavuşacaktır.”
Gürsoy: Üniversiteleri fail gördüler
Gürsoy, üniversitelerin 1980’den ve YÖK’den önce de çok demokratik, özerk yapılar olmadığını ancak 1970 sonrası kendi içinde bir yenilenme sürecine girdiğine dikkat çekiyor, darbe ve YÖK’ün bu süreci baltaladığını vurguluyor.
“1970 sonrası İstanbul Üniversitesi’nde, Ankara Siyasal’da öğretim üyelerinin öğrenciler ile birlikte ‘Daha özerk, daha demokratik bir üniversite nasıl olur?’ sorusunu tartıştığını biliyorum.
“1980’le birlikte her türlü eylemin sorumlusu, askerlerin tabiriyle ‘memleketi uçuruma sürükleyen gelişmelerin faili’ olarak üniversiteler gösterildi. Üniversitedeki kendini yenileme süreci de çok sağlıklı bir şekilde gelişme imkanı varken baltalandı.”
YÖK’ün üniversiteleri “anarşik hareketlerin kaynağı” olarak ele alan bir anlayışla dizayn edildiğini söyleyen Gürsoy, “Otoriter, monolitik, tek tip insan yetiştirme anlayışıyla gerek tedrisat gerek yönetim modeli geliştirildi” diyor.
“Üniversitenin ilk temizlik hareketi”
Gürsoy, YÖK’ün kurulmasından bir süre sonra kendisinin de aralarında bulunduğu akademisyenlerin işten çıkarılmasını ise “üniversitenin ilk temizlik hareketi” olarak yorumluyor.
“O dönemde ‘Bu uzaklaştırmaların kaynağı YÖK değildir, her üniversite kendi içinde ihbar mekanizmalarını işleterek bu listeyi oluşturdu’ dendi. Bizim kendi araştırmalarımızda özellikle Ankara’daki meslektaşlarımızın üniversiteden atılmasında o zamanın YÖK başkanı olan İhsan Doğramacı’nın doğrudan doğruya rolü olduğu kanıtlandı.
“Ama üniversite içinden de darbecilerle işbirliği yapan ve demokratik, sol eğilimli öğretim üyelerini üniversiteden uzaklaştırma isteğindekilerin ortak gayret gösterildiği kesin.”
“AKP, YÖK’ü kontrolüne alınca değişimi unuttu”
Gürsoy, kuruluşundan itibaren yapılan yasal ve yönetmelik değişikliklere rağmen YÖK’ün “hiyerarşik, monolitik yapısının bugüne dek değişmediğini” vurguluyor:
“İlk dönemden çok daha desantralize bir işleyişi mubah görebilen bir yapı mevcut ama hala kürsülerin bağımsız iş yapması, bilimsel araştırma yapmak konularında çeşitli sınırlanmalar var.
“Gelmiş geçmiş tüm iktidarların değiştirip kaldıracağını ifade ettikleri kurumların başında YÖK gelirdi. AKP hükümetinin programına da girdi bu. Ancak YÖK’ü dönüştürüp kendi kontrolüne aldıktan sonra değiştirmenin lafını bile ağzına almıyor.”
Gürsoy, konuşmasını Gezi Direnişine vurgu yaparak bitiriyor:
“Bunlara rağmen özellikle son dönemde yaşadığımız gezi direnişi bu yapıların en azından yakın gelecekte olmasa bile uzun vadede Türkiye’de var olamayacağı ümidini taşımamıza yol açıyor." (BK)
* Eylem fotoğrafları: Beyza Kural / İstanbul'daki YÖK protestoları / bia