YÖK 6 Kasım 2013’de kamuoyuna açıklama yapmıştı. Açıklamanın ilginç girişi şöyle:
“Bugün 6 Kasım. Her 6 Kasım'da olduğu gibi bugün de YÖK protestoları olacak. Medya, 12 Eylül'ün simge kurumu olarak YÖK'ü ele alacak. Yükseköğretim Kurulu bundan 32 yıl önce, askeri rejim ortamında kuruldu. YÖK'ün ülkemizin böylesi karanlık, anti-demokratik bir ortamında kurulmuş olmasının etkisiyle, yükseköğretim alanını koordine etmek gibi meşru ve haklı bir gerekçe maalesef ön plana çıkmadı. Bir vesayet kurumu olarak varlık buldu ve 12 Eylül ortamında da 28 Şubat sürecinde de anti-demokratik uygulamalara imza attı. Bugün sevinerek görüyoruz ki, Türkiye'nin bütün kurumları yaşanan dönüşüme, demokratikleşme ortamına, normalleşme sürecine uyum sağlamaktadır. Dönüşmekte, farklılaşmaktadır. Türkiye, hep birlikte YÖK'ün geçmişteki anti-demokratik müdahale ve endoktrinasyon performansı ile hesaplaşmış, hesaplaşmaya da devam etmektedir.”
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) “Türkiye yükseköğretiminde yaşanan normalleşme ve iyileşmenin görmezden gelinmesi” nedeniyle üzüntü içinde olduğunu ve imajının değişmesini istiyordu.
170'i aşan üniversitesi, 5 milyona yakın öğrencisi ve 130 bin civarındaki öğretim elemanı ile büyüyen YÖK, elindeki “yasal imkânlar çerçevesinde sistemin yeniden yapılandırılması için çaba sarf ediyor”du.
Bu vesileyle YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya tarafından dokuz maddeden oluşan “Akademik Özgürlükler Bildirisi” 6 Kasım’da açıklanmıştı.
Bu Bildiri’nin 6. maddesine göre; “Üniversite yerleşkeleri öğrencilerin kendi görüşlerini rahatlıkla ifade edebilecekleri güvenli ortamlar olmalıdır. Entelektüel çeşitliliğin ve düşünsel çoğulluğun baskılanması; öğretim/öğrenim süreçlerinin verimliliğini azaltacak, öğrencilerin öğrenme özgürlüğünü kısıtlayacak, eleştirel ve derinlikli düşüncenin oluşum imkânlarını zora sokacaktır.”
Devamı var.
“Eleştirel düşünce ancak farklı görüşlerin bir arada rahatça ifade edilebildiği kampuslarda gelişir. Öğrenciler kendi görüş, duruş, tavır ve farklılıklarından dolayı öğretim elemanları ya da diğer öğrenciler tarafından hiçbir biçimde engellenmeyeceklerini, hor görülmeyeceklerini ve yaftalanmayacaklarını hissetmelidirler. Hiçbir öğrenci dünya görüşünden dolayı ayrımcılığa tabi tutulamaz. (…)”
Hatta akademik özgürlüğün üniversite ortamındaki herkesi kapsadığı, öğretim elemanları ve öğrenciler gibi, üniversiteye davet edilen misafirler de dâhil olmak üzere herkesin ifade özgürlüğüne sahip olduğu ifade edildi. Siyasal görüşleri ya da kimlikleri dolayısıyla ifade özgürlüğünden yoksun bırakılmaması gereken öğretim elemanları ya da öğrenci grupları tarafından görüş farklılıkları gerekçe gösterilerek engellenmemelidirler. İfade özgürlüğü karşıt görüşteki insanlar için de geçerlidir. Karşıt görüştekiler davetli kişinin kendisini ifade etme ve başkalarının onu dinleme hakkını ihlal etmedikleri sürece görüşlerini farklı şekillerde ifade edebilirler. (Madde 8)
Ve hatta “Öğrenciler de öğretim elemanları da doğru bulmadıkları ve onaylamadıkları konularda şiddete başvurmaksızın eleştirme ve protesto hakkına sahiptirler. Ancak bu hak, akademik etkinliklerin işleyişini ve üniversite düzenini sekteye uğratamaz. Öğrencilerin öğrenme, öğretim elemanlarının öğretme ve üniversite ortamında bir düşüncenin dile getirilebilme özgürlüğünü kısıtlayan her türlü eylem, işgal ve protesto; akademik özgürlüklerinin ihlalidir. İfade özgürlüğü çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği ve demokratik toplumun olmazsa olmaz koşuludur; ancak mutlak değildir. Bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayan, hakaret, iftira, aşağılama, taciz ifadeleri içeren, ayaklanmaya çağıran ve farklılıklardan dolayı açıkça zarar verme niyetiyle kişileri ve grupları hedef gösteren her türlü söylem ifade özgürlüğü ile asla bağdaşamaz.” (Madde 9)
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından açıklanan Akademik Özgürlükler Bildirisi ile aslında ne olacağı zaten 6 Kasım 2013’de daha işin başında söylenmiş…Satır aralarını dikkatlice okuyunca 7 Kasım 2013’de Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinde yapılacak olan değişiklik 6 Kasım 2013 günü kendini önceden haber vermiş zaten…
18.8.2012 tarihli yürürlükteki Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin üç maddesinde 7.11.2013 tarihinde değişiklik yapıldı. (28814 sayılı Resmi Gazete).
Yönetmelikte kınama cezalarını gerektiren eylemlerin sayıldığı 5. maddenin birinci fıkrasının (c) bendi “c) Yükseköğretim Kurumu içinde izinsiz olarak bildiri dağıtmak, afiş ve pankart asmak,” olarak değiştirildi. İzin alınmamışsa artık bildiri dağıtmak, afiş ve pankart asmak” kınama cezası verilecek disiplin suçu oldu. Artık izinli ise sorun olmayan ama “izinsiz” ise bildiri, afiş, pankart asma suçları da disiplin suçu! İfade özgürlüğü nerede.
Üniversiteden iki yarıyıl için uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler Yönetmeliğin 8. maddesinde sayılıyor.
7.11.2013 tarihinde değiştirilen Disiplin Yönetmeliğinin 8. madde 1. fıkra değişikliğine göre “c) Suç sayılan eylemleri işlemek veya bir kimseyi veya grubu, cebir veya tehditle suç sayılan bir eylemi düzenlemeye veya böyle bir eyleme katılmaya zorlamak,” suçu işlenmişse artık iki yıl uzaklaştırma cezası verilebilecek.
Kanunilik ilkesi ne oldu? En kötü düzenleme ise; Yönetmeliğin 14. maddesine eklenen 6. fıkra oldu. “(6) Soruşturmacılar; zaruri gördükleri takdirde soruşturma süresince, soruşturulan öğrencilerin yükseköğretim kurumu binalarına girmesinin yasaklanması hususunda karar verilmesini disiplin soruşturmasını açmaya yetkili merciden isteyebilirler.”
Masumiyet karinesini yok mu sayacağız? Öğrenciler, daha başında suçlu.
Bir yanda “Akademik Özgürlükler Bildirisi”, öbür yanda öğrenciler hakkındaki disiplin soruşturmalarının çokluğu, yasal düzenlemelerin belli amaçları ve YÖK’ün peşinde koştuğu imajı!
Her yıl 6 Kasım'da…12 Eylül'ün simge kurumu yine YÖK olacak, olmalıdır. Çünkü imaj değiştirmek isteyen ve “demokratik” olmaya çalıştığını iddia eden YÖK’ün kendisidir. Kendi hazırladığı Akademik Özgürlükler Bildirisi’ne ters düşmüştür. 12 Eylül zihniyeti ve uygulamalarına bir gün içinde ve derhal geri dönmüştür. (Fİ/HK)