"Çırılçıplak soyup X Ray cihazından geçiriyorlardı bizi. Bir çocuk geçerken cihaz sürekli ötüyordu. Meğer sırtında kurşun varmış, hayati bir risk doğurur diye çıkarmamışlar kurşunu."
"Herkesin saçını tek tip kazıtıyorlardı."
" Koğuşa girdiğimde öğrendiğim ilk şey bir çocuğun kendisini bir süre önce astığıydı."
Ferhat Konukçu'nun, cezaevine girdiği ilk günden aklında kalanlar bunlar.
Korku/gerilim filmlerine konu olacak bu cezaevinin adı Ankara Sincan Çocuk ve Gençlik Cezaevi; yani cinsel taciz ve tecavüze uğradıkları iddiaları sonrasında Adana'nın Pozantı ilçesindeki M tipi Çocuk Cezaevi'ndeki çocukların gönderildikleri yerde yaşandı Ferhat Konukçu'nun anlattıkları.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in "daha iyi korunacakları" gerekçesiyle 218 çocuğun gönderileceğini söylediği Sincan Cezaevi'nde...
Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği öğrencisi Ferhat Konukçu Ankara Hopa Davası'nda yargılanmış ve Sincan Cezaevi'nde altı ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı.
Konukçu 31 Mayıs 2011 tarihinde Metin Lokumcu'nun Hopa'da öldürülmesini protesto etmek için AKP Ankara İl Binası önüne yürümek isteyenlerin arasında yer almış. Bu yürüyüş sonrası 31 Mayıs ve 15 Haziran'da evlere yapılan baskınlar sonrası gözaltına alınıp tutuklanan 22 öğrenciden biriydi. Konukçu 31 Mayıs'tan tahliye kararının çıktığı 9 Aralık 2011'e kadar Sincan Cezaevi'nde tutulmuştu.
Sincan'a nakledilen Pozantı Cezaevi'nin çocuklarını nelerin beklediğini, orada yaklaşık altı ayını geçiren Ferhat Konukçu ile konuştuk.
Ferhat Konukçu cezaevindeki sistemi anlatırken ilk olarak her koğuşun bir mümessili olduğunu söyledi. Bu mümessiller gardiyanlarla bir hayli sıkı fıkıymış.
"Her koğuşta bir koğuş mümessili var. Koğuştan sorumlu kişi o. Yeni gelene bütün koğuşun bulaşığını yıkatıyorlar, ta ki yerine yeni birisi gelene kadar. Ayrıca mümessil kendi çamaşırlarını da yeni gelen çocuğa yıkatıyor. Çocuk yıkamazsa ve direnirse, onun hakkında 'ibne' diyerek bir söylenti yayıyor. Cezaevinde herkesin en çok korktuğu sıfat bu... Esasen eşcinsellik bir hakaret olarak görülüyor."
Bu duruma örnek olarak hırsızlık yaptığı gerekçesiyle tutuklanan bir çocuğun maruz kaldığı yalnızlık halini anlatıyor. "Çocuk dışarıdayken tecavüze uğramış. Koğuşta hiç kimse çocuğun tecavüze uğradığına inanmadı ve onun rızasıyla olduğunu düşündüler. Koğuştakiler çocukla hiç konuşmadı."
Plastik sopalarla dövüyorlar
"Orada 'yumuşak oda' diye tabir edilen bir yer var. Bir hücre, loş bir lambadan başka içerisinde bir şey yok. Yerlerde jimnastik minderleri var. Bir de tuvalet işlevi gören küçük bir delik... Oraya çırılçıplak koyuyorlar çocukları. Adına pimaş denen plastik sopalarla dövüyorlar ve vücutları kızarmasın diye bir yandan da ıslatıyorlar çocukları. "
"Yaramaz" diye tabir edilen çocukların "terbiye" edilmesi için yapılıyormuş tüm bunlar ve bu odanın işlevi buymuş.
Bir keresinde bir çocuk epeyce dayak yemiş gardiyanlardan fakat direnmeye devam etmiş. Bunun üzerine gardiyanlar "Bu çocuğun dayağa karşı bağışıklığı var herhalde" demişler ve dayak atmaktan vazgeçmişler.
Onun yerine çocuğa yemek olarak bir parça ekmek ve su vermişler. Çocuk bir süre sonra ishal olmuş ve öylece bırakılmış bir süre "aklı başına gelsin" diye. Yalvar yakar olunca çıkarmışlar odadan çocuğu.
Sorunlar bunlarla bitmiyor: "Dokuz kişilik koğuşlarda 13-14 kişi kalıyordu. Yerlerde yatanlar vardı. Denetleme için heyet geleceği zamanlarda tüm koğuşlara haber salınıyordu. Temizlik yapmamızı ve ses çıkarmamamızı istiyorlardı. Denetlemeye geldiklerinde mizansen hazır oluyordu. Heyet mutlu-mesut ayrılıyordu."
Ferhat bunları anlattıktan sonra Pozantı'dan getirilen çocuklar için şunu söylüyor: "Onların yeri kendi evleri olmalı. Çocuklar için yeni cezaevi inşa edeceklerine parklar yapsınlar." (SK/HK)