Kobanî davası Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülüyor.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Amaç, insanlık suçu olan soykırıma karşı durmaktı”
Davanın dünkü duruşmasında, tutuklu siyasetçi Zeynep Karaman’ın esasa dair Kürtçe savunma yaptı.
HDP MYK’nın dava konusu tweet’i ve o dönemde yapılan dayanışma çağrılarının bir amacı olduğunu ifade eden Karaman, “O da Şengal’den sonra Kobanî’de başlayan ikinci bir soykırım saldırısının başarıya ulaşmasını önlemektir. Amaç da, bu amaçta kullanılan araç da insanlık suçu olan soykırıma karşı durmak kadar insanlık onuru ile bağdaşırdır ve bir o kadar masumdur” dedi.
İddia makamının söz konusu tweetin amacını çarpıttığını belirten Karaman, “Çünkü savcılığın Kobanî iddianamesi çökertme planı adıyla oluşturulan devletin planlamada gizli, ama uygulamada açık olan bir başka Kürt soykırım planının hayata geçirilmesinin ifadesidir. Kobanî Davası özgülünde şunu ifade edebiliriz; DAİŞ’in [IŞİD] Êzidî soykırımı anlaşılmadan bu dosyada konu olan olaylar zinciri de anlaşılamazsa, bu topraklarda soykırımlara yol açan temel nedenler ortaya konmadan soykırımın önünün alınamayacağı bir o kadar gerçekti” diye konuştu.
“Örgütlü birey ve toplum olmadan özgürlük gerçekleşemez”
Karaman savunmasına şöyle devam etti:
“Kürtlerin ulusal olarak varlığında ısrar ve direnişi soykırım mekaniğinin çarkına çomak soksa da halen çok ciddi soykırım saldırılarıyla karşı karşıya olduğunu DAİŞ’in Şengal’de Êzidî Kürt halkına dönük geliştirdiği soykırımdan biliyoruz. Kürtlerin sadece Irak’ta değil, Rojava, Rojhilat ve Bakur Kürdistan’ında yaşadığı ulus devletler içinde ayrı bir ulusal kimlik olmasından kaynaklı hukuksal hakları, kimliği yani statüsü resmi olarak tanınmadığı müddetçe soykırımlarla karşı karşıya kalmaktan kurtulması mümkün olmayacaktır.
Dünyanın her yerinde ‘özgür ve eşit yaşam’ talebi biz kadınların dilimizden düşürmediği en yaşamsal hakikatlerden biridir. Çünkü binlerce yıllık ve dünyanın birçok coğrafyasındaki yaşam deneyimlerimizden biliyoruz ki, örgütlü birey ve toplum olmadan ne özgürlük ne de yaşam savunusu gerçekleştirilebilir.
Statüsüz ve örgütsüz olunduğunda küçük, büyük katliamlar kadar soykırımlarla karşı karşıya kalındığı bir gerçektir. Bir kadın ve Kürt olarak BM’nin Êzidî Kürtlere karşı geliştirilen vahşi saldırıları resmen soykırım olarak tanımasından dolayı saygı ile selamlıyorum.
“Direnenlerin önünde saygıyla eğiliyorum”
Şengal’de olduğu gibi DAİŞ barbarları Kobanî’de de Kürt halkına dönük yeni bir soykırım saldırısı gerçekleştirmiştir. Başta direnen Kürt halkının evlatları olmak üzere Türkiye ve tüm dünyada adeta bir enternasyonalist direnişle DAİŞ’in Kobanî’ye dönük saldırısının önü alınmıştır. Kobanî’de, Rojava’da DAİŞ barbarlığına karşı direnenleri selamlıyorum. Başta Arîn Mîrxan olmak üzere enternasyonalist bir ruhla direnenlerin anıları önünde eğiliyorum. Yüreği ulus devletlerin sunni tellerine takılmadan soykırıma dur demek için bir kumkumok misali sınırları aşarken katledilen Kader Ortakkaya’yı ve onun şahsında özgürlükte sınır tanımayan direnişçileri hürmetle anıyorum. Soykırımlara karşı direnen, bu anlayışı paramparça etmek isteyen Kürt kadınları olarak demokrasi ve özgür, onurlu yaşam mücadelemizde ısrarlıyız.”
“Meclis Demokratik Cumhuriyeti inşa etmeyi destur edinmeli”
Türkiye Cumhuriyeti’nin son 200 yılda yaşananlara dair “tarihsel bir yüzleşme” yapması gerektiğini dile getiren Karaman, Meclis’e de çağrıda bulundu:
“Kürtler, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan ikinci büyük nüfusa sahip bir ulustur. Aynı zamanda Cumhuriyetin kurucu unsurlarından biridir. Türkiye’nin doğu sınırları esas olarak Kürt nüfus bölgesidir. Öncelikle devletin Kürt toplumuna düşmanlık politikalarından vazgeçmesi ve Cumhuru oluşturan tüm kimliklerin eşit ve özgür birliktelikten geçtiği gerçeğini kabul etmesi gerekiyor. Buna göre Demokratik Cumhuriyeti maddi ve manevi unsurları ile yeniden inşa etmeyi destur edinmelidir. Bunun yolu da tarihsel bir yüzleşmenin içine girmektir.
Soykırım tarihi ile en samimi ve gerçekçi yüzleşmenin de soykırımlara yol açan zihniyet ve yapılardan, onun mekanizmalarından, sebep olan nedenleri ortadan kaldırmaktan geçtiğine inanıyorum. Hakikatle yüzleşme toplumlar lehine ancak böyle yaklaşılırsa kalıcı sonuçları ortaya çıkarır. Yoksa dünün soykırıma uğramış Yahudi gerçeğinin bugün Filistin halkına soykırım uygular duruma gelmesi gibi acı gerçeklerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır.”
“Siz eylemlerinizden hiç şüpheye düştünüz mü?”
Bir kadın olarak çocukluğundan beri bu korkuyla yaşadığını dile getiren Karaman, sözlerine şöyle devam etti:
“Peki siz erkekler; ‘devletin sahibiyim’ diyenler özünde ona kul bile olanlar, en tepedekiler ve en altındakiler, yarına kursağına bir dilim ekmeği bulamayanların telaşı, korkusu içinde olanlar, yaşantısı ile dili ile Allah’a şirk koşacak kadar kendinden geçenler, ‘yasa da benim, yargıç da benim’ diyerek Dehaklara, Nemrutlara, Firavunlara rahmet okutanlar! Kadınların, çocukların, insanların alınteri ve kanları üzerine din adına, laiklik adına, siyahından beyazına saraylar dikip de utanma nedir bilmeyenler! Siz ey iktidarlı, devletli, sınıflı erkekler ile dünyası! Masumiyet karinesini içindeki özgür çocuğu katlederek kaybedenler. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, soykırımcılık ve tecavüzcülüğü bize yaşam diye dayatanlar!
Peki siz insanlık onuru ile bağdaşmayan bu eylemlerinizden hiç şüpheye düştünüz mü? Ahlaki olmayan ahlaktan; ilk toplumsal ilkeleri saptırıp namus diye, gelenek diye, hukuk diye bize dayatan böyle namussuzluktan korkarım. Ahlaktan yoksun, hukuktan, politikadan, insana ve topluma dair her şeyi iktidarın tekeline bağlayan faşist devletin yarattığı, sürüye dönüştürdüğü toplumun kula dönüştürdüğü insanın dipsiz kuyularında kaybolmaktan korktum!
Ben daha çocukluğumdan itibaren hem geleneksel toplumun hem de Türkçü devlet sisteminin dayattığı inkarcılık içinde hiçleşmekten, yabancılaşmaktan, beni yapacak olan potansiyelimin kaybolmasından korktum!
Sayın heyet, sayın savcı. Burada bizi izleyen çoğunluktaki erkekler. Bir kadın olarak bir toplum ve uygarlık yaşamı içinde yaşamanın ne demek olduğunu tahayyül bile edemezsiniz, hissedemezsiniz. Kadının varla yok arasında asılı kalmış mahkumiyetinden korktuğum kadar bunu kader, alınyazı ile sınırlandıran kadınlıktan ve bunu güzellerken kaybolmaktan korktum.
Varlığımın bir kadın olarak bu zamana ait olmadığını hissedip de çöldeki kum taneleri gibi savrulmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Kadın olarak varlığını özgürce geliştirebileceği bir mekana sahip olamamanın, evrende asılı kalmış bir yaşamın bu dünyada bir taş kadar yeri olmamasının, zamansız ve mekansız bırakılmasının, var olduğu halde yok kabul edilmenin yarattığı acıların derinliğini hissedilebilir ve bu çığlıkları duyabilir misiniz?
“Özgürlüğe cesaret eden her kadın erkekliğin linçlerine maruz kalıyor”
Sayın heyet, kadınların bu varlığını özgür kılmaya dönük ayak sesleri bugün çoğalarak dünya özgür kadınlarının sesi hareketine dönüşmüştür. Ama yükselen her ses, itiraz her yerde bastırmalar, kadın katliamları ile mezara, karanlıklara mahkum edilmeyle karşı karşıyadır. Ev içinde topluma, devletin en zirvesinden toplumun tüm zerrelerine kadar örgütlenmiş olan kadın varlığına karşı sistematik şiddet mekanizmaları hemen devreye girmektedir. Özgürlüğe cesaret eden her kadın ‘vurun kahpeye’ denilen şoven erkekliğin linçlerine maruz kalmıştır. Devletin bizzat kendisi vuruyor.
Sayın heyet, bir Kürt kadını olarak benim yok sayılmaya karşı varoluş çığlığım, dayatılan kölece yaşama karşı özgürce gülmeye cüret etmem, nasıl yaşamak istediğim iradesini ortaya koymam bugün 22. Ağır Ceza’da yargılanmama sebep olan özdür.
Ne savcının iddia ettiği tweettir ne de tweetle neden sonuç ilişkisi bulunmayan, somut bir bağı olmayan ölümlerdir.
“Failleri, talimat vereni iktidarda aramak gerekir”
6-8 Ekim’in failleri, tetikleyicisi, talimat vereni aranmaktaysa eğer, körcesine, düşmanlıkla, büyük bir akılsızlıkla kendi varlığını Kürt halkının yokluğuna bağlamış bir iktidarda aramak gerekir. Kürt sorununun devam etmesinden ekmek yiyen Türkçü şoven bürokraside aramak gerekir. ‘Türklük adına bir çakıl taşı vermem’ demogojisi altında yoksul emekçileri uyutup koca bir memleketi önce Avrupa kapitalist hegemon güçlerine, bugün de parasını önden veren herkese satıp aile hanedanlığını kuranlarda aramak gerekir.
‘Adalet mülkün temelidir’ yazılır mahkeme duvarında. ‘Devletin temeli adalete dayanır’ denir. Burada önemli olan devletin kimin tekelinde olduğudur. Kimlerin, hangi güçlerin kendini devletin sahibi olarak gördüğüdür. Yani hangi dönemde hangi iktidarlaşmış grup, sınıf, kişi devleti ele geçirmişse, kendi malı olarak kullanmışsa, ona göre kurallar geliştirilmişse, devletin de adaletin de sınırları niteliği onlara bağlıdır.
Bugün bu iktidar Türkçü-Sunni-erkek iktidarın temsili olarak AKP-MHP’dir. Karşımızda yasama, yürütme, yargının bağımsızlığını şekilsel olarak bile olsa yürütüldüğü gerçeklik yok. Elbette iddianamenin oluşumu, talimatından, bunu kabul edip yargılama konusu yapan heyetten çıkacak kararların da bu iktidarın iradesinden bağımsız olmadığını biliyorum. İster lehimde ister aleyhimde olsun bu durum böyledir.
“Kaybolmaktan korkacaksam özgürlük içinde kaybolalım”
Bir partinin yöneticilerini, üyelerini, gönüllülerini, aktivistlerini anayasal haklarını kullandıkları için mi yargılayacaksınız? Daha doğrusu Türkiye toplumuna sunduğu demokrasi projesi etrafında en az 6 milyon insan evet dediği için mi yargılayacaksınız?
Tüm bu siyasal baskılara rağmen belki de kendi bireysel düşüncelerimize rağmen hukukun esas dayanağı olan, onun ruhunu temsil eden özgürlük ahlakına, vicdanına göre mi hüküm kuracaksınız? Elbette ki biz de muhakemenin temelinde bu hükmü esas kılmanızı, bunun üzerinden bir hüküm kurmanız beklentisi içindeyiz.
Toplumun esas ahlakı da yaşamın doğası da esas olarak bunun üzerinden var olur, devamlılığını sağlar. Özgürlük kazansın, hepimiz de onunla birlikte kazanalım. Kaybolmaktan korkacaksam; özgürlük içinde kaybolalım.”
Duruşma, bugün devam edecek. (AS)