Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son derece ihtiyatlı raporlarına göre bile bu yüzyılın ortalarında iklim krizinin olumsuz etkilerinin hissedilmeyeceği bir yeryüzü bölgesi kalmayacak.
Giderek ısınan bir dünyada kuraklık, yağış rejimlerinde değişme, aşırı ve kısa süreli sağanaklar, sel, dolu gibi sıra dışı veya beklenmedik hava olaylarının görülme sıklığında artışlar yaşandığı ve yaşanacağı belirtiliyor.
Bu olumsuz değişimlere bağlı olarak insan sağlığı için tehdit oluşturan enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığında da artışlar olacağı çok sayıda araştırmada dile getiriliyor.
Özellikle Sıtma (Malaria), Dang Humması (Dangua Fever) ve Kolera gibi tehlikeli hastalıkların görülme sıklığında artış olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Ancak meselenin sadece belirli hastalıklarla sınırlı değil, genel olarak enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığında bir artış olacağı şeklinde anlaşılması gerektiğini tekrar vurgulamalıyım.
İklim krizini çevre koşullarının hızla değiştiği bir süreç olarak görmeliyiz ve çevre koşullarındaki ani ya da hızlı değişim enfeksiyon hastalıklarının açığa çıkmasını kolaylaştıran en önemli faktörlerden biridir.
Bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması için genellikle üç bileşen gerekli: bir etken (veya patojen), bir konakçı (veya vektör) ve bulaşma ortamı (veya çevre koşulları).
Bazı patojenler doğrudan bir konakçı ya da ara konakçı tarafından taşınır ve o konakçı tarafından insana bulaştırılır. Örneğin Sıtma hastalığında olduğu gibi. Sıtma hastalığına yol açan etken sivrisinekler aracılığıyla insana bulaştırılır.
Bazı hastalık etkenleri ise beslenme yoluyla bünyemize alınır. Örneğin tüm dünyada en önemli gıda kaynaklı enfeksiyon etkenlerinden biri Salmonella bakterisidir. Bu bakteri ile bulaşık gıdaların yenmesi veya içilmesi suretiyle bünyemize giren Salmonella bakterileri bağırsak enfeksiyonlarına neden olur.
Bu çerçeveden bakıldığında iklim krizinin çevre koşullarında değişime yol açacağı ve bu değişimin de bazı hastalıkların görülme sıklığını artıracağı kesindir. Yapılan çok sayıda akademik çalışmada iklim krizinin yol açacağı olumsuz değişimlerin mikrobiyolojik gıda güvenliği sorunlarını, özellikle de salgın hastalıklara yol açan bakterilerle ilgili sorunları artıracağı belirtilmektedir.
Bu yazıda sadece tek bir patojen bakteriye odaklanacağım: Salmonella. İklim krizi odağında oluşacak değişimler nedeniyle Salmonella bakterisinin yol açacağı hastalıkların ya da salgınların görülme sıklığında artış olacağını belirten çok sayıda –uyarıcı- yayın var çünkü.
Salmonella gıda güvenliği açısından çok önem arz eden bir bakteri ve bu bakterinin gıdalara ve sulara bulaşmaması ya da elimine edilmesi için yerel yönetimlerin yürüttüğü çeşitli çalışmalar var. Ancak yerel yönetimlerin bu meseleye iklim krizi odağında baktığı söylenemez. Dolayısıyla enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığının artacağına dair uyarılar dikkate alınarak, şimdiden olası acil durumlar için neler yapılabileceği ve ne gibi önlemlerin alınması gerektiğine dair tartışmalar yapmak gerekiyor.
Bu konularda ekoloji ve gıda inisiyatifleri başta olmak üzere toplumsal örgütlere de büyük bir sorumluluk düşüyor.
Ancak önce Salmonella hakkında kısaca bilgi vermeliyim.
Salmonella bakterisi
Salmonella dünya genelinde gıda ve su kaynaklı enfeksiyonlara neden olan en önemli enterik patojen bakterilerden biri. Enterik, bağırsaklara ait ya da bağırsaklarla ilgili anlamına gelir ve enterik patojen ise bağırsaklarda hastalığa neden olan mikrop ya da etken demektir.
Salmonella içinde genetik olarak birbirine akraba altı alt türü barındırır ve bu alttürler içinde de 2000’den fazla serotip (serolojik testlerle birbirinden ayrılan tipler) bulunur. Epeyce karmaşık bu konudaki ayrıntılara girmeyeceğim.
Salmonella bakterisinin yol açtığı en ciddi enfeksiyon hastalığı tifo ve paratifodur. Her iki hastalık da salgınlar şeklinde seyredebilir ve binyıllar boyunca da gıda ve su kaynaklı en korkutucu hastalıklar arasında yer almıştır.
Salmonella sadece tifo ve paratifo hastalığına neden olmaz; Salmonelloz olarak adlandırılan ve dünya genelinde çok yaygın olarak görülen gıda kaynaklı enfeksiyon hastalığına da neden olur. Salmonelloz karın ağrısı ve ishal ile seyreden bir bağırsak hastalığıdır.
Salmonella dünya genelinde en yaygın gıda kaynaklı enfeksiyon hastalığı etkeni. 2011 yılında yapılan bir çalışmada dünyada her yıl yaklaşık olarak 94 milyon Salmonelloz vakası görüldüğü ve bu vakaların 155 bininin ölümle sonuçlandığı belirtilmiştir.
Enfeksiyonun oluşması için gıda veya suyun canlı Salmonella bakterisi içermesi gerekli. Yani vücudumuza aldığımız canlı Salmonella bakterileri bağırsaklara ulaştığında ancak hastalıklara neden olmaktadır.
Riskli gıdalar ve antibiyotik direnci
Besi ve kümes hayvanlarının etleri, süt hayvanlarından elde edilen sütler ve kümes hayvanlarından elde edilen yumurtalar Salmonella bakterisi içerme açısından riskli gıda ürünleridir. Sular da Salmonella bakterisini içerebilir.
Salmonella ısıya karşı çok duyarlıdır. Pastörizasyon koşullarında ölür; örneğin 72 santigrat derecede 15 saniyelik bir pişirme işlemi Salmonella bakterilerini öldürmek için yeterli. Dolayısıyla pişmiş gıdaların Salmonella ile bulaşması engellenir ve bu gıdalar yenilinceye kadar soğukta muhafaza edilirse Salmonella kaynaklı bir hastalığa yakalanma riski büyük ölçüde bertaraf edilir. Suyun kaynatılması, klorlanması veya uygun başka bir dezenfeksiyon yöntemi ile dezenfekte edilmesi Salmonella kaynaklı hastalık risklerini bertaraf edecektir.
Ama meselenin başka yönleri de var.
Salmonella dünya genelinde bir halk sağlığı sorunu olan antibiyotik direnci açısından da önem arz eden bir bakteri.
Salmonella besi ve kümes hayvanlarının bağırsak florasında sıklıkla bulunabilen bir bakteri. Endüstriyel hayvancılıkta yıllardır çok yüksek miktarlarda kullanılan antibiyotikler nedeniyle de Salmonella bakterisi pek çok antibiyotiğe karşı zaman içinde direnç geliştirmiştir.
Özetle şunu söyleyebilirim: Salmonella dünya genelinde gerek gıda maddeleri ve gerekse sular için risk teşkil eden en önemli patojen bakterilerden biridir; bir başka deyişle yaygın bir hastalık etkenidir. Bu hastalık etkeninin antibiyotiklere direnç geliştirmiş olması da ciddiye alınması gereken bir halk sağlığı sorunudur ve bu sorun önümüzdeki yıllarda daha çok başımızı ağrıtacaktır. Peki neden?
İklim krizi nedeniyle dünyanın ortalama sıcaklığının arttığını ve bu yüzyıl içinde en az birkaç derecelik bir artış yaşanacağını biliyoruz.
Sıcaklık artışı Salmonella gibi patojen bakterilerin çoğalmasını kolaylaştırır. Buna ek olarak, iklim krizinin aşırı ve beklenmedik hava olaylarına yol açtığı ve açacağı da sıklıkla dile getiriliyor. Örneğin sellere yol açan aşırı yağışların görülme sıklığında bir artış olduğu ve olacağı belirtiliyor.
Su baskınları ve seller yerleşim bölgelerindeki su varlıklarının kanalizasyon suları ile kirlenmesine neden olabiliyor. Salmonella sıcakkanlı hayvanların dışkılarında bulunur ve kanalizasyon suları doğal olarak Salmonella bakterilerini içerir. Aşırı yağış ya da seller nedeniyle kanalizasyon sularının ya da içme suyu nakil hatlarının zarar görmesi ve bu hatlarda taşınan kirli ve temiz suların birbirine karışması olasılığı büyüyecektir. Ayrıca kanalizasyon sularının tarımsal alanlara, gıdalara ve yer altı ve yerüstü sularına bulaşma riski de artacaktır. Özellikle sahil kesimleri, dere ve nehirlerin taşkın alanları daha büyük risk altında olacaktır.
İklim krizinin bu olası felaket durumlarının ara sıra değil sık sık yaşanacağı anlamına geldiğini dikkate almalıyız.
Üstelik Salmonella bakterisinin gıdalar ve sular için önem arz eden patojen bakterilerden sadece biri olduğunu hatırladığımızda meselenin önemi daha da belirginleşecektir.
Susuz bir hayat düşünülemez. Ama bazen su olmasına rağmen susuzluk çekilebilir.
Kimyasal maddelerle ya da mikrobiyolojik atıklarla kirletildiği için artık içilemez ya da kullanılamaz hale gelmiş bir su varlığı ne işe yarar?
İklim krizi yol açacağı kuraklık, aşırı yağışlar ya da seller nedeniyle var olan su varlıkların azalmasına ve kimyasal ya da mikrobiyolojik kirlenme nedeniyle kullanılamaz hale gelmesine de neden olacaktır. Dolayısıyla su altyapısı zayıf, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu bölgelerdeki halk sağlığı ve gıda güvenliği sorunlarının yakın gelecekte daha da büyüyeceği söylenebilir.
Yerel yönetimlerin iklim krizi odağında yaşanacak gıda güvenliği ve halk sağlığı sorunlarının bir envanterini çıkarması, olası acil durumların ve karşılaşılabilecek felaket senaryolarının neler olduğuna dair çalışmalar yapması gerekiyor. Ancak en öncelikli olarak su varlıklarını korumaya, şehir suyu şebeke hattındaki kayıp ve kaçak oranlarını düşürmeye, kirli suların arıtımı ve tekrar kullanımı ile su kullanımında tasarruf sağlamaya yönelik çalışmaları güçlendirmesi ya da hızla hayata geçirmesi gerekiyor.
Yerel yönetimlerin bu konuda yapacakları çalışmalara katılmak ve müdahil olmak da gerekiyor. Dolayısıyla ekoloji, sağlık, gıda, tarım ve hak temelli faaliyet gösteren bütün inisiyatiflere, sivil toplum örgütlerine, sendikalara ve meslek odalarına büyük bir sorumluluk düşüyor.
İklim krizinin içindeyiz. Hayati sorunlar kısa sürede daha da derinleşecek. Ve bu konulara sağır olan -epeyce çok- yerel yönetimleri zorlamak gerekiyor. Çözüm oralardan çıkacak… (BŞ/EKN)