Gözaltıların son günüydü. Telefonumun ekranında DİSK Basın İş’ten Elif’in (Akgül) aradığını gördüm: “Hikmet, Diyarbakır’a gazetecilerle dayanışmaya gidiyoruz. Gelir misin?”
Kabul ettim ama oraya vardığımda artık tutuklu olan gazetecilerle dayanışacağımı nereden bilebilirdim?
Cuma sabahı ekip İstanbul’dan yola çıktı, otobüsle. Önce Ankara, oradan da Diyarbakır. Tam 22 saatlik yolculuk.
Bense cumartesi sabahı dahil oldum onlara. DİSK Basın İş, Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ), Mücadele Birliği Gazetesi, bir yere bağlı olmayan gazeteciler, işsiz gazeteciler…
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nde (DFG) yakaladım İstanbul’dan yola çıkan bu kalabalık ekibi.
Önce geçmiş olsun dilekleri iletildi, ardından tutuklanan gazeteciler için ne yapılabileceği konuşuldu.
“Keşke daha büyük bir kamuoyu oluşturabilseydik. Dayanışmanın eksikliğini hissediyoruz” dedi DFG Eş Başkanı Dicle (Müftüoğlu).
Genel vurgu Türk ve Kürt gazeteciler üzerinde baskıya karşı toplumun ve meslektaşların farklı reaksiyonlar vermesiydi. “Batıdaki gazeteciler inatla Kürt gazetecileri görmezden geliyor” diye ekledi.
Herkes biliyordu ki doğudaki ve batıdaki gazetecilerin sorunları benzerdi ancak bir farkla. Batıdakilere polis milliyetçi bir saikle yaklaşmıyordu, gazeteciler polislerce taciz edilmiyorlardı.
Polisler takipte
DFG’den çıktığımız gibi karşımızda bir akrep aracı. Sanat Sokağı’nın girişinde de 8-10 sivil polis. Ellerinde kameralar, bizleri çekiyorlar.
Jinnews’e doğru yola koyuluyoruz. Mesafe kısa, polisler arkamızda. Binaya girdiğimizde ise iki gözaltı aracı geliyor. Hemen gazetenin önüne çekiyorlar. İçeriden birkaç polis iniyor. Ardından aracı sokağın ilerisinde gölge bir yere götürüyorlar.
Gazetenin balkonunda sigara içerken sivil polis araçları peşi sıra gelip gidiyor. Boş vermiş bir vaziyette sohbetimize devam ederken çaylar demleniyor. İçeriye geçiyoruz. Ufak bir ofis. Haber masasını merak ediyorum. Beritan (Canözer) ve Şirin (Çınar) karşılıyor bizi.
“Telefonla haber yazmaya çalışıyoruz”
İçeride 5 kadar bilgisayar var. Şirin haber yetiştirmeye çalışıyor. Beritan ise baskını anlatıyor:
“Sabaha karşı 4.00 gibi gelip biz ve avukatlarımız yokken içeriye girmişler. Ancak üç saatlik aramadan sonra haber verme zahmetinde bulundular. Herhangi bir arama kararı göstermediler. Dahası bilgisayarlarımızdan bazılarını, hard diskleri, hafıza kartlarını götürdüler.
"Götürmedikleri bilgisayarları ise kullanılmaz hale getirdiler. Hard diskler tornavida kullanılmadan parçalanarak sökülmüş. Montaj bilgisayarımız yere sabitti. Onu da kırarak çıkartmışlar. Giderken bir tutanak dahi vermediler.
"Zaten biz büyük bir gazete değiliz. Maddi manevi zorluk çekiyoruz. Geçen haftadan beri telefonda haber yazmaya çalışıyoruz. Evlerimizdeki bilgisayarların hard disklerini söküp getirdik. Buradaki bilgisayarlara taktık çalışabilmek için.”
Tacizin polis hali
Şirin’e dönüyorum. Bilgisayar başında bir yandan haber yetiştirmeye çalışırken bir yandan da bize yaşadıklarını anlatıyor. Polisin daha önce ofise gelip ‘adres tespiti bahanesiyle’ gazetenin bulunduğu yeri teyitlediğini söylüyor. Gazetede kaç kişinin çalıştığını sorduğunu aktarıyor.
Sonrasında ise “Zaten sürekli kapımızda polis bekliyor. İnternet sitemizde de adresimiz var. Ayrıca biz resmi bir kurumuz. Vergi levhamız var” diye de böyle bir şeye ihtiyaç olmadığını söylüyor. Polislerce sürekli taciz edildiklerini anlatmak istercesine.
Habere giderken takip edildiklerinden, kameraya çekildiklerinden, özellikle kendilerine GBT kontrolü yapıldığından, polislerin “Gazeteciyim” deyince “Sen gazeteci değilsin” dediğinden bahsediyor.
Şirin'in arkasında zarar verilen bilgisayar kasaları
Şaşırıyorum.
Şaşırıyorum çünkü anlattıklarını, yaşadıklarını ancak hayal edebilirim. Şaşırıyorum çünkü bizi aşağıda bir polis ordusu takip ediyor. Şaşırıyorum çünkü Şirin’in arkasında polislerin parçaladığı kullanılmaz haldeki bilgisayarlar var. Şaşırıyorum çünkü Diyarbakır’a ilk kez geliyorum ve bu güzel memlekette hissettiğim tek şey taciz ve baskı.
Konuştuğum insanlar haberlerine attıkları imzalardan isimlerini bildiğim, belki birkaç kez de haber için aradığım ve seslerini sadece telefondan duyduğum kişiler.
Ve sürekli bu baskı ortamında yaşıyorlar, çalışıyorlar…
Propagandadan gözaltı, üyelikten tutuklama
Haber masasından sonra içeride diğer gazetecilerle sohbete koyuluyoruz. Azad Gökhan (Altay) bizimle. Anlattıkları Diyarbakır’da gazeteciliğin, mesleğin hedef alındığını doğrular nitelikte.
Konuşmasının bir kısmında “Tutuklananlara ifadelerinde ‘Bu haberi neden yaptın, bu görüntüyü niye kullandın, bu ismi neden yayına çıkardın, bu haberi yapmak için kimden talimat aldın’ gibi sorular soruldu” diyor.
Azad’ın anlattıkları sonrasında daha da ilginçleşiyor. Gözaltı gerekçesi olarak ‘terör propagandası’ sunulan gazeteciler ‘örgüt üyeliğinden’ tutuklanmışlar.
“Propagandadan işlem yapılsaydı şimdi dışarıdalardı” diyor Azad. Gerekçe olarak da bu suçun yatarının olmamasını gösteriyor.
Ancak Azad’ın konuşmasında en şaşırdığım nokta burası değil. “Bizi sürekli terörle bir araya getirmeye çalışıyorlar” diye eklerken şunu söylüyor Azad:
“Kandil bombalanıyor. İçişleri Bakanından Savunma Bakanına kadar herkes tweet atıyor. Herkes haber yapıyor. En son biz geçiyoruz. Ama sonra biz yaptığımız bu haberle örgüte bilgi aktarmış oluyoruz. Soruşturma açıyorlar, ifadeye çağırıyorlar.”
Azad’ın bu sözleri malumun ilamı gibiydi o an. Bir anlık sessizlik oldu. Ancak günün esprisi de Azad’dan geldi.
“Yarın sizi alacak olurlarsa, ‘Diyarbakır'a gelme talimatını kimden aldınız’ diye sorarlarsa korkmayın”
Batıdaki gazetecilere eleştiri
Bu noktada Beritan tekrar söze giriyor. Aynı Dicle gibi meslektaşlarından destek göremediklerinden bahsediyor. Batıdaki gazetecileri eleştiriyor:
“Konu eğer ki ifade özgürlüğüyse bugüne kadar kimse arasında ayrım yapmadık. Ama bizim savunduklarımızın yeri geldiğinde bizi savunmaması onur kırıcı. Söz konusu Kürt gazeteciyse sahip çıkmıyorlar.
“Biz maddi ve manevi anlamda bu kadar zorluk çekiyorsak ifade özgürlüğümüzü korumak için. Biraz özveri göstersinler. Ne yapılacaksa bugün yapılmalı. Yarın fırsat olmayacak. Ya hep beraber ya hiçbirimiz. Bizleri dışladıkları noktada onların da çok fazla ilerleyebileceğini sanmıyorum. Dibe çekiliyoruz, her taraftan sarılmış durumdayız.”
Taciz ve baskıdan sonra sansür geliyor
Anlatılanlar Diyarbakır’daki gazetecilerin hiç de yabancı olmadıkları bir durum. Hem baskı hem yalnızlık. Tek başlarınalar. Onların tabiriyle “terörize” ediliyorlar.
Şuradan örnek vereyim, Jinnews resmi bir kurum olmasına rağmen daha önce iki kere kapatıldı, isim değiştirdi. Jinha ve Şûjin isimlerini kullandı. Sürekli sansüre uğratıldı.
Bugün bile yayın yaptıkları adres jinnews41.xyz. Adreslerinin sonundaki sayı sitelerine 41 kez erişim engeli geldiği anlamını taşıyor. Adres değiştirmek bir anlamda onlar için sansürü aşmak.
Yine polis, bu sefer daha çok polis
Jinnews’ten ayrılık vakti. Adres operasyon çekilen bir başka yer. Ari ve Pia Ajans. Ancak Jinnews’ten çıktığımızda ilginç bir şey bekliyor bizi. Kapının az ilerisinde çalışır vaziyette bir TOMA var. Şaşkınlık içerisinde arabalara atlayıp yola koyuluyoruz.
Birazdan eylem var. İstanbul ve Ankara’dan gelen gazeteciler, Diyarbakır’daki gazeteciler ve tutuklananların aileleri birlikteler.
Ancak polis yakamızı bırakmıyor. Park ettiğimiz ara sokakta üzerinde TEM yazan bir akrep var.
Ara sokaktan çıkıp yapıp şirketlerini karşımıza aldığımızda daha büyük bir şok bekliyor bizi. İlk olarak arka sokaktakine benzer bir akrep daha görüyorum. Sonrasında ise gözüm daha fazla açılıyor. İki TOMA, beş otobüs ve iki minibüs sayıyorum.
Eylemin yapılacağı alan ise polis kaynıyor. Eyleme gelenlerden kat ve kat fazla polis var alanda. Bizleri kameraya çekiyorlar.
Sıcak. Telefonum 40 derece diyor Diyarbakır’ı. Güneş düştüğü yeri yakıyor. Polisler bulabildikleri gölgelere park etmişler araçları. Aralarından bazı polisler şanslı çünkü araçların gölgesindeler. Şanslı olmayanlarsa ya reklam flamalarının gölgesine sığınmış ya da açıkta kalmış bekleme vaziyetindeler.
Bizlerse dımdızlak ortadayız. 40 derecede, beton zemin üzerinde ayaklarımız yanarcasına diziliyoruz yan yana. Bu kez haberi yapan değil, haberi yapılacak olan taraftayım. Tutuklu meslektaşlarım için özgürlük istiyorum, istiyoruz.
Tolga (Balcı) söz alıyor önce eylemde:
“Ömer Çelik tutuklanırken ‘Yük sizin omuzunuzda’ demişti. Bu yük sadece Kürt meslektaşlarımızın omuzunda değil hepimizin omuzunda.”
Ardındansa Sibel (Yükler) ve Ceren (İskit) konuşuyor. Hep bir azıdan bağırılan “Ben de gazeteciyim, ben de sunucuyum, ben de kameramanım” sözleriyle bitiyor eylem. Sorunsuzca dağılıyoruz.
Yeni Şafak haberi şaşırtmıyor
Ben, Canan (Coşkun) ve Sibel gruptan ayrılarak Mezopotamya Ajansı’nda davetli olduğumuz programa gidiyoruz bu sefer. Tutuklu oldukları için program yapamayan, haber yazamayan meslektaşlarımızı anlatacağız bir kez daha. Ancak bu sefer kameralar karşısında.
Yolda Azad bir haber gösteriyor MA’dan: “Yeni Şafak basılmamış evde bayrak çıkardı”
Ömer Çelik’in evinde olmayan bir fotoğrafın ve Lezgin Akdeniz’in basılmamış evinde bayrak bulunduğunu ileri sürüyordu Yeni Şafak.
Bu sefer şaşırmıyoruz. Devam ediyoruz…
25 ile 32 dakika arasında sürmesini istiyorlar yayının. Bizde bir panik. Ne anlatacağız o kadar? En fazla 10-12 dakika çıkar…
Moderatör Sibel. Girişi yaptıktan sonra ilk soruyu soruyor Canan’a. Canan anlatmaya başlıyor. Çok da güzel konuşuyor. Bir soru ona, bir soru bana. Yayını bitiriyoruz. Herkes derin bir oh çekerken tam 25 dakika kayıt yaptığımız anlaşılıyor. Bingo!
İçeriden mesaj var
Yayından sonra bir soluklanıp tekrar DFG’ye. Herkes yanında getirdiği kitapları imzalıyor tutuklu gazeteciler için. Kitapları Dicle’ye emanet edip çıkıyoruz. Kısa bir Sur turu.
Taş Mahal’de otururken tutuklu kadın gazetecilerin avukatları bir mesaj iletiyor Dicle’ye. Dicle kalkıp tüm yorgunluğumuzu alan o mesajı okuyor sonrasında:
"Yaşadığımız bu hukuksuz süreçte bizimle dayanışma içinde olan meslektaşlarımız ve avukatlarımız başta olmak üzere herkese teşekkür ederiz. Bizler hakikatin peşinden giden, vicdanın sesini dinleyen gazetecileriz. Bugüne kadar hiçbir baskıya boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz. Er ya da geç haklı olduğumuzun anlaşılacağına inanıyoruz, sevgilerimizle."
Dönüş yolculuğu
Cumartesi sabahı varılan Diyarbakır’da ziyaret yine aynı gün bitiyor. Ekip için bu sefer dönüş yolculuğu. Saat 22.00 gibi uğurluyorum herkesi. Yolları uzun. Gel git 2 bin 600 kilometre. 43 saat. Ekibin otobüse binmesiyle gün boyu yüzlerine aşina olduğumuz sivil polislerin fiziki takibi de noktalanıyor.
Ben bir gün daha kalacağım. Otel yolundayım. Yine polis. Ama bu sefer benim için değiller. Sur'da asayiş kontrolü yapyorlar. Sokaklarda bekçiler.
Gün boyunca duyduklarımı, gördüklerimi bir kez daha düşünme fırsatı yakalıyorum. 'Yok artık' diyeceğim ne varsa başımıza gelmişti. Bu kadar baskıya karşı devlet istediği makbul gazeteciyi yaratabilir miydi?
Onun cevabını bence yine Sur'da bir kafeye asılan tabelada görüyorum gündüz saatlerinde. aynı gün boyunca Diyarbakır'da kiminle konuşsam söylediği gibi: Özgür basın sesimiz ve rengimizdir
(HA)