Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Bu yazıya nasıl başlasam bilemiyorum. Hayır, elbette anlatacaklarım var ama ‘önce hangi itirafla nefretinizi kazansam’, ‘yaptığım kötülüklerin hangi biriyle yüzleşsem’ kararsızlığındayım.
20 yaşındaydım. Her geceki gibi yine bir köşe başına sotelenmiş, benim gibi esaslı diğer ‘delikanlılarla’ ne cesur raconlar kestiğimizi, geçen yine iri kıyım bir lavuğu sırf yan baktığı için nasıl bayıltana kadar dövdüğümüzü falan anlatıyorduk.
O hikayeleşme seanslarından biri esnasında gördüm Ahu’yu… Bir hafta önce anasının, babasının evinden ayrılmış, farklı bir şehre yerleşmiş, üniversite öğrencisi Ahu.
O geceden sonra da hep görür oldum... Kim bilir, belki de görmek için dikkat kesildim. Güzeldi. Ona baktığımın farkındaydı. Aslında onun da gönlü vardı bende ama ağırdan satıyordu kendini kaşar.
Bir gece, kısa elbisesiyle belirdi yine köşede. Takıldım peşine… Onu mu takip ettim yoksa elbisesinin içinde beliren, davetkar kalçalarını mı hatırlamıyorum. Bir iki sokak geçtik böyle. Sonra bizim bonzai çeken kopillerin takıldığı, babamın söylediğine göre kocasını erken yaşta kaybetmiş, ardından da mahallenin tüm erkeklerine ‘memurluk’ yaptığı rivayet edilen Rum Rena’nın, ölümünden sonra artık ayakta zor duran evinin önünde kavradım kolunu.
Bir nefes sesi geldi. Hayır, ürkmedi… Kolunu tutanın ben olduğumu biliyordu. O da istiyordu ve bu isterik sesi, izlediğim porno filmlerden iyi tanıyordum!
Tek kelime etmesine izin vermeden Rena’nın metruk evinin kırık kapısından içeri soktum. Buz gibiydi gözleri. Sanki kör gibi. Dudaklarını öptüm, sessiz kaldı. Elbisesinin eteğini sıyırıp ellerimi kalçalarında gezdirdim, hareket etmedi. Sertleştim!
Sonra bir anda dudakları kıpırdadı: “Yapma.”
Kısık, bir böceğin çığlığı gibi. “Yapma!” Şaşırdım…
Avuç içlerini göğsüme dayayıp kuvvetsizce itti.
Sinirlendim. “Ne yapma ulan sürtük! Buraya kadar peşine takıp getirdin, şimdi namuslu ayağına mı yatıyorsun?” diye bağırdım. Her hecemde titredi. Yanlış anlamayın, hoşuna gidiyordu!
Birikmiş zıvanaların üzerini örttüğü taşlara yatırmak istedim Ahu’yu… Direndi. Ağzının ortasına yumruk attım. Karanlıktı. Elimi ıslatan, patlayan dolgun dudağından sızan kan mıydı, yoksa gözünden süzülen yaş mı fark edemedim.
Artık yerdeydi… İç çamaşırını sıyırdım, içine girdim. Kısa sürdü, hemen geldim. Utandım. Önce belli belirsiz hıçkırık sesleri işittim, sonra Hiroşima’ya atom bombası atıldığı sırada çalan sirenin şiddetine benzer çığlıklar. Korktum. Hoşuna gitmediği için miydi? Yoksa benimle dalga mı geçiyordu? Bir yumruk daha attım. Susmadı. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha… Ses kesildi ama hırsım diriydi. Kimse beni böyle aşağılayamazdı. Hem kısacık elbiseyle bana günlerce kur yapacak, sonra benimle sevişecek, ardından da dalga geçecek ha?
Ellerimi boğazına geçirdim, sıktım. Sıktım. Sıktım. Karanlık odanın içerisine yansıyan sokak lambasının cılız ışığı, bal rengi gözlerine düştü. Gözleri açıktı. Ama bakmıyordu. Eğildim, kulağımı dudaklarına yaklaştırdım, nefes almıyordu.
Öyle ya… Haydan gelen huya giderdi! Su testisi suyolunda kırılırdı. Hak etmişti orospu!
***
Rahatsız mı oldunuz? Olmayın!
Eğer ki ben, bir gece klavye başına oturup böyle bir hikaye yazabiliyorsam; bunlar beynimin dehlizlerini doldurmuşsa; yaşadığım toprak bana bunu vaat ediyorsa… Oturup onlarla da yüzleşmem elzem değil mi?
Yalnızca eyleme döktüklerimizle değil, yaşadığımız coğrafyanın hikayelerimize ‘ilham kaynağı’ olan ‘vakalarıyla’ da yüzleşmemiz gerekmiyor mu?
Nihayetinde amcalara gösterdiğimiz pipimiz, henüz birkaç yaşındayken erillik müptelası haline getirmeye başlamıyor mu bizi? “Aman oğlum baban kızar” şifresiyse, “Konuşma lan orospu” kapısını aralamıyor mu yıllar sonra?
Dedim ya, yalnızca yaptıklarımızla değil, hayal dünyamızı dolduran günahlarla da yüzleşmek zorundayız.
Ve yalnızca Tunca’nın değil, 4 yaşındaki Leyla’yı öldürüp çıplak bedenini dere kenarına atanın, Özgecan’a tecavüz edip yakanın, müzisyen Değer Deniz’i boğarak katledenin, tarikat yurdunda çocukları istismar edenin... Bu ülkede kadınları, çocukları erkekliğiyle yok eden her varlığın eylemiyle yüzleşmek zorundayım. (TÖ/ŞA/APA)
Görseller: Kemal Gökhan Gürses