2018 yılı boyunca bianet'te yayınlanan 52 Erkek 52 Hafta yazı dizisinin değerlendirme yazılarını yayınlamaya başlıyoruz. "2018'de 52 erkek 52 hafta bianet'te erkek şiddeti yazacak" diyerek başladığımız yazıların, erkek şiddetinin tartışılmasına ve bu alanda yapılan çalışmalara küçük de olsa bir katkısı olduğunu umuyoruz. Bu vesile ile yazı dizisi hakkında görüş, eleştiri ve değerlendirme yazıları için açık çağrı yapıyoruz. İlk yazı Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi'nin üyesi ve Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi Nurseli Yeşim Sünbüloğlu'ndan.
***
“52 Erkek 52 Hafta” yazı dizisi, Türkiye’de son birkaç yıldır giderek daha fazla ilgi gören erkekliklerle ilgili tartışmalara bianet’in katkısı olarak ortaya çıktı. Kendi hissiyatımı çevremden edindiğim izlenime katarak diyebilirim ki, bu yazı dizisi feminist ve toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla ilgilenen çevrelerde ciddi ölçüde hayal kırıklığı yarattı.
Bu yazının devamında bu hayal kırıklığının nedenlerine dair birkaç noktayı detaylandıracağım; ancak şimdiden şu noktanın altını çizmek isterim: söz konusu yazıların yarattığı genel izlenim, erkeklerin erkekliklerini sorgulama ve dönüştürme konusunda hazırlıksız yakalandıkları yönünde. Eşitlikçi ve farklı erkek olma halleri ve erkeklik pratikleri tahayyülünün henüz oluşmadığını görmek hayal kırıklığının en önemli sebebi diyebiliriz.
Bu sorunu aşmak için önerim, eşitlikçi erkeklerin Haluk Kalafat’ın dizinin çerçevesini belirleyen sunuş yazısında öne çıkardığı “Ben Nasıl Değişeceğim?” sorusunu rehber edinerek, bu soru etrafında örgütlü hareket etme yolları aramaları.
Bu yazıyı hazırlamak için “52 Erkek 52 Hafta” dizisini yeniden gözden geçirirken, dizinin hangi sebeplerle beklentiyi karşılayamadığı kadar hangi özelliklerin bazı yazıları daha tatminkâr hale getirdiğini de anlamaya çalıştım. Her iki yönü de bu yazıya yansıtabildiğimi umuyorum.
Öncelikle, gerek Kalafat’ın sunuş yazısında çizdiği çerçevenin, gerekse bunun bir bianet projesi olmasının –bianet’in toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim temelli ayrımcılıkla mücadelenin ve eşitlikçi yaklaşımın en önde gelen mecralarından biri olması dolayısıyla– beklentiyi yükselttiğini, hayal kırıklığını da o ölçüde artırdığını belirtmek gerek.
Yayınlanan yazılarda dikkatimi çeken noktalardan biri, normatif erkeklik halleriyle yüzleşme girişimlerinin sıklıkla yüzleşmeden kaçma hamleleriyle bölünmesi oldu. Kimi yazarların kendilerini kaçarken yakalayıp tekrar yüzleşmeye odaklanmaya çalışmaları, ama bir kaçış noktası aramaktan da vazgeçemeyişleri belirgin bir tavır olarak öne çıkıyor.
Kaçış noktası kimi zaman kapitalizm ya da faşizm olabiliyor; erkek şiddeti mücadele edilmesi gereken diğer şiddet türlerinin yanına eklenerek müstakil bir olgu olmaktan çıkarılabiliyor. Elbette hakim erkeklikler tüm bu sosyokültürel, ekonomik ve politik yapılarla etkileşim halinde oluşuyor ve etki alanlarını genişletiyorlar.
Ancak erkeklik eleştirisini ataerkillik dışındaki makro yapılara kaydırmak, sorgulamanın odağının kaymasına neden oluyor; örneğin, kapitalizm eleştirisi erkekliği görünmez kılmaya yarayabiliyor.
Tartışmanın tanıdık zemine çekilmesi, erkeklik özelinde bireysel sorumlulukla yüzleşmekten kaçınmayı da mümkün kılmış oluyor –kapitalizmle mücadele edilince otomatik olarak erkeklikle de mücadele ediliyormuş gibi bir paralellik kuruluyor.
Elbette burada kastettiğim, kadın emeğinin patron tarafından sömürülmesi eleştirisi yaparken ücretsiz ev içi emeğin tüm nimetlerinden faydalanmasıyla bir erkeklik çelişkisi olarak yüzleşen yazılar değil; bu tür farkındalıkların ne denli önemli olduğu açık.
Erkeklerin anlatılarındaki yüzleşme-kaçış dinamiğinden bahsederken neredeyse en sık başvurulanın kadınlar olduğunu vurgulamadan olmaz. Yazı dizisinin çok başlarında kendini gösteren ve sürekli tekrar eden bu hamle, normatif bir erkekliğin sürdürülmesinde kadınların rolüne işaret ediyor ve kadınların değişmesini eşitlik temelli cinsiyet ilişkileri kurulmasının neredeyse bir ön koşulu olarak ortaya koyuyor.
Elbette cinsiyet normları belli bir ilişkisellik içinde kuruluyor ve çok sayıda kadın bu normların toplumsal ve kültürel devamlılığını sağlamaya fazlasıyla katkıda bulunuyorlar. Zaten Erkeklik Çalışmaları’nın en işlevsel kavramlarından olan hegemonik erkeklik de bu dinamiğe vurgu yapıyor.
Erkeklerin ve kadınların çoğunluğunun açık ya da örtük şekilde rıza göstermedikleri bir erkekliğin hegemonik olması mümkün değil. Ancak erkeklerin dönüşümün öncelikli öznesi olarak kadınları işaret etmelerinde bariz bir kolaycılık olmadığını iddia etmek de benzer şekilde mümkün değil.
Yazı dizisinin çerçevesini belirleyen erkek şiddeti temasının, niyet edilenin bu olmadığını düşünsem de, bu kaçışı kolaylaştırdığına inanıyorum. Hemen bir parantez açarak belirteyim, kadınlara, çocuklara, hayvanlara ve zayıf görülen erkeklere yönelen şiddet karşısında erkeklerin net bir tavır almaları ve mücadelenin bir parçası olmaları son derece önemli.
Ancak, erkek şiddeti, fail olmayan ya da olmadığını düşünen erkeklerin kendilerini meseleden soyutlayabilmelerine kapı da aralayabiliyor. Cinsiyet temelli taciz, tecavüz ve mobbinge karşı olmak, üzerinde rahatça uzlaşılabilen bir tavır. Bu noktada, bazı yazılarda gördüğümüz, erkeklerin kendi şiddet eylemleriyle kamusal bir mecrada yüzleşebilmelerinin zorluğunu ve önemini görmezden gelmek istemem.
Ancak esas mesele, erkek şiddetine karşı olan erkeklerin bir şiddet vakasıyla karşılaştıklarında somut olarak ne yaptıkları. Örneğin, cinsiyet eşitliğini savunan bir erkek akademisyen, kadın asistanını taciz eden meslektaşı karşısında nasıl bir tavır alıyor? Tacizin sonlandırılması ve failin cezalandırılması konusunda açıkça çaba gösteriyor mu?
Erkekliği yalnızca şiddet çerçevesinde ele almak, negatif bir erkeklik hali ile araya mesafe koymayı kolaylaştırıyor. Araya mesafe konulmaya çalışılan erkeklik neredeyse homojen bir hale bürünüyor.
Soyut düzlemde kadınlığın yüceltildiği örnekler de benzer bir homojenleştirmeye dayanıyor. Eşitlikçi cinsiyet ilişkilerinin kurulması için değişmesi ya da sürdürülmesi arzu edilen tavır ve pratiklerin ne olduğu belirtilmeden kadınlığın övülmesi ya da erkekliğin lanetlenmesi görevini yerine getirmiş olma kolaycılığının da önünü açmış oluyor.
Tam da bu noktada, erkeklerin ayrıcalıklarından bahsetmelerinin ne denli önemli olduğunu vurgulamak isterim. Erkek egemenliğinin aile, okul, ordu, devlet, din gibi kurumlarda hangi ayrıcalıklarla sürdürüldüğünün detaylı analizi eşitlikçi bir dönüşümün temel unsurlarından biri.
Bu nedenle, kendi sektörlerinde kurumsal ve bireysel erkeklikler arasındaki dinamiğe işaret eden, bu iki düzeyin birbirini nasıl beslediğine dair örnekler sunan yazıların özellikle kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu yazı dizisinin çerçevesini erkeklerin ayrıcalıklarıyla yüzleşmeleri oluştursaydı genel tablo neye benzerdi, merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Buradan, Eleştirel Erkeklik Çalışmaları ile uğraşan bir akademisyen olarak, bianet’in erkeklik yazı dizisinde en büyük eksiklik olarak gördüğüm noktaya gelmek istiyorum: erkeklerin somut değişim örneklerinin ve önerilerinin son derece kısıtlı olması. Diğer bir deyişle, erkeklerin cinsiyet eşitlikçi bir erkeklik tahayyülünün neye benzediğine dair henüz pek bir fikirlerinin olmadığını açık etmesi, yazı dizisinin yarattığı hayal kırıklığının belki de en önemli sebebi.
Yüzleşme çabalarının kaçışlarla kesintiye uğratılması da, erkeklik ayrıcalıklarından açıkça ve etraflıca bahsetme konusundaki gönülsüzlük de elbette bu tahayyül eksikliği ile yakından bağlantılı. Bu dizide yer alan yazılarda, erkek şiddetinin faili ya da tanığı olan, bunu engelleyemeyen, sertlik ve agresiflik gibi özellikleri sergileyemeyen ve sergilemek de istemeyen erkeklerin, bu hakim erkeklik hallerinden duydukları rahatsızlık anlarını görüyoruz. Bu itirafların aksadığı, kendini aklama hamlesi olarak eleştirilmesini haklı çıkaran nokta tam da burada ortaya çıkıyor: bu itiraflara somut dönüşüm önerileri eşlik etmiyor.
Buradan çıkış yolu ne olabilir diye düşünürken aklıma iki şey geliyor. Birincisi, erkeklerin (ve kadınların) normatif erkeklikleri sorgulamalarını kolaylaştırmak üzere, Eleştirel Erkeklik İncelemeleri’nin bazı temel tartışma ve kavramlarını yaygınlaştırmanın ve tartışmanın odağına almanın yollarını aramalıyız.
Örneğin, erkeklik literatürünün son dönemde yıldızı parlayan kavramlarından olan “toksik erkeklik,” İngilizce medyada birçok tartışmanın çerçevesini çiziyor. Her ne kadar normatif erkekliklerin hangi maddi koşullarda oluştuğuna vurgu yapmadığı için kişisel olarak mesafeli dursam da, toksik erkeklik kavramı, normatif erkekliklerin yıkıcı etkisini vurgulaması dolayısıyla hem kadınları hem de erkekleri tartışmaya dahil etme konusunda oldukça işlevsel.
Benzer kavramların dolaşıma girmesine ve yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmak için bu alanda çalışma yürütenler olarak neler yapabiliriz, düşünmeliyiz.
İkinci olarak, cinsiyet eşitliğini dert edinen erkeklerin kendi içlerinde örgütlenme ve örgütlü hareket etme imkanlarının peşine düşmesinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Cinsiyetçi bir futbol marşını değiştirebilmenin ya da trans bir kadın muhabirin anaakım medyada iş bulmasını sağlayabilmenin en etkili yolunun bu olduğuna inanıyorum.
Cinsiyet eşitliğini dert edinen erkeklerin örgütlülüğü bu çabaların meşruiyetini artırma potansiyeli taşıdığı gibi, normatif erkeklik hallerinin dönüştürülmesi için hangi somut adımların atılabileceği konusunda da daha verimli bir çaba gösterilmesine olanak sağlayacaktır diye umuyorum. (NYS/HK)
* 52 Erkek 52 Hafta dizisinin analiz ve tartışma yazıları (21-26 Ocak 2019) Oslo Metropolitan Üniversitesi (Oslo Met) - Journalism and Media International Center (JMIC) mali desteğiyle yayınlanmıştır.