Bundan yaklaşık sekiz on sene önce farklı illerde 15’er kişilik erkek grubuyla ortalama 8-10 hafta süren farkındalık grupları yapmıştım. Bu nedenle erkeklerin “erkeklik” konusunda hele de kendi özel hikâyelerinden paylaşımlar yaparak konuşmasının çok zor olduğunu iyi biliyorum.
bianet’in 52 erkek /52 hafta çalışmasını merakla takip ettim. Onları gönülden kutluyorum.
bianet’in bu çalışmadan bir yayın çıkarmasının daha fazla okuyucuya ulaşmasının çok yararlı olacağını, hatta yapmaya devam ettiğimiz erkek grupları için önemli bir kaynak olacağını düşünüyorum.
Hem “erkeklik” konusunu tartışmak için gruplara katılan hem bianet’in 52 hafta/52 erkek çalışması için yazan bu erkeklerin kadın mücadelesi içindeki yerini Bel Hooks aşağıdaki gibi tanımlamış.
“Erkek olmanın ayrıcalığından sıyrılmış, feminist politikaya kucak açmış bir erkek mücadelemizde değerli bir yoldaşımızdır ve hiçbir şekilde feminist mücadele açısından tehdit değildir. Buna karşın, feminist hareket içine sızan ve cinsiyetçi düşünce yahut davranıştan vazgeçmeyen bir kadın ciddi tehdittir. “(Feminizm Herkes İçindir- İkinci Bölüm, Bilinç Yükseltme)
Yukarıdaki alıntı ve deneyimlerimiz kadın mücadelesinin erkeklere karşı değil, “erkeklik” normları ile yaşayan erkeklere ve kadınlara karşı olduğunu göstermektedir.
Bu farkındalık feminist politikayı güçlendiren son derece önemli bir kazanımdır.
Erkeklerle yaptığımız çalışmalardan aklımda kalan çok şey var elbette. Ama aradan bunca yıl geçmesine rağmen her hatırladığımda içimi sızlatan bir tanesini paylaşmak istiyorum.
Çalışma sırasında kadınların ve erkeklerin şiddeti nerelerde, nasıl yaşadığını ve şiddet uygulayanların kimler olduğunu yaza yaza ilerliyor sonra da kadınlar ile ilgili listeyi erkekler listesi ile karşılaştırıyorduk.
Üstüne de şiddetin ruhumuzda ve bedenimizde açtığı yaraları ve maliyetlerini konuşuyorduk. İsteyenler ara sıra özel paylaşımlarda da bulunuyordu.
Erkeklerden biri bu tartışmalar sırasında önce suskun kaldı sonra da öfkelenmeye başladı. İçimizden biri “Artık duygularımızı öfkeyle bastırdığımızı biliyoruz. Senin öfkenin altında yatan duyguyu paylaşsana” deyince anlatmaya başladı.
“Evin büyük oğlan çocuğu olarak bana çok değer veren babam annemi yıllarca dövdü. Annem biz duymayalım diye sessizce katlanmaya çalışsa da şiddet dayanılmaz olduğunda sesini duyardık. İşte o zamanlar ben odama geçer, annemin sesini duymamak için müzik dinlerdim. Sesler kesilip odamdan çıktığımda babam dövmekten yorulup dinlenmeye çekilir, bazen de keyifle yer içerdi. Annem ise vücudu morarmış, ağlamaktan gözleri şişmiş bir şekilde babamın dayak sonrası taleplerine koşturmaya çalışırdı. Surat asıp küsmeye kalksa yeniden dayak yerdi. Genç sayılabilecek bir yaşta önce yatalak olup yıllarca yerlerde süründü. Sonra da ölüp gitti. Daha o hayattayken babam, artık annemin işe yaramadığını düşünerek evlenmeyi planlamıştı.
"Bütün bunlar olup biterken ben seyirci kalmıştım. Çünkü bana göre babamın annemi dövme hakkı vardı. Sadece ara sıra keşke fazla ileri gitmese diye düşünürdüm.”
Bütün bunları sesli sesli, hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlattı.
Diğer katılımcılar sessizce dinlediler. Muhtemelen içlerinden bir kısmı benzer deneyimlere sahipti.
Hikâyesini anlatan erkek;
“İkisi de ölüp gitti. Ben şimdi ne yapacağım? Bu acıyla nasıl baş ederim?” diye soruyordu gruba.
Katılımcılar hissettiklerini, düşündüklerini paylaştılar. Sonra da konuşulanlardan bir sonuç çıkardık.
“Biz yetişkin erkekler ve kadınlar geçmişte doğru olduğunu zannettiğimiz şeyler yaptık. Sistem bizi suçlu yaptı. Şiddet uyguladık ya da tanık olduğumuz şiddete ses çıkarmadık. Yanlış yaptığımızı şimdi anlayabiliyoruz. Şimdi acı çekiyoruz."
Bu iyi bir yaklaşımdı. Ayrıca başka ne olabilirdi ki?
Ben orta ve ileri yaştaki erkeklerin bu suçluluk nedeniyle daha çok sustuğunu düşünüyorum. Gençlik bu konuda daha paylaşımcı, katılımcı. Çünkü elleri temiz.
Giderek “erkeklik” konusunda yazan, konuşan, çalışan erkeklerin sayısı çoğalıyor. Büyük bir kazanımdır bu.
“Kişisel olan politiktir” söylemi de kadın hareketinin son dönemlerdeki en önemli kazanımlarından birisidir.
Bence bu söylem büyük ölçüde hayattaki karşılığını bulmaya başladı.
Biz kadınlar “özel alan” olarak tanımlanan evlerimizde yaşadığımız her türlü şiddetin, tecavüzün, bizi eve kapatan, toplumsal yaşamdan kopuk yaşamamıza neden olan uygulamaların, ataerkil sistemin sistematik uygulamaları sonucunda yaşanan mağduriyetler olduğunu öğrendik.
Bu mağduriyetlerden kurtulmanın yolunun da insan haklarından, hukuktan, yasalardan, ekonomiden, seçme ve seçilme hakkından, geleneksel kadınlık ve erkeklik algılarının değişmesinden geçtiğini öğrendik/öğrenmeye başladık.
1996’da yapılan bir çalışma kadınların yüzde 95’inin şiddeti kanıksamış olduğunu gösteriyordu. Kadınlar “hem seviyor hem dövüyor” diyerek şiddeti kadınlık durumunun bir parçası olarak tanımlıyorlardı.
Prof. Dr. Yeşim Arat ve Doç. Dr. Ayşe Gül Altınay’ın 2008’de yapmış oldukları bir araştırma[1] ise “Görüşülen kadınların ezici çoğunluğunun 'haklı görülebilecek dayak yoktur' ” dediğini ortaya koymuştu.
KAMER’in 2018 raporları ise kadınların yüzde 95’inin “haklı şiddet yoktur” dediğini gösteriyor. En önemlisi, kadınların şiddeti fark edip reddetmeleri, saklı tutmamalarıdır ki, en azından bu sonuca büyük oranda ulaşıldığını söylemek mümkün. Kadın hareketinin bu başarısının temelinde yatan “kişisel olan politiktir” yaklaşımının kazanımı ve bu kazanım sonucunda kişisel olanın paylaşılmaya başlanmasıdır.
“Kişisel olan politiktir” yaklaşımı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve ayrımcılığın toplumsal bir sorun olduğuna, kadın-erkek toplumun tüm kesimlerinin ortak mücadelesi ile çözülebileceğine işaret eder.
Biz kadınlar yıllar önce can havliyle giriştiğimiz mücadelede kendimize uygun yöntemler bularak mücadele etmeye başladık. Ama eksiktik. Yanımızda erkek yoldaşlar olmazsa hep eksik kalacaktık.
Şimdi “erkeklik” meselesini sorgulayan erkekler olmaya başladı.
Bize düşeni yine Bell Hooks’un Değişme İsteği-Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabından alıntılayarak yazmak istedim.
“Erkekleri değişim yönünde güçlendiren iyileşme kültürü yapım aşamasında. İyileşme yalnızken gerçekleşmez. Seven ve sevmeyi isteyen erkekler bunu bilir. Kalplerimizi ve kollarımızı açarak onları desteklemek zorundayız. Eve dönüş yollarını bulmaya çalışırlarken, değişme isteğini hayata geçirirken, yaralı ruhlarının sığınabileceği bir sevgi sunarak, onları sarmaya hazır bir şekilde durmamız gerekiyor.” (NA/APA)
[1] Türkiye’de kadına yönelik şiddet Ayşe Gül Altınay-Yeşim Arat Syf.93
* 52 Erkek 52 Hafta dizisinin analiz ve tartışma yazıları (21-26 Ocak 2019) Oslo Metropolitan Üniversitesi (Oslo Met) - Journalism and Media International Center (JMIC) mali desteğiyle yayınlanmıştır.