bianet’te erkeklerin erkek şiddeti üzerine yazdığı, kendi kendine baktığı bu yazı dizisini okumam, tesadüf eseri erkeklikle ilgili yazılmış bir kitabı, bell hooks’un “Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi” (BGST Yay., Mart 2018) kitabını okumamla aynı zamana denk geldi. hooks, kitapta beraber büyürlerken erkek kardeşinin erkekliği nasıl öğrendiğini ve bu arada neleri kaybettiğini şöyle anlatıyor:
“Erkek kardeşim çocukken, diğer birçok oğlan çocuğu gibi, sadece kendini ifade etme arzusu duyuyordu. Münasip erkekliğin katı senaryosuna uymak istemiyordu. Bu nedenle ataerkil babamız onu aşağıladı ve alaya aldı. Erkek kardeşimiz küçükken evde sevgi dolu bir varlıktı; şaşkınlık ve sevinç gibi duygularını ifade edebiliyordu. Ergenlik döneminde ataerkil düşünce ve eylem kardeşimizi ele geçirdikçe, kardeşim müşfik duygularını gizlemeyi öğrendi. Ergen oğlan çocuklar için ‘doğal’ görülen yabancılaşma ve antisosyal davranış içine girdi.” (hooks 2018, 27)
Erkekliği ve erkekleri dönüştürmenin, değiştirmenin en önemli adımı kuşkusuz erkeklerin kendi erkeklik deneyimlerine ve erkeklik kavramına bakmaları. Duygularını gizleme ve kendine yabancılaşma pratiğini kimliklerinin bir parçası olarak öğrenen erkekler içinse, kendine ve deneyimlerine bakmak zor ve cesaret isteyen bir iş. Soyut bir kavram olarak erkekliği konuşmak, eleştirmek ya da kadınların erkekler ve erkeklik tarafından ne kadar çok ezildiğini çeşitli şekillerde anlatmak bunun biraz daha kolay bir yolu. Bence daha zor olan ve gerçekten dönüştürücü olan erkeklerin kendi deneyimlerine dönüp bakması, eleştirdikleri erkeklikteki paylarını sorgulaması. Murat Çelikkan’ın yazısının başlığı (Delirmiş Olmalıyım) bu bakımdan çok anlamlı: Erkeğin kendine ve erkekliğe bakması, sorgulaması neredeyse bir delilik gibi düşünülüyor.
Bu nedenle hepsini çok önemli ve değerli bulduğum 52 yazıdan okur olarak benim için öne çıkan, erkekliğe dışarıdan bakan biri olarak en çok merak uyandıran, kendine samimiyetle ve dürüstlükle bakan anlar ve o anların anlamı oldu. Yazarların giydikleri sandaletin renginden utandıklarını, telefonda neden prezervatif kullanmadıklarını soran eski sevgililerine diyecek laf bulamadıklarını, yemek hazır değil diye dolaptan peynir domates çıkartıp yiyen babanın evde yarattığı sessiz dehşeti okumak erkekliğin nasıl kurulduğuna dair teorik birçok laftan daha can alıcıydı.
Yenal Bilgici kendi yazısında erkeklerin artık susması gerektiğini ve (kendisi de dahil) yapacakları yüzleşmelerin samimi olamayacağını söylüyor. Söz söyleme iktidarını bir kenara bırakmanın ve kadınların sözüne yer açmanın önemi tartışılamaz, bu konuda kendisine katılıyorum. Bu söylediklerini Fırat Yücel’in itiraf ve yüzleşmenin bir (eril) iktidar aracı olarak kurulması konulu yazısıyla beraber düşünmek de gerekli. Ama öteki yandan, samimiyetle söylenecek sözlere de alan açmak ve bu konuda daha fazla çaba göstermek, eleştirilen egemen erkeklikten farklı yeni bir erkeklik kurmak için gerekli diye de düşünüyorum. Bu bağlamda, Barış Ünlü’nün entelektüel erkekliğin iktidarı üzerine düşündüğü ve Can Tonbil’in “açüklamadan” bahsederken de “açükladığı” endişesi taşıdığı yazıları da hem erkeklik konusunda konuşup hem de bilginin iktidarını tekrar kurmamayı nasıl başarırız sorusunun ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor.
Yukarıda dediğim gibi, kendi deneyimlerine erkekliği anlamak için dönüp bakmak bazı konularda daha kolay. Bazı deneyimleriyse belki onları normalliğin görünmezliğinden çıkartıp işlemek daha ender gördüğümüz bir şey. Bu bağlamda, bu yazıları okurken keşke daha fazla anlatsalardı diye düşündüklerim oldu. Mesela Mahir Ünsal Eriş’in ve Olkan Özyurt’un babalık deneyimlerini anlattığı yazıları, hem erkeklerin çok alışık olmadıkları bakım veren (caregiver) olma deneyimini, hem de çok önemli bir erkeklik aşaması olarak babalık deneyimini içeriyor. Bir erkek çocuk babası olanlar için, içinde başka bir erkek adayına erkekliği de öğretmek kısmı da var hatta. (Olkan Özyurt’un kız çocuk babası olarak deneyimlerini ise ayrıca merakla bekliyorum tabii.) Babalık deneyimini başka erkeklerden de duymayı, başka yaşlarda, ergenlikte ya da yetişkinlikte bir erkeğin oğluyla, ya da kızıyla nasıl ilişki kurduğunu okumayı çok isterdim. Yazıların birçoğunda (edebiyat ve popüler kültür örneklerinde de) erkek çocuk gözünden babayla ilişkiye atıf var, ama tersi daha az.
Ya da örneğin erkeklerin diğer erkeklerle ilişkilerinin daha eşit/yatay halleri: erkek dostlukları, yoldaşlık, kan kardeşliği ilişkilerini okumayı isterdim. Ya da hazır şiddetten de bahsederken, rakip olma, düşman olma hallerinde diğer erkeklerle kurulan ilişkiler, bunların dönüştürücülüğü. İki erkek arasındaki daha kişisel ve bir anlamda daha mahrem ilişkiler. Erkek sürülerinden söz eden birkaç yazı var, ama sanki iki erkek arasında daha mahrem, daha derin bir ilişki kadınsı, efemine, tehlikeli bulunuyor –Tanıl Bora’nın değindiği erkek erkeğe olma durumlarının mahremiyeti içeren değil bilakis dışlayan bir durum yaratması geliyor aklıma. Edebiyatta da genelde kadınlar arası yakın dostluklar konu edilir ama erkeklerin birbirine fazla yaklaşması, fazla açılması biraz da homofobik bir tedirginlik yaratıyor. Belki de o yüzden “erkek sürüleri” var: erkeklerin birbirini gözetim altında tutma mekanizması olarak.
Bir de insan olmayanlarla, hatta canlı olmayanlarla kurulan ilişkilerdeki erkeklik hallerini merak ediyorum: bir erkeğin otomobille kurduğu ilişki, trafikteki erkeklik ve bunun getirdiği şiddet örneğin. Burada Özcan Sapan’ın yazısındaki halk otobüsü ve taksi kelimelerinin evlilik dışı ilişki kurulan kadın anlamında kullanıldığı anekdot, egemen dil ve erke şiddeti arasındaki ilişkinin yanı sıra, bana erkeklerle otomobiller arasındaki ilişkiye dair başka neleri bilmediğimizi düşündürttü. Ya da yazılarda geçse de az sözü edilen erkeklik-silah ilişkisi; çok erkeksi bir alan kabul edilen bilgisayarlarla erkeklerin nasıl bir ilişki kurduğu; pek erkeğe ait görülmeyen ev içi alanda, ev eşyasıyla erkeklerin ilişkisi—örneğin “baba koltuğu” kavramı—yine erkekliğin nesnelerle birlikte kurulan parçalarına örnek olabilir.
Yazılarda erkekliğin soyut ya da ilişkisel halleri en çok göze çarpanları. Daha somutlaşmış, bedenleşmiş hallerine olan referanslar biraz daha az. Bir erkeğin kendi bedeniyle kurduğu ilişkinin izlerini fiziksel şiddet görme ya da gösterme anlarında görüyoruz ya da hissedilen gurur, utanç, korku, üzüntü, öfke anlarında. Burada beni en çok şaşırtan, kimsenin sünnet anılarından bahsetmemiş olması oldu. Hem bu ülkede erkekliğin en önemli ritüellerinden olan, hem de bir taraftan bedene yönelik şiddet olarak değerlendirilebilecek bir an, acaba bastırıldığından mı, yoksa normalleştiği için mi hiç gündeme gelmemiş diye düşündüm. Belki de her ikisi de. Bir başka çok önemli erkeklik eşiği olan, üstelik erkeklerin şiddetin kurumsal haliyle tanıştığı zorunlu askerlik de yine birçok yazarın dokunup geçtiği, ama çok detaya girilmemiş bir alan.
Bu sözünü ettiğim, keşke olsa dediğim konular bu yazıların bu haline bir eleştiri değil aslında. Bir yazıya yapılabilecek en büyük haksızlıklardan birinin “neden bundan da bahsetmedin” eleştirisi olduğunu düşünüyorum. Sadece dışarıdan bakan meraklı bir göz olarak, çok kıymetli bulduğum ve devamının da gelmesini umduğum bu dizideki sonraki yazarlara birkaç soru bırakmak istedim. Belki kendine dönüp bakmanın ve bu vesileyle erkekliği dönüştürmenin bu uzun ve kolektif yolunda bir katkı olur umuduyla. (ME/HK)
* 52 Erkek 52 Hafta dizisinin analiz ve tartışma yazıları (21-26 Ocak 2019) Oslo Metropolitan Üniversitesi (Oslo Met) - Journalism and Media International Center (JMIC) mali desteğiyle yayınlanmıştır.