*Fotoğraflardan bazıları William Friedkin imzalı Cruising filminden, bazıları internet ortamından alındı.
Genç adam dişçisinin Harbiye’deki muayenehanesine gitmek üzere Cihangir’deki evinden yola çıkmış, Sıraselviler Caddesi'nden yürüyerek Taksim’e ulaşmıştı.
Belirli bir yaşı olmasına rağmen diş doktoru Füreyd Dosdoğru’yu çekici bulduğundan Nisan ayının normallerinde seyreden havaya uygun olarak kendine en çok yakıştırdığı güderi ceketini giymişti.
Kahverengi ceketin bir cebinde babasının verdiği yüklüce miktarda muayene parası, diğer cebinde çalıştığı vakfın Konyalı restoranda misafirlerine ikram edeceği yemeğin parası vardı.
O nemli ve gri havada, aslında seyrek olarak uğradığı Gezi Parkı'ndan sabah sabah geçmeye karar verdi. Daha önce rastlamış olduğu parkın müdavimlerinden biriyle karşılaşır karşılaşmaz göz temasıyla uzaktan irtibat sağladılar; o önden, kendisi arkadan güpegündüz kuytu bir yer arayışı için Maçka yönünde yürüyüşe geçtiler.
Jigololuk yaptığını bildiği adam yolu uzatıp duruyor, kendini göstermemeye çalışan bir arkadaşı ikisini belirli bir mesafeden sanki takip ediyordu.
Çekiciliğinin zirvesinde hisseden genç adam kendisinden para istenebileceğini düşünmüyor, olası risklere rağmen niyetinden vazgeçmişe de benzemiyordu.
İstanbul Teknik Üniversitesinin Mimarlık Fakültesi binası geçildikten sonra korunun içine daldılar ve baharla birlikte coşmuş ağaçların arasındaki daracık patikalardan o zamanlar inşa halindeki Şişli evlendirme dairesine ulaştılar.
Çiğ betondan bir dekorda yakınlaşmaya başladıklarında jigolo eliyle genç adamın güderi ceketinin ceplerinden birine hamle yapınca işlerin sarpa sarmaya başladığı anlaşıldı.
İkisinin arasında, kolların bilek seviyesinde birbirinin hareketlerini kısıtlamaya çalıştığı küçük çaplı bir boğuşma başlamıştı. Genç adamın endişesi iyice artmıştı; buna benzer bir mücadeleye ancak çocukluğunda abisiyle yaptığı kavgalarda girdiğini hatırlıyor, abisini minnetle anıyordu.
Derken jigolo cekete kuvvetle asılıp cebin astarından yırtılmasını sağladı ve genç adam kurtulmak için dişçi parasını feda etmesi gerektiğine karar verdi.
Fakat jigolo sanki diğer cepteki paranın da kokusunu almıştı; karşı gelmesini hiç beklemediği avının direncini kırmak için cebinden minnacık da olsa bir çakı çıkardı. Oysa genç adam yıllarını verdiği vakfın parasını kaptırmaya kesinlikle niyetli olmadığından can havliyle jigolodan kurtulmak için ani bir hamle yaptı ve avucunda, hayat çizgisinin üzerinden iki kere geçen hilal biçiminde bir yarık oluştu.
Genç adam “Gördün mü yaptığını?” dercesine jigolonun suratına baktığında saldırganın renginin solduğunu fark etti. Boğuşma ikisinin de tahmin etmediği bir seviyeye ulaşmıştı, fakat esas kuvvetli olması beklenen taraf o andan itibaren doğabilecek komplikasyonlara hiç de hazır görünmüyordu.
Bu şaşkınlığın bilincine varan genç adam tüm gücünü toplamak suretiyle kollarına adeta yapışmış jigolodan kurtulmayı becererek kendini binadan dışarı atmaya muvaffak olmuştu. Şeref stadının arkasından Talimhane’ye çıkan arabalara doğru yemyeşil rampadan aşağıya koşarken kan avucunu çoktan doldurmuştu; arkasında tam kapatılmamış bir musluk misali çimlerde kırmızı bir iz bırakıyordu. Jigolonun, kendini bir şekilde afişe etme riski olduğundan peşinden gidecek hali zaten yoktu.
Refüjleri aşarak asfalt yola ulaştığında genç adamın kanayan eli dışında, ceketi parçalanmış, gömleği pantalonundan fırlamış, kemeri çözülmüştü; birçok kişi onu arabasına almayı reddetti, ta ki merhametli bir taksi şoförü ona acıyıp yaralı ele dikişler atılacak Taksim İlkyardım hastanesine götürene kadar. Bu arada diş doktoru Dosdoğru ile randevusu iptal olmuş, vakfın yemeğinde mihmandarlık mecburen başkasına devredilmişti.
Saldırganıyla yüzleşmek için ilerleyen günlerde genç adam Gezi Parkı'na defalarca uğrayacak, fakat öfkesini sadece jigolonun işbirlikçisi olduğuna inandığı kişiye ufak tefek sözel tehditlerle kusabilecekti.
Böyle bir vakada polise başvurulması ne yazık ki düşünülemezdi…
Zaten aslında parklar hiçbir zaman genç adamın favori “sosyalleşme” mekânları olmamışlardı. Bir zamanlar revaçta olan Aksaray’daki Güneş, Beyoğlu’ndaki Saray sinemalarının karanlık ve steril olmayan ortamı da onu pek cezbetmiyordu.
İstiklal caddesinde volta atmak daima verimliydi ama en çok geleneksel hamamlarda tatmin oluyordu.İstanbul’un tarihî mahallelerindekiler bir yana, biraz da rehberlik mesleği sayesinde Trabzon’dan Antalya’ya, Erzurum’dan Kayseri’ye, Iğdır’dan Eceabat’a, memleketi boydan boya defalarca kat ederken bedenini cömertçe teşhir edebildiği hamamlar ne de olsa temizliğin şahikası sayılırlardı…
Metruk kalede heyecan
Küba’nın başkenti Havana’da ise açık havada erkeklerin birbirlerini tavladığı yegâne mekân terk edilmiş tarihî bir kale. Oranın müdavimleri de polisten şikâyetçi, çünkü yapılan ani baskınlarda saldırganlara, hırsızlara veya kabadayılara dokunulmuyor; daha çok efemine tavırlarıyla dikkat çeken “şehvet kurbanları” gözaltına alınıp götürülüyor.
Oysa bir eşcinselin dediği gibi, insanın aklına Al Pacino’lu Devriye (Cruising) filmini getiren bir mizansenle, ancak sivil polislerin pasif eşcinsel rolüne bürünmesi suçluların yakalanmasını mümkün kılabilir.
Kübalı genç sinemacı Damian Sainz Edwards’ın elinden çıkma Batería (Batarya) adlı belgesel, seyirciyi seks arayışında adrenalinin daima yüksek olduğu ortamlardan birine taşıyor. 15 dakikalık da olsa atmosfer yüklü yapım bizi heyecanlandırıp kahramanlarıyla empati kurmamızı sağlıyor.
Aynı ortamda çekilmiş son eseri, kurmaca Cimarrones (Kaçaklar/The fugitives) 2021 Berlinale’sinin Ortak Prodüksiyon bölümünde boy göstereceğinden bu şirin belgesel de bir şekilde gündeme düşmüş.
Filmde kamera mütemadiyen hareket ederek seks arayışı içindeki bir kişinin gözleri haline bürünüyor, tropikal bir kırlığın ortasındaki kaleye patikalardan ilerlerken gerginlik had safhaya ulaşıyor.
Aslında somut olarak herhangi bir aksiyona şahit olmuyoruz. Çalılıkların üzerine fırlatılmış yorgun bir prezervatif, sırtını fark ettiğimiz anda kaybolup giden melez tenli, filinta gibi bir erkek, uzaktan hayal meyal duyulan polis sirenleri ve sadece nefesini paylaştığımız mihmandarımız…
Yıkılmaya yüz tutmuş küflü duvarların yanından geçiyor, metruk kalenin gizemli merdivenlerinden alt katlara iniyor, karanlık koridorlarda adeta şansımızı zorluyoruz; yanık bir dalla çiziktirilmiş grafitiler, koskoca bir fallus resmi, boş odalarda yankılanan, melodik olduğu kadar şuh bir ıslık…
Eşcinsellik komünizmde zor
Dünyada ayakta kalmış bir çeşit komünizmin son kalesi Küba rejiminin eşcinselliğe sıcak bakmadığı üst ses olarak dinlediğimiz kahramanlarımızın anlattıklarından belli.
Her ne kadar son senelerde belirli adımlar resmen atılmış olsa da toplumsal baskı eşcinselleri hâlâ gizlenmeye zorluyor:
“Sevgilimle Havana ve çevresinde rahatsız edilmeden olabildiğim yegâne yer burası. Saatlerce onunla sohbet edebiliyor, ne istersem yapabiliyorum…”
Kamera tedirgin gezintisini sürdürürken bir diğer eşcinsel anlatıyor:
“Evde ne olduğumu biliyorlar, ama evde fazla el kol hareketi yapmamaya çalışıyorum. Anlayacağınız daha içe dönük biri gibi. Ama buraya geldiğimde rahat ediyorum. Zaten babam bilmiyor ve onun karşısında öyle değilim…farklı kişilikleri bünyemde taşıyorum. Mümkün olduğunca erkeksi olmaya çalışıyorum. Hakkımda parti kraliçesi, büyük kuir veya çılgın hanım evladı denmesini istemiyorum…”
Saldırıya uğrayan bir müdavim ise tatsız hatırasını aktarıyor:
“Seks yaptıktan sonra boğazıma bıçağı dayayıp para istedi…ama kötü bir tecrübe edindim diye buraya gelmekten vazgeçecek değilim, şehirde bu tip başka piyasa yerleri yok ki!”
“Farklı olduğunu hissediyorsun ve kendinle yüzleşmek için cesarete ihtiyacın var; akabinde ailenle sonra da seni yargılayan ve eleştiren toplumla yüzleşmen lazım.”
“Yüksek duvarlar ve dikenli teller korumalı bizi; hususi kimliklerimiz olmalı ve gizli bir cemaat oluşturmalıyız” gibi ütopik düşünceleri olan da var aralarında. Ne de olsa memleketteki baskı sürüyor; belgeselde hikâyelerini, bakış açılarını, fikirlerini paylaşanların kimliklerinin gizli kalmasını tercih etmiş olması bunun ispatı sayılmaz mı?
Gezi Parkı mağduru, hamam sever genç arkadaşa gelince; birkaç sene sonra, saldırıya uğradığı Şişli evlendirme dairesinin ta kendisinde evlendi ve 25 senedir evliliğini bir şekilde sürdürmekte.
Her ne kadar kısa bir zaman öncesine kadar hamamlar da Arap müşterilerin yoğun ilgisine mazhar olup erkeksi tavırları için televizyon dizilerinden ve porno endüstrisinden feyz alan yerli delikanlılarla dolup taşsa da, ananevi yıkanma ritüellerini tekrar yerine getirmek için pandeminin bitmesini sabırla bekliyor!
(MT/EMK)