*Görsel betimleme: Fotoğraf, 'Sauna günü' belgeselinden bir kare. Bir gölette yüzen iki kişi görülüyor. İki erkek, çıplak şekilde suya girmiş durumda. Bir tanesi suyun daha derin kısmına doğru yüzüyor, diğeri ise dizlerine kadar suya yeni girmiş. Etrafları yoğun yeşilliklerle ve ağaçlarla çevrili.
Bedensel formunun zirvelerindeki Ricky Martin ile baş başa, İstanbul Hilton otelindeki buhar odasında ter döke döke sohbet ediyorduk. Müzik kariyerinde emin adımlarla yükselmekte olan genç şarkıcı tam karşımda dizleri birbirinden mesafeli, çırılçıplak oturuyor; ben de çocukluğumdan beri beni bırakmayan çıplaklık alışkanlığımla barışık, onu arzulamaya hızla başladığımı hissediyordum.
Porto Riko kökenlerinden yola çıkarak Ricky’ye kendi adalılığımdan söz ediyor, ortak yanlarımızın muhabbeti koyulaştırması dışında bizi yakınlaştırdığını da görüyordum (şampiyon tenis oyuncusu değil de gey porno aktörü Agassi’yle yıllar sonra yaşanacaklar misali…).
O güne kadar çekicilikle bağdaştırmadığım, hatta bakışlarını ve tavrını soğuk bulduğum selvi boylu genç Ricky gayet rahat, mütevazı ve samimiydi; anlattıklarıma güler yüzle karşılık veriyor, birazdan daha da sıcak bir şeyler yaşanacağının işaretlerini veriyordu.
Derken hemen yanıbaşımızdaki saunaya geçtik; bunu ortam daha loş olduğu için mi yaptık hatırlayamıyorum, fakat aramızdaki kimya tekrar kızışmışken mekânın bir diğer müdavimi, bu erotik gerginliği hissederek mi ne, saunanın içine dalarak sanki nemalanmaya girişti.
Tılsım bozulmuştu, sabırsız mizacım beni hemen dışarı çıkmaya itti.
Soğuk su havuzuna kendimi hızla atıp çıktığımda mekânın hamam sorumlusu beyaz ve pürüsüz tenli Ricky’ye kese saatinin geldiğini ilân ediyordu.
Onu çakma hamamın göbek taşında gene çırılçıplak ama köpüklerle adeta kamufle edilmiş halde görünce, sanki kıskandığım tellağın, aramızda az önce bir şeyler yaşandığını sanması için Ricky’ye laf attım… Karşılıklı gülüştük.
Lakin o zamanlar hiç beklemediğim bu karşılaşma beni mutlu etmiş, gururumu okşamıştı; “bu kadarı bile bana yeter” dercesine bu anekdotu yıllardan beri anlatır dururum…
Caravaggio estetiği
Sauna günü adlı belgeselin ilk sekansında yan yana oturmuş çırılçıplak birkaç erkeği, tesadüf bu ya, tam karşıdan görüyoruz. Işık olması gerektiği gibi loş; kamera korkusundan mı ne, her birinin elleri önde birleşmiş.
Çoğu yaşlı ve göbekli dedeler, sağ taraflarında bir ergen oğlan ve onun yanıbaşında babası olabilecek yaşta yakışıklı bir adam, terleyip duruyorlar.
Kamera biraz hareket ettiğinde bankın ters ucunda ortalamaya göre esmer, gene çekici, olgun bir erkek daha görüyoruz. Sıcaklığın çok yüksek olmasından mı ne, muhabbetler gayet havadan sudan; bu fazlasıyla yakın mesafedeki sosyalleşme daha enteresan mevzulara evrilmez mi acaba?
Derken ısıyla mücadeleyi baba tipli adamla diğer yakışıklının “kazandığını” görüyoruz, diğerleri saunayı çoktan terk etmiş; ortada bir gerginlik var ama icraat yok!
Lakin esmer olanı eline huş ağacı dallarından oluşmuş demeti alınca tansiyon artıyor. Profilden gördüğümüz parlak kıçı gayet muntazam baba kılıklısı yüzüstü ve gözü kapalı, üst banka yatmış, bedeninde usulca dolaşan yaprakların tadını çıkarıyor. Fakat tempo ve şiddet arttıkça artıyor. İlk etaptaki yumuşacık temaslar adeta kırbaç darbelerine dönüşüyor, vuranın nefes nefese kalışının dışında diğerinin acı acı inleyişini duyuyoruz…
Filmin iki yönetmeninden Anna Hints’in dediğinden ilhamla, karşımızdaki tablo yorgun iki savaşçının Caravaggio tarafından resmedilmiş halini andırıyor; kasları iyice uyarılmış iki kahramanımızın vücutlarının muhtelif köşelerine yapışmış yaprak parçacıkları da cabası…
Ya dışarıdan, artık saunayı boşaltmaları gerektiğini hatırlatan, eşleri olduğunu tahmin ettiğimiz kadınların ısrarlı bağrışlarına ne demeli!
Ya sonra?
Akabinde ikisini, gene çırılçıplak ama arkadan, cennet gibi bir göle girerken görüyoruz. Etraf bereketli bir yeşile bürünmüş, su ayna gibi…
İkisini sırt üstü, asgari hareketlerle yağ gibi suyun üstünde durup huşu içinde bedenlerine işleyen soğuğu iliklerinde hissederken takip ediyoruz.
Derken baba kılıklı olanı, bir Japon balığını andıran küçük el hareketleriyle diğerine yanaşıyor ve…
Erkek dünyasına derinlemesine nüfuz edebilmek için karşı cinsten Tushar Prakash ile gücünü birleştiren Anna Hints, ödüllü Sauna kızkardeşliği (Smoke sauna sisterhood) adlı belgeselindeki tecrübesini 2024 Estonya yapmı 13 dakikalık Sauna günü’ne (Sannapäiv/Sauna day) tevazuyla yansıtıyor.
Filmin esas mekânı saunaya dışarıdan ekstra ışık taşımayarak ortamı tabii haline en yakın ışıkla görüntülüyor. Filmin atmosferini katmerlemek üzere, kamera sık sık belirli bir noktaya sabitlendiğinde ortamın diğer kısımlarında olanları gayet detaylı ve itinalı bir ses kaydıyla takip ettiğimizi de unutmayalım.
Şiddetle inip çıkan huş ağacı dallarının hızına yetişemememiz de boşuna değil.
Öylesine sıcak bir ortamda çekim gerçekleştirmenin herkesin harcı olmadığı belli.
Fakat senaryonun bize işaret ettiği kadarıyla, erkeklerin hemcinsleriyle baş başa kaldıkları anlar kadınların baş başa kaldığı anlar kadar verimli değil sanki. Her nesilden kadınların yıllardır içlerinde tuttuklarını açık açık paylaştıkları gibi bir ortam değil sauna, en azından bu filmde gördüğümüz erkekler için.
Gene belgesel yönetmenlerinin ifade etmiş olduğu gibi erkekler için normal hayatta ifade edilemeyen ne varsa saunada da dillendirilemiyor. Canlandırma olsa da filmin iki kahramanı için sanki dillendirilemeyenin derinden hissedildiği gergin bir ortamın çözümsüzlüğüne veya romantizmine biz de saplanıp kalıyoruz…
Çıplaklığın bir tabu olmadığı kuzey ülkeleri kültüründe, genelde ailece takılınan saunalara kıyasla daha şaşaalı, hatta çok daha hoyrat bir atmosfer için filmin iki yönetmenini fevkaladeliğin fevkindeki geleneksel Osmanlı hamamlarında ağırlasak yer yerinden oynamaz mı?
(MT/AS)