Velhasılı kelam,
Onlar vurdu.
Biz büyüdük...
1990'lı yılların en anlamlı sözcükleriydi o malum iki kelime: "Siyasal çözüm". Şırnak'taydık. Şırnak, ağır bir taarruzdan, saldırıdan sonraki günlerini yaşıyor. Yaralarını tedavi etmekle meşguldü.
Üç kamyondan oluşan gıda ve giyim malzemelerini on kilometrede bir kontrol noktalarından geçerek şimdilerde dört saatte varılabilecek yere, Diyarbakır'dan iki günde ancak ulaştırabilmiştik birkaç arkadaşla.
Dönemin Şırnak Belediye Başkanı araç penceresinden hedef gözetmeksizin taranan, caddenin sağlı sollu iki yanında dizilmiş işyerlerinin harap olmuş halini göstererek anlatmış.
Evinin çaprazında üst köşesindeki askeri birlikten atılan mermilerin, evindeki izlerini, delikleri göstermiş, çocuklarının evin bodrumuna sığınarak ancak kurtulabildiklerini anlatmıştı.
Müdür öfkeyle: Ne siyasal çözümü kardeşim!
Götürdüğümüz malzemelerin dağıtımını yapmadan önce şehrin "muhterem zevatına" mutat ziyaretlerimizi yapmıştık. Ziyaretlerimizden en ilginci dönemin Şırnak Emniyet Müdürü'ne yaptığımız ziyaretti.
İçeri girdiğimizde müdürün odasında bir de "sivil" oturuyordu. Müdürü ziyaret, programımızda yoktu. Ama müdür belediye başkanını aramış kendisine de uğramamızı istemişti.
Sohbetin bir yerinde o günlerin çok geçer akçe olan sözü ağzımdan dökülüvermişti. Bu işlerin hal yoluna girivermesinin mümkünatının ancak "siyasal çözüm"le mümkün olabileceğini dile getirmiştim.
Daha söz ağzımdayken, Şırnak Emniyet Müdürü öfkeyle sesini yükseltmiş. "Ne siyasal çözümü kardeşim! Benim askerimi, polisimi kurşunlayacaklar. Siyasal çözüm yapacağız ha! Bunları da destekçilerini de bitirmeden siyasal çözüm filan olmaz!" demişti.
Müdürün odasında oturan "sivil" de belediye başkanına dönerek "Bütün Şırnak halkını sokağa döküp 'Kahrolsun PKK' diye bağırıp tepkinizi dile getirmezseniz daha bu türden felaketleri çok yaşar ve sonuçlarına da katlanırsınız!" demişti.
20 yıl sonra "Kürt Sorununa dair basın çalıştayı"...
Düşünüyorum da, tarihe baktığımda o günlerden bu yana yirmi yıla yakın bir zaman geçmiş...
İşin doğrusu Öcalan'ın sadece Kürt camiasında değil, diğer bütün çevrelerde de merakla beklenen ve 15 Ağustos'ta açıklanacak olan yol haritası gündemde. Gündemin gaz basıncını düşürmek amaçlı, "içeriği" sonraya bırakılan ve hükümetin İçişleri Bakanınca "müjdesi verilen" Kürt Sorununun basın açıklaması ve akabinde de "Kürt Sorununa dair basın çalıştayı"nı basından izledik.
Bugün gelinen noktaya baktığımızda Kürt Sorununun çözümüne dair artık geri dönülemez bir sürece girildiğini ifade etmenin çok da mühim bir mevzu olmadığını ifade etmeliyim.
Kürler sol hareketin de sesi soluğu oldu
Kürtler son otuz senelik zaman dilimi içinde öylesine soylu bir çaba ile Türkiye'nin siyasal sürecine müdahil oldular ki; sadece Kürt halkının topyekûn talepkârlığı ile yetinmeyip, sesi soluğu kesilmiş ve kolu kanadı kırılmış Türkiye sol hareketinin, Türkiye demokratik geleneğinin de sesi oldular.
Yani "hamamın namusu"nu kurtarmanın Kürtlerin boynuna kaldığının görünür aktörleri oldu Kürtler. Bin yıldır beraber yaşadıkları her fırsatta dile getirilen ve "etle tırnak" oldukları, ama kimin et (Türk Halkı) kimin tırnak (Kürt Halkı) olduğu da bir türlü ifade edilemeyen bir reel durum!
Kürtlerin hakkının teslimi, kadirşinaslığın hakbilirlik manasında dile getirilmesi gereken bir reel duruma ihtiyaç gösterdiği aşikâr...
Sıkça soruluyor. Kürt Sorununun çözümü deyince ne anlıyorsunuz? Ne talep ediyorsunuz, diye...
Üzerini renkli kalemle çizerek dile getirmek gerekir ki; Kürt taleplerini madde madde sıralamanın bugün için pek kıymeti kalmadı. Okul çocukları bile yıllardır dile pelesenk olan malum talepleri biliyor artık. Hatta bunların bir bölümünün içlerinin ciddi manada doldurulması eğer mümkün olmazsa "kesmeyeceğini" de şimdiden söylemek müneccimlik sayılmamalı.
Sayın Recep Tayip Erdoğan bunları bilmeli...
O halde dikkati çekmek gereken ne mi olmalı! Sanırım şu: Kürtlerin artık siyasal olarak temsiliyetleri var. Otuz senedir adını nasıl koyarsanız koyun ağır bedeller ödenerek elde edilen bir kazanımları var.
Kürt siyasal hareketinin yarattığı azmin ve mücadelenin ürünü olan bir kazanım. Bu kazanımın izdüşümleri var. Tümüyle Kürt Siyasal Mücadelesinin iradi temsiliyeti olan Demokratik Toplum Partisi'nin Parlamento Grubu ve yaygın örgütlenmesi, Demokratik Toplum Partili 100 belediye, sıkı örgütlü bir sivil toplum dünyası ve bütün bu örgütlülüklere sonuna kadar sadık Kürt halk iradesi. İşte muhatap budur.
Bu örgütlü Kürt gücünün muhatabının Kürde değen taleplerinin dile getirilişidir esas olan. Hazır Başbakan olarak değil, partisinin (AKP) başkanı kimliğiyle Demokratik Toplum Partililerle görüşürken Sayın Recep Tayip Erdoğan bunları bilmeli...
Meşru olarak muhatap üzerinden yürüyecek bir ilişkilenme, hem süreci çözüm rotasına sokacak, hem de hayatı kolaylaştıracaktır. Böylesine bir tabandan gelen, hayata müdahillik, sadece Kürdün işini kolaylaştırmayacak.
Türkiye'yi de demokratlaştırmak...
Otuz senelik mücadele içinde kısmen "ehlileşen" ve dili de değişime uğrama sürecine giren, rakibi de dönüştürecektir. Mesele sadece Kürdün sorununu çözmekle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Türkiye'yi de demokratlaştırmak olacaktır. İşte Kürdün Türkiye Demokrasi kültürüne katacağı ve tarihe bold harflerle adını yazdıracağı kalıcılık da bu noktada ortaya çıkacaktır.
Askerlik yapanlar bilir, birlik içtima alanına toplanır. Her soydan, her boydan, her ideolojiden şahsiyetler askerlik gereği askere teslim etmiştir iradesini.
Komutan çıktığı yükseltiden olanca nefesiyle bağırır: "Tek kol aralığı, hizaya geeeel!" Ve herkes hizaya gelir. İşte otuz sene evvel hizaya getirilen ve sesi, nefesi kesilen / kestirilen toplumun, ezberini, Kürtler bozdu. Hem Milliyetçi, Hem de Mukaddesatçı cemaate "Hizanızı bozduk! Hadi şimdi siz, evet evet siz İmana Gelin" dendi...
O çokça bilinen ve 'dinden, imandan' söz edenleri şimdi göreceğiz bakalım, imana gelecekler mi?
Başka seçenekleri yok. Hizaya gelenler, imana da gelecekler, hizaya gelmeyenler tarafından, emin olun... (ŞD/EÖ)