İstanbul ve Trakya'daki sel felaketinde 32 kişinin ölümü herkesi düşündürmelidir...
Yaşama hakkı devletin koruması altındadır. Devlet ve kamu yöneticileri bu ölümlerden sorumludur.
Anayasaya göre; "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler." (Madde 56)
Devlet bütün bu görevleri yerine getirirken "denetleme" görevini de yerine getirir. Anayasanın 57 inci maddesine göre Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde hareket edecektir ve konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri almakla da görevlidir.
1972 Stockholm Çevre ve Gelişme Bildirgesi'ne göre (1972), "barış, gelişme ve çevrenin korunması birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur".
Çevre, barış, gelişme ve insanlığın ortak malvarlığına saygı hakları, "dayanışma hakları" veya "çevre, barış ve gelişme hakları" olarak tüm ülke Anayasalarında ve Türkiye'de yeniden düzenlenmelidir. Çevreyle ilgili haklar, yerleşme özgürlüğü de dâhil olmak üzere, bu bölümde bir bütün olarak yer almalıdır. "Devlet, bu konudaki görevlerini yerine getirirken, dayanışma haklarını gözetmek zorundadır" cümlesi Anayasaya eklenebilir.
1999'da Anayasasını bütünüyle değiştiren İsviçre, "çevre ve alan düzenlemesi"ni ayrıntılı bir şekilde yeniden düzenlemiştir. Fransa ise, Anayasası'na 2005 yılında 10 maddelik "Çevre Şartı"nı eklemiştir.
Devletler ekonomik, sosyal ve kültürel haklar için kabul edilen ortak ilkelerini, çevre, barış, gelişme hakları üzerine kurmalıdır. Bu ortak ilkeler aslında insan yaşamı için, insan yaşamının korunması için devletlere ve kamu makamlarına pozitifi yükümlülükler yükler.
DİSK tarafından kamuoyuna açıklanan "Özgürlükçü-Eşitlikçi Demokratik ve Sosyal Yeni Bir Anayasa İçin Temel İlkeler" başlıklı Anayasa Önerisine göre: "Çevre hakkı 1982 Anayasası'nda düzenlenmiş olmakla birlikte, düzenlemenin yeri, ilgili maddenin yazılış biçimi ve içeriği bakımından bu hakkın amacına uygun değildir. Bu nedenle, yeni Anayasa'da çevre hakkı, gerek diğer devlet anayasalarında yer alan hükümler, gerekse çevre hakkına ilişkin uluslararası metinler ışığında yeniden yazılmalıdır."
DİSK'in yeni Anayasa için önerdiği temel ilkeler içinde; "İnsan onuruna yakışan sağlıklı, temiz ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı herkese tanınmalı, aynı zamanda devlete ve bireylere çevreyi koruma ve geliştirme görevi yüklenmeli; bu görev, yaptırım boyutunun eklenmesiyle pekiştirilmelidir. Çevre hakkının ihlaline karşı etkili ve caydırıcı yaptırımlar öngören anayasal hükme de yer verilmelidir."
32 kişinin sel sularına kapılarak ölümü, beklenmeyen bir kaza mıdır?
Hatırlayın....28 Nisan 1993 günü sabah 11:00 sularında Ümraniye'de çöplük alanında metan gazı patlaması ile meydana gelen olay sadece "kaza" mıdır? Çöplükteki basınç çıkışının sebep olduğu toprak kaymasının ardından, atıklar çöp yığınından kopmuş ve vadinin tabanına yerleşmiş on civarında gecekondunun üzerine kaymıştı. Otuz dokuz kişi hayatını kaybetmişti. Otuz kişinin ölümü "sadece kaza" mıydı?
Ümraniye çöplük faciasına dair AİHM'si kararları arasında yer alan Öneryıldız -Türkiye kararı (30.11.2004 48939/99 Büyük Daire) çok önemli bir karardır.
Avrupa Konseyinin çevre ve sanayi alanında idari makamların faaliyetleri konusunda kabul ettiği 1225 sayılı Tavsiye Kararı ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin çevreyle ilgili yerel ve bölgesel makamlar arasında yetki dağılımı konusundaki R (96) 12 sayılı Tavsiye Kararı; AİHM'si Büyük Dairesinin "Öneryıldız -Türkiye" (30.11.2004) kararında yer almıştır. Çevreye zarar veren faaliyetlerden doğan hasarlar için Hukuki Sorumluluk Sözleşmesi (ETS no. 150 - Lugano, 21 Haziran 1993) ve Ceza Hukuku yoluyla Çevrenin Korunması Sözleşmesi (ETS no. 172 - Strasburg, 4 Kasım 1998) Türkiye'nin taraf olmadığı sözleşmelerdir.
AİHM'sinin Türkiye hakkındaki Öneryıldız kararına göre sonuç olarak; insanların ciddi şekilde yaralanmalarına veya ölümlere sebep olan veya sebep olma ihtimali bulunan ve insan hayatının tehlikeye düşüren olası tehlikelerin önlenmesi devletlerin görevidir. Ayrıca karara göre; "tehlikeli faaliyetlerin olduğu yerlerde, halkın açık ve tam bir bilgiye ulaşması temel bir insan hakkı olarak" kabul edilmektedir.
Ama biz daha; sel sularından insanları kurtaramıyoruz ve daha ölülerimizi bile sayamıyoruz...
AİHS'nin 2. maddesine göre; haklar ve özgürlüklerin başında gelen "yaşama hakkı"nı korumak amacıyla bütün uygun tedbirleri alma şeklindeki pozitif yükümlülük; her şeyden önce Devlete, yaşama hakkına yönelik tehditleri etkili olarak önlemeyi hedefleyen yasal ve idari çerçeveyi yürürlüğe koyma ödevi yükler. Bu yükümlülük özellikle insan yaşamına karşı oluşturduğu varsayılan potansiyel riskin düzeyi hesaba katılarak yapılmalıdır. O nedenle örneğin yollar, dereler, ıslah palanları veya konutlar, sanayi tesisleri gibi yapılar için ruhsat verme, kurma, işletme, güvenliği sağlama ve gözetim yapma konularını devlet çok dikkatli düzenlemeli ve işin doğasındaki risklerle yaşamları tehlikeye giren vatandaşların etkili bir biçimde korunmaları için ilgili herkesi gereken tedbirleri almaya da zorlamalıdır.
Öneryıldız-Türkiye kararına göre; AİHS'nin 2. maddesinde yer alan "yaşama hakkının korunması" için getirdiği yükümlülükler bunlarla sınırlı değildir. Bu madde, Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda, Devlete elindeki tüm imkanları kullanarak, yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi de yüklemektedir
Yaşama hakkını korumakla görevli olan her devlet gibi, korunamayan yaşamlardan ve ölümlerden dolayı hukuki ve cezai sorumluluk devletin ve kamu yöneticilerinindir...(Fİ/EÜ)